Avrupa ülkelerinde. ağırlıkla da Almanya’da olmak üzere yaklaşık bir milyon Alevi’nin yaşadığı tahmin edilmektedir. Bunların ezici çoğunluğu Türkiye çıkışlı olup bulundukları ülkelerde yerleşmiş durumda. Bir bütün olarak bu nüfusun Alevilik bilgi ve bilincini yükseltmek, inanç ve kültürünü koruyup geliştirmek, Akademi’mizin başlıca amacını oluşturur.
Türkiıe, her ne kadar laik bir ülke olduğu iddiasında ise de, gerçekte Sünni İslam’ı resmen ve devlet dini olarak benimsemiş, Alevilik ve diğer bazı inançlara yasal planda varolma hakkını tanımamıştır. Onun yürütümü görevini ise Devlet teşkilatı içinde yeralan. giderleri Devlet Bütçesi’nden karşılanan, Diyanet İşleri Teşkilatı diye adlandınlan resmi bir devlet dairesine bağlanmıştır. Cumhuriyet yönetimi, hukuku. eğitimi, devlet yönetimini ve bizzat Cumhuriyet’in kendisini şeriat’ın etki ve belirleyicilik alanı dışında tutmayı başarırken; dini tercihini Sünnilik’ten yana yapmış, din eğitimi de dahil, yalnızca Sünni kesimin dinsel gereksinimlerini karşılamayı yeğlemiştir. Nedenleri ne olursa olsun bu durum, laiklik ilkesini sakatlamış, ülkenin demokratikleşmesinin önündeki başlıca engellerden birini oluşturmuş, Alevi toplumunun yüzııllardan beri karşı karşııa yaşadığı ağır baskı haksızlıkların ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti döneminde de sürüp gitmesine yol açmıştır.
Bu durum Alevi inanç ve kültürünün korunup gelişmesini olumsuz yönde etkilemiş, oldukça zorlaştırmıştır. Tarihin bu gününde bile hala kayda değer bir toparlanma gösterememişsek, olması gereken kurum ve kuruluşlara hala sahip olamamışsak. bunun nedenlerinin yüzıllarla ifade edilen geçmişin ağır ve acımasız koşullarında aranması gerektiği kansındaıyız.
Alevilik, Osmanlı döneminde olduğunu gibi hala ıasaklı olmaıa devam ediyorsa, ancak gizlilik koşullarında ve ağır bedeller ödenerek bugüne kadar gelebilmişse. inanç ve kültür değerlerimizin çoğu hala sözelliği aşıp yazılı ve yeni değerleri üretebilir hale getirilememişse. kendimizi ne denli şanslı ve başarılı sayabiliriz? Devlet destekli şeriat, Aleviler bakımından, baştan beri büyük acı ve sıkıntıların kaynağı olmuş; sadece Alevilığin ve Aleviler’in değil, çağdaş ve modem bir toplum yaratmanın da önünde büyük engel oluşturmuştur. Düşün. sanat. edebiyat, felsefe alanlan, sevap ile günah arasında sıkışıp kalmış, besbelli ki bir bütün olarak kültür dünyası da bundan ciddi zarar görmüştür. Söz konusu bu alanlarda büyük ustalar yetiştiren Aleviliğin böylesine kıskaca alınmasından, sadece Aleviler değil, esasen tüm ülke ve insanlık da olumsuz yönde etkilenmiştir.
Gerek dünyada gerek bizzat Türkiye’de meydana gelen gelişmeler sonucu, söz konusu hata ve haksızlıkların kısmen de olsa anlaşılmaya başlandığını gösteren kimi belirtilerin ortaya çıktığı olgusuna değinmeden geçemeyiz. Son yıllarda yasakçı tutumun az da olsa gevşetildiğine, Aleviler’le ilgili toplantı ve açılışılara Devlet büyüklerinin de katılıp sempati gösterisinde bulunduklarına tanık olmaktayız. Bu gelişmenin, gerilimin düşürülmesi, yadırganma ve iftiraların etkisinin azalması, Alevi yurttaşların güven ve umutlarının artması gibi çeşitli yönlerden yararlı sonuçlar doğurduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak bu ve benzeri gelişmelerin Alevi sorununun çözümüne yetmediği, geçici rahatlamaların ötesinde bir değer taşımadığı da açık bir gerçektir. Kanunla getirilip, baskıcı uygulamalara yolaçan yasakların, ancak yeni yasal düzenlemelerle aşılabileceği, hakların tanınması ve gerekli güvencelerin hayata geçirilmesi ile sorunun aşılabileceği ortadadır. Bu yönde ise henüz herhangi bir adımın atıldığına tanık olmuş değiliz. Ayrıca ne siyasal iktidarların tutumunda ne de siyasal partilerin politikalarında kayda değer, olumlu herhangi bir değişiklik henüz belirmiş değil.
Özcesi, Alevilik, 25 milyon Alevi yurttaşın bulunduğu Türkiye’de hala sorun olmaya devam etmekte ve bu durum, biz Avrupa ülkelerinde yaşamakta olan bir milyona yakın Alevi insanını da yakından ilgilendirmektedir. Avrupa’daki genel problemlerimizin yanı sıra, geldiğimiz Türkiıe’de süre gelen Alevi sorununun çözümü için de çaba gösterme zorunluluğu ile karşı karşıya bulunduğumuzu unutmamalıyız.
Akademi olarak, Alevi sorununun çözümü noktasında, kaçınılmaz olarak tarafız ve bu bizim başlıca görevlerimiz arasında yer almaktadır. Doğru ve gerçekçi hedeflerin belirlenmesi, sonuç alıcı çözümlerin üretilmesi, bizce, başarının ana koşulu olarak görülmelidir. Akademi bu konuda üstüne düşeni yapmaktan geri durmamış, tutarlı öneriler geliştirerek yol gösterici bir rol oynamıştır. Önümüzdeki süreçte de, bu çabaların aynı özen ve ciddiyetle devam edeceğinden kimse kuşku duyulmamalıdır.
Türkiye kökenli Aleviler, 1960’lı yılların başlarında Almanya’ya ve diğer Avrupa ülkelerine gelmeye başladılar. Ancak 1980’li yılların sonunda, önce Almanya’da olmak üzere, çeşitli Avrupa ülkelerinde hızla örgütlenmeye başladılar. Bundan amaç, bulundukları Avrupa’da inanç, kültür, yaşam tarzı, töre ve geleneklerinin gereklerini serbestçe yerine getirmek, geldikleri ülke Türkiıe’de baskı altına alınıp kurumlaşması önlenmiş olan Aleviliğin önünü açmak, yaşamasını, gelişip güçlenmesini sağlamaktı. Demekleşme biçiminde başlayan bu çabalar, Federasyonlar düzeyinde devam etmektedir.
Kadın-erkek, genç-yaşlı, öğrenci, her düzeydeki Alevi’nin, kendi inanç ve kültürü konusunda gerekli bilgileri edinmek, her Alevi’nin hem hakkı hem temel ihtiyacıdır. Bunun karşılanmasını, yurttaşı ve ulusal kültürünün ana ögesini oluşturduğumuz Türkiye’den bekleyip duramazdık. O halde kendi öz gücümüze yaslanmak, kendi maddi ve manevi gücümüzden medet ummaktan başka yol ve umut da yoktu. Ne var ki, bizim gibi toplumlarda, söz konusu maddi ve manevi potansiyeli açığa çıkarıcı yeterli bilince ve devindirici iç dinamiklere sahip olunduğu da rahatlıkla söylenemez.
Görüldüğü gibi, örgütsel konumu, bireysel tutumu ve durumu ne olursa olsun, „Alevi’ıim“ diyen herkese düşen görev, üstüne düşenleri hakkıyla ıerine getirmektir. Bunun için de içtenlikli olmak, sorunu doğru algılayıp gerçekçi yol ve yöntemler izlemek, her şeyden önemlisi de, ana ve temel esaslarda açık ve kararlı bir tavır sergilernek gerekmektedir.
Aleviliği anlam ve konumundan uzaklaştırmak, onu amaç ve hedeflerinden saptırarak kendi kişisel ve siyasal arzularına malzeme yapmak isteyen kişi, kurum ve çevrelerin bulunduğunu söylemek artık bir kehanet değil. Bununla birlikte bilmeden, konuları yeterince irdelemeden havaya kapılan, başkalarının değirmenine su taşıyanlar, onlara malzeme hazırlayanlar da yok değil. Tam da bu noktada Alevi Akademisi’ne önemli görevler düştüğünün bilinciyle hareket etmek zorundayız.
İçine girilen bu dönem Akademi’mizin kurumlaşmasını tamamlamak bakımından büıük bir önem taşımaktadır. Uzun çabalardan sonra „Alevilik Müfredat Programı“ hazırlanmış; Dedeler’in yanı sıra, Heidelberg Üniversitesi İslami Bilimler Enstitüsü öğretim üyelerinin de bilimsel alandaki işbirliği ve katkıları bunda belirleyici olmuştur. Uygulama aşamasına gelmiş bulunan tüm bu çaba ve girişimler, gerçekleşme şansım yakaladığı taktirde -ki önümüzde ciddi bir engel kalmamıştır- kurumlaşma sürecimiz tamamlanmış olacak, önümüzdeki bir kaç yılda, Almanya’da tam bir resmiyet kazarnlmış olacaktır.