AABF ve Alevi Akademisi ilişkileri

Geçen dönemin en önemli olaylarından biri de, artık müzmin bir hal almış bulunan AABF ve Akademi ilişkilerinin son derece kötü bir aşamaya vardırılmış olmasıdır. Turgut Öker ve yandaşları, özellikle Extertal toplantısının ardından Akademi’yi topa tutmakta gecikmediler. Söz konusu toplantı, Aleviliği saptırma ya da onun özünü boşaltma girişimi olarak tarihe geçmiş, Alevi toplumundan umdukları ilgiyi bulamamıştır. Akademi haklı olarak Aleviliğin varlığına yönelen bu girişimin tam karşısında olmuş, inancı siyasallaştırma ve içini boşaltma çabalarının önüne set çekmeye çalışmıştır.

AABF yönetiminin, özellikle de Turgut Öker ve etrafının Akademi düşmanlığı sadece Extertal toplantısıyla ortaya çıkmış değil. Bu, ta kuruluş günlerine kadar geriye gider. Ne var ki Akademi, uzun bir zaman söz konusu olumsuz çaba ve engellemeleri görmezlikten gelme sabrını göstererek, gerginliklere yolaçmaktan sakınmayı yeğlemiştir. Bu da fayda vermemiş, AABF üyesi derneklere ″Öker yönetimini yıkın!″ çağrısı yapmıştır.

Durumu yakından izlememiş olan kimi canlar, iki kurum arasındaki ilişkilerin bozulmasında, Akademi’yi olay çıkaran taraflardan biri sanarak bizi itidale çağırmayı da ihmal etmemektedirler. Oysa Akademi hiç bir zaman olay çıkaran, uyumsuzluk gösteren, sapkın görüşleri dayatan taraf olmamıştır. Bu ve benzeri olumsuz yaklaşımları dayatan, koşullar ne olursa olsun dayatıcı olan ve her defasında kendi bozgunculuklarını Akademi’ye dayatan taraf hep AABF yönetimi olmuştur. Gerçek odur ki, Akademi, onların birçok hatalarını görmezlikten gelmiş, ses çıkarmamıştır. Ancak dayatma, Aleviliğin özüne, temel değerlerine, yani varlığına yönelikse ve onu ortadan kaldırmayı hedefliyorsa, Akademi kendi görüşlerini açıkça ve kamuoyunun gözleri önünde ortaya koymayı, başlıca ve onurlu bir görev saymaktan da geri kalmamıştır. Bu kusursa, biz onun sahibi olmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

Halihazırda ilişkiler dondurulduğu yerde durmakta, yeni ve olumlu bir gelişmenin işaretleri gözükmemektedir. Bununla birlikte olumlu bir yaklaşımın ortaya çıkması halinde ilk sahip çıkanın biz olacağımızdan hiç kuşku duyulmamalıdır.

Akademi’yi hedef alan AABF’nin ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Genel Yönetim Kurulu’nun afaroz kararı şöyledir:

Avrupa Alevi Araştırmalar Merkezi ile ilgili AABK GYK kararı:

Avrupa da yaşayan Alevi toplumuna bilimsel alanda hizmet etmek amacıyla Alevi Federasyonları olarak kurulmasına ve çalışmalarına katkı sunduğumuz Alevi Akademisi ne yazıkki beklentilerimizin aksine Konfederasyon üyesi Alevi Federasyonlarının demokratik iradesine müdahale ederek hizip yaratmaya yönelik çalışmalar yapmaktadır.

Akademi Kuruluş amacına yönelik hiç bir bilimsel çalışma yapmadığı gibi mevcut yapısı itibari ile bu ihtiyaca cevap vermesi de mümkün değildir. Bu nedenle Akademik ve Bilimsel anlamda çalışmalar yapmak amacıyla Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu desteğiyle Avrupa Alevilik Araştırma Merkezi nin kurulmasına karar verilmistir.

Bu karar doğrultusunda Federasyonlarımız ve Federasyonlarımıza üye Alevi Kültür Merkezlerimiz Alevi Akademi´siyle hiç bir Platform da ve Proje de ortak çalışma yapmayacaklardır.


Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Genel Yönetim Kurulu.

Oberhausen 3.04.2004

Yukarıda metni aynen verilen, gazeteler yoluyla duyurulması dahi marifet sayılmış olan söz konusu karara karşı Akademi Yönetimi adına yayımlanan mektubun tümü -ki metinde yer alan bir kısım bölümler hakkında daha önce de gerekli bilgilendirme yapılmıştı- hakkında gerekli açıklamalar yapılmıştı. Tam metni aşağıdaki gibidir:

ALEVİ KURUM VE KURULUŞLARINA!
DOST VE İYİ YÜREKLİ İNSANLARA!

25 Mayıs 2004

SABRIN DA BİR SINIRI OLMALI!

Sayın Ali Kılıç’ın Genel Başkanlığı’ndan sonra, AABF ile Avrupa Alevi Akademisi’nin ilişkilerinin iyi gittiğine kimse tanık olmamıştır. Durumu yakından izleyen sağduyulu ve vicdan sahibi herkes yakından bilmektedir ki, Akademi hemen her etkinliğine AABF ve diğer Alevi kurum ve kuruluşlarını davet emekte kusur etmemiş ve çalışmaları hakkında onları bilgilendirmeye ayrıca özen göstermiştir. Bununla birlikte AABF başta olmak üzere, herhangi bir kuruluşumuzun kendi içinde ve diğer kuruluşlarımızla arasında ortaya çıkan sorunlarda asla taraf olmamış, taraf tutmamıştır. Öte yandan bu ve benzeri sorunların karşılıklı anlayış, hoşgörü, Alevi edep ve erkânına göre çözümlenmesinden yana davranmış, daima toplumumuzun hayrına bir sonucun elde edilmesine çalışmıştır. Bu tutum, çalışma anlayışımızın başlıcası ilkelerinden biri olmuş ve dikkatle koruna gelmiştir. Akademi’nin çalışma ve etkinliklerini izleyen her kes buna tanıktır ve elini vicdanına koyarak yargıda bulunmalıdır.

Gerçek böyleyken, özellikle Turgut Öker’in AABF Genel Başkanlığı’na gelmesinden bu yana, Akademi’yi yıpratma, üyesi derneklerle Akademi’nin arasını açma, her fırsatta yeni bir akademi kuracaklarının propagandasını yapma vb. olumsuz tutum ve yaklaşımlar, söz konusu AABF yönetiminin alışıla gelen çabalarından biri halini almıştır. Son birkaç aydan beri işi daha da ileriye götürerek, Akademi’ye karşı tutumlarını, AABF Yönetim Kurulu ve Konfederasyon Genel Yönetim Kurulu kararı haline getirmeleri, aslında yeni bir gelişme değildir. Gerçekte bu, yıllardan beri süre gelen olumsuz tutumun bir Yönetim Kurulu kararı haline getirilmesinden başka bir şey değildir. Burada yeni bir gelişme gibi görünen şey, söz konusu AABF kararının, bir de AABK Yönetim Kurulu’na dikte ettirilmiş olmasıdır. Bize göre bu manzara, diğer Federasyonları da AABF yönetiminin vebaline ortak ederek, Akademi’ye tam bir savaş açılmış ve bir de Avrupa Alevi Araştırmalar Merkezi adıyla alternatif bir kurumun inşa edileceği ilan edilmiştir.

Tüm bu ve benzeri olumsuzluklara rağmen Akademi Yönetimi, bugüne kadar AABF yönetimi hakkında ne sözlü ne yazılı herhangi bir açıklamada bulunmamış, diyalog kapılarını daima açık tutmayı yeğlemiştir. Alevi hareketinin en küçük bir zarar görmemesi amacıyla, saldırı ve dedikoduları sineye çekmiş, susmayı yeğlemiş, basiretini kaybetmemiştir.

Yıllarca süren bu sabır ve tahammül, AABF yönetiminin özellikle son birkaç ay içinde Akademi düşmanlığını daha da tırmandırmış olması, kendi deyimleriyle “Akademi’nin çökertilmesi” amacıyla ”start“ vermiş olmaları karşısında, sabırlar tükenmiş ve Alevi kamuoyuna bu açıklamanın yapılmasına karar verilmiştir.
En korkuncu da, Aleviliğin olmazsa olmaz değer ve ilkelerinin bizzat AABF Genel Başkanı ve AABF Dedeler Kurulu tarafından inkâra kalkışılması, adeta yeni bir dinin oluşturulmaya çalışılması karşısında artık daha fazla sessiz kalamazdık. Akademi Yönetimi, AABF’nin içine sürüklendiği bu olumsuzlukların mahiyeti ve hedefleri konusunda Alevi kamuoyunu, Alevi dostlarını, iyi yürekli kişi ve çevreleri bilgilendirme zorunluluğu duymuştur.

Özellikle AABF ve diğer federasyonlara üye derneklerin, Aleviliği anlamından ve rotasından saptırmaya yönelik tüm bu vahim gelişmeler karşısında, gereken tepkiyi henüz yeterince göstermemiş olmaları; sadece kaygı verici değil, aynı zamanda onarılması güç ve ağır hatalara, derin ve endişe verici iç çekişmelere yol açacağı daha şimdiden kendisini göstermeye başlamıştır. Hollanda Alevi Birlikleri Federasyonu’na bağlı Rotterdam Alevi Derneği’nde Hasan Kılavuz’un semineri esnasında yaratılan gerginlik ve kavga, AABF yönetiminin ve onun dümen suyunda giden kurum ve kuruluşların izlemekte oldukları rotanın hangi hedefleri işaretlediğini artık açıklıkla göstermeye başlamıştır. AABF yönetiminin izlediği politika, sadece kendisine ve Alevi Akademisi’ne değil; Hollanda örneğinde görüldüğü gibi Avrupa ve Türkiye’de güdümüne aldığı Federasyon ve kuruluşlara da ciddi zarar vermektedir. Hollanda HAK-DER, nihayet bölünme ve dağılma noktasına getirilmiştir.

Bu ve olası üzücü gelişmeleri yakından izleme fırsatını bulamamış kimi kişi ve çevreler, AABF’nin bu Akademi düşmanlığından alışıla gelen fazlaca endişeye kapılmamalı; ancak AABF’yi, içine düştüğü bu vahim durumdan, kendisine ve Alevi hareketinin ürünü olan kurum ve kuruluşlara zarar veren bir kuruluş olmaktan kurtarmanın çarelerini aramalıdırlar. Bunun da yolu AABF üyesi derneklerden ve Konfederasyon üyesi Federasyonlardan geçer: Sessizliği bozmalı, açıkça ve kararlı bir biçimde uyarmalı, karşı çıkmalısınız. Değilse yarın geç olacak ve tarih önünde günahkâr ve suçlu duruma düşeceksiniz!

AABF bugüne kadar Alevi Akademisi ile ne iyi ilişkiler içinde oldu, ne çalışmalarına maddi ve manevi katkılarda bulundu. Bundan sonrası için de tüm kapıları kapatmış, diyalogu hepten kesmiş, bir de bir karşı kurum kurarak bizimle ilgili tüm bağlarını koparmış bulunmaktadır.. İhsanları bir tarafa hep gölge ede geldiler! Yegâne beklentimiz, Alevi hareketini bölüp parçalamaktan vazgeçmeleri, kin ve hizip kusmaktan artık uzak durmalarıdır. Geçmişte de eski Dedeler Kurulu Başkanı tarafından defalarca aklanıp paklandılar; lakin faydası olmadı. Doğrusu inançsızlar için bu bir tiyatro oyununda bir sahne olmaktan öte bir anlam taşımazdı. Nasıl olsa bir kez rol ve riyakârlık Alevi hareketinin sadece içine değil, ta başına taşınmıştı! Besbelli ki bu takım, Alevi hareketini, kolayca ve kendiliğinden bırakıp gidecek olgunluğa ve sorumluluğa sahip değildir. Ancak bu, tabanındaki Alevi dernek ve kuruluşlarının, ya Hak deyip harekete geçerek, onları bulundukları yerden indirmeleriyle mümkündür!

BUNLARIN KİNİ VE DÜŞMANLIĞI YENİ DEĞİL!

Akademi’nin kuruluş kurultayına, zamanın iki federasyonu AABF ile HAK-DER ev sahipliği yapmıştı. Her iki federasyonda yaşanan kutuplaşma aynen Akademi Kurultayı’na yansımakta gecikmedi. HAK-DER yönetiminin Genel Başkanı son anda Akademi’nin kurulması kararından vazgeçmişti ve sadece bazı eski genel başkan ve yöneticiler olumlu çaba göstermekteydiler. AABF yeni bir kongre daha yaşamış, ancak iç çalkantılar henüz durulmamıştı. Ali Kılıç’ın önderliğinde, bir sayı farkla ayakta duran, her an değişebilir zayıf dengeler üzerinde kurulu bir yönetim işbaşındaydı. O zamanki muhalefet temsilcileri oldukları bilinen halihazırdaki AABF yöneticileri ise; “Akademi kurma girişiminin yararlı olduğunu ve bu yüzden kurucuları kutladıklarını, ancak bu girişimin –tam da bitmek üzere olan- Ali Kılıç’ı kurtardığını”, bu nedenle “olumsuz” bir girişim olduğunu, henüz yeni seçilmiş bulunan Akademi Başkanı’nı kutlarken, bizzat belirtmekte sakınca görmemişlerdi.

Doğrusu böyle bir yaklaşımı paylaşmak ve kabul etmek olanaksızdı. O zaman da kendilerine açıkça söylendiği gibi sorun, neyin kime ve ne kadar yaradığı değildi; yapılan işin Alevi toplumunun yararına olup olmadığı esas alınmalıydı. Açıkça görüldüğü gibi bu takım, yalnız ve yalnız kendi çıkarlarına uygun düşen gelişmeleri destekleyecek, başka kimin yararına olursa olsun karşı çıkacak ve engelleyecekti. O zaman AABF binasında kalan Akademi’nin yaptığı her çalışmanın, zamanın AABF Genel Başkanı Ali Kılıç’ın da işine yaradığını düşünen söz konusu kişiler, Akademi’nin her girişimini engelleyen, çalışmalarını sabote eden bir tutum içinde oldular. Akademi Yöneticileri arasında kendilerine yakın buldukları kişileri kışkırtmaktan tutun da, derneklerin toplantılarımıza katılımını önleyici propagandalara kadar, çeşitli yol ve yöntemlere başvurmakta sakınca görmediler…

Buna rağmen Akademi Başkanı, AABF’de yaşanmakta olan hizipleşmeye son verilmesi, örgütsel birliğin sağlam temellere dayandırılması amacıyla her iki grup arasında arabuluculuk yaparak, Kongre’den tek ve ortak bir yönetimin çıkmasında etkili oldu ve büyük rol oynadı. Ne yazık ki bazıları hizipçiliği meslek haline getirmişti ve yemin billah etmiş olmalarına rağmen, ‘Akşam ikrar-iman, sabah toz-duman!’misali, yine eski meşreplerine dönmüşlerdi. Hele kendi partili arkadaşlarından Alı Kılıç ve Hıdır Temel’i seçimlere katılmak üzere Türkiye’ye gönderip Genel Başkanlık operasyonunu kendi yararlarına başarıyla sonuçlandırdıktan, kendilerinden farklı düşünen Yönetim Kurulu Üyeleri’ni de diskalifiye ettikten sonra, artık sıra kin ve hizip oklarını hepten Akademi’ye yöneltmeye gelmişti. Bilindiği gibi AABF yönetimi, seçimler sonrasında, aynı eylemin faillerinden Hıdır Temel’i tekrar bağrına basmış, Ali Kılıç’ı ise tümden dışlamıştı. Daha sonra Ali Kılıç, üyesi bulunduğu Akademi Kongresi’ne katılarak Yönetim Kurulu’na seçilmiş ve Genel Sekreter olmuştu. Onlara göre, onların savaş açtığı, dışladığı kimseleri, Akademi tarafından da itilmeli, adam harcama vebaline Akademi de ortak olmalıydı. Bize göre Alevi hareketinin adam harcama lüksü yoktu ve kimse bunu adet haline getirme hakkına sahip olmamalıydı. Varsa sorunlar, Alevilik kurallarına göre konuşulup görüşülerek hal edilmeliydi.

Yıllarca süren ve nihayet işi, ”Akademi ile hiçbir platformda beraber olmama” noktasına vardıran, söz konusu bu kararını güdümündeki Konfederasyon üyesi Federasyonlara da dikte ettiren AABF Yönetim Kurulu, sadece Akademi’ye değil, tüm Alevi toplumuna da ağır bedeller ödetmekte olduğunun farkına varıp en küçük bir vicdani sıkıntı duymamıştır; duyacağa da benzemiyor.

Tüm bu engellemelere karşın Alevi Akademisi; Almanya, İsviçre, İngiltere ve Hollanda’da ezici çoğunluğu gençlerden oluşan 700’den fazla insanımızı Alevilik Okulları Etap-I eğitiminden geçirdi. Yüzlerce seminer ve konferans verdi, çokça panellere katıldı ve şenliklerde konuşmalar yaptı.

Dedeler Yetkinleşme Yüksek Okulu’nu açtı ve 17 kişinin burada okuyup mezun olmalarını sağladı. Birkaç araştırma yayınladı ve düzenli olarak Akademi Bülten’i çıkarmaya devam ediyor. Hiç kuşkusuz ki AABF üstüne düşen görev ve sorumlulukları hakkıyla yerine getirseydi veya en azından işi düşmanlığa vardırmasaydı bunların birkaç katı daha başarılabilirdi! Onlar yapıcı olmak yerine yıkıcılığa saparak Akademi’ye ve Alevi toplumuna özetle şu bedelleri ödetmeyi hüner addettiler:


1. Akademi’ye parasal destek sağlamak üzere herhangi bir girişimde bulunmamış, üyelerinden aldığı aidattan Akademi’ye en küçük bir pay ayırtmayı düşünmemiş, üstelik her vesile ile Akademi’yi baltalamaktan geri kalmamıştır. Bu durum Akademi’nin gelişip güçlenmesini olumsuz yönde etkilemiştir.

2. Akademi’nin Avrupa ve Türkiye’deki Alevi dernek ve kuruluşlarına sunmayı planladığı eğitim hizmetlerini, çeşitli biçimlerde ve açıkça engellemekten geri kalmamıştır. Akademi’ye karşı yürüttüğü olumsuz ve yıpratıcı politikayla AABF’ye bağlı bazı derneklerin Akademi’den uzak durmalarını sağlamış, hatta yer yer bu konuda onlara açıkça baskı uygulama yolunu seçmiştir. Böylece Akademi’nin inanç ve kültür hizmetlerinin daha geniş bir Alevi kesimine ulaşmasını engellemiştir.

3. Akademi ile AABF Dedeler Kurulu arasındaki olumlu ilişkileri, Dedeler Yetkinleşme Eğitimi başta olmak üzere hemen her konudaki ortaklaşa çalışmaları, eski ve yeni Dedeler Kurulu Başkanları’nın çeşitli zaaflarını kullanarak engellediği herkesçe bilinmektedir. Bu durumun da, içine düşülen bu elim sonuç üzerinde etkili olduğu açık bir gerçektir.

4. Alevi Akademisi, Konfederasyon daha kuruluş sürecinde iken, onu dışlamak için AABF elinden gelen her yönteme başvurmakta sakınca görmemiştir. Dünyadaki bütün Alevilere yol gösteren, toplumumuzun çeşitli kesimlerinden aydın kişi ve kadroları bünyesinde barındıran, her alanda köklü ve güçlendirici bir rol oynayacak olan ve bir ihtisas organı olarak düşünülen Konfederasyon, nihayet Federasyonlar arasında bir haberleşme aygıtına dönüştürülmüştür. Doğrusu anlamı ve işlevleri üzüntüyle yad edilen bir adı var kendi yoktan öteye geçememiştir. En belirgin görevi ise AABF’nin tahrik ve teşvikiyle, üyesi Federasyonları, Akademi’ye karşı kışkırtmak olmuştur.

5. Birçok kez toplum önünde de açıkça ilan edildiği gibi, Alevilik Dersleri Öğretmenleri’nin yetiştirilmeleri konusunda, kaç yıldan beri hazırlanmış bulunan Akademi projesinin Federasyon tarafından desteklenmesi ve ihtiyaç duyulan öğretmenlerin bir an önce eğitilmeye başlanması istemimiz sürekli geri çevrilmiştir…
1997’den beri faaliyet halinde bulunan Alevi Akademisi, ders ve konferanslarında acaba ne anlatıyor ki AABF yönetimi hemen her konuda engel olmayı görev haline getirmiş bulunuyor? Bu sorunun cevabını biz değil, şimdiye kadar Akademi hizmetlerinden yararlanmış olan kişi, kurum ve kuruluşlarımıza bırakıyoruz. Akademi yöneticileri ile Federasyon başkan ve yöneticileri arasında karşılıklı saygı duvarını aşan her hangi bir olay da zuhur etmediğine göre, bu düşmanlık neden?

BUNLARINKİ ALEVİLİK DEĞİL YENİ BİR DİN!

Son gelişmelerin rastladığı dönem, AABF Genel Başkanı ve yandaşlarının, yıllardan beri tezgâhladıklarını yakından ve dikkatle izlediğimiz, Aleviliği rayından çıkarmayı hedefleyen talihsiz politikalarının, ayan-beyan ortaya çıktığı bir zamana tekabül etmektedir. Bu kendileri bakımından sadece zamansız değil, aynı zamanda hamca ve beceriksizce bir atılım olmuştur.

Akademi, konuya ilişkin görüşlerini, tam da bu sırada, yani Extertal toplantısından iki hafta kadar önce Alevi Sorunu ve Demokratik Çözümü başlığı altında kamuoyuna açıklamış bulunmaktaydı. Cumhuriyetçi Eğitim Vakfı ise Anadolu İnanç Önderleri toplantısını Extertal toplantısından kısa bir süre sonra yapacaktı. Bu gelişmeler AABF yönetimini zamansız yakalamış, şu ya da bu şekilde bir açıklama yapmaya zorlamıştı. Bu amaçla AABF, Avrupa’daki diğer federasyonlarla birlikte ‘Konfederasyon Eğitim Semineri adı altında, ilk bakışta konu ile ilgisi pek anlaşılamayan alternatif bir toplantı düzenledi. Söz konusu toplantıya AABK’na bağlı Federasyonlar ve üyesi Dernekler’in Yönetim Kurulları ve kimi kişilerden oluşan kalabalık bir topluluk katılmıştı. Akademi Başkanı’nın da çağrılı olduğu bu toplantıda Federasyonlar ve Dernekler, Alevi sorununun çözümü konusunda sunulması gereken alternatif çözüm önerisi yerine, AABF Genel Başkanı ve AABF Dedeler Kurulu Başkanı’nın ortak görüşü olarak taktim edilen ve Aleviliği tartışmaya açan bir bildirge ile karşılaştılar. Fransa’dan getirdikleri bir kişi, bilim adamı sıfatıyla, Aleviliğin İslam dışında bir inanç olduğunu savunuyordu. Daha sonra konuşan Dedeler Kurulu Başkanı da tasarladığı yeni din’i açıklıyordu.

Senaryo; AABF Dedeler Kurulu Başkanı ile AABK Başkanı Turgut Öker’in iddialarını, aynı zamanda bilimselmiş gibi gösterme planına dayandırılmıştı. Akademi Başkanı ise konuşmasında, AABF ve onun Dedeler Kurulu Başkanı tarafından sergilenen bu garip tutuma karşı, görüşlerini bir Dede olarak açıklamayı uygun görerek, dostça uyarılarda bulundu. AABF yönetiminin görüş ve düşüncelerimizden fazlaca rahatsız olduğu, oturumu yöneten Turgut Öker’in müdahaleci tutumundan da belli olmaktaydı. Besbelli ki AABF Genel Başkanı’nın kavlince yaptığı hesap boşa çıkarılmış, oyun bozulmuş, bazı taşlar yerinden oynamaya başlamıştı. Bir ihtisas kurumu olarak Alevi Akademisi, Alevilik konusunda elbette konuşacak, elbette görüş beyan edecekti ve bu onun en doğal görevi olarak kabul görmeliydi!

AABF Dedeler Kurulu Başkanı Hasan Kılavuz iddialarını temellendirmeye çalışırken , AABF Yönetimi ile aynı görüşte olduklarının öncelikle altını çizdi. Özetle; Aleviliğin İslam’la hiçbir ilgisinin bulunmadığını, tümden ayrı bir inanç olduğunu, Alevilerin korktukları için kendilerine İslam dediklerini ve artık korkmamaları gerektiğini, On İki İmam inancının, Safevi Devleti tarafından Anadolu’ya sokulduğunu, kimsenin musahip tutmaya zorlanmaması gerektiğini, düşkünlük olayının artık hukuk mahkemelerinin konusu olduğunu vb. iddialarını sıraladı…

Aslında bu iddiaların babası Hasan Kılavuz değil, onun ardılı olduğu rahmetlik Nejat Birdoğan’dır. O da bu görüşünü Sünni ulemaya dayanarak, yani onların kara çalmak amacıyla ileri sürdükleri Alevilerin Müslüman olmadıkları yolundaki argümanları doğru bulduğunu açıklayarak bizzat kanıtlamaya çalışmıştı. Bilindiği gibi söz konusu iddia ve karalamaları, ta ilk günden beri savuna gelen Aleviler değil, Şeriat uleması idi. Her nasılsa söz konusu iftira ve ithamlar, 1400 yıl sonra ve insanlık tarihinin bugününde, Alevi olduğunu söyleyen kimi yazar, Dede, bilim adamı ve Federasyon yöneticileri tarafından, -hem de Hz. Hüseyin, Hallac-ı Mansur, Seyyid İmadettin Nesimi, Pir Sultan Abdal ve daha nice ulularımız korkaklıkla suçlanarak- onay ve kabul görüyordu! Yani bu olayda Aleviler bakımından şaşırtıcı olan iddianın kendisi değil, iddianın aktörlüğüne soyunan kimselerin Alevi temsilcileri olmaları ve bunların işgal ettikleri makamlardı.

Alevilik tarihinde, ister korkak ister cesur olsun, hiçbir kişi ve makam, bugüne kadar böyle bir tartışma açmamış ve bu tür iddiaların sözcülüğüne soyunmamıştır. Bu ve daha sonraki açıklamalarına bakılırsa Hasan Kılavuz, İslam’ı Sünnilik ve Şeriatla bir tutmakta, Sünniliğin tekeline bırakmakta, bu mantık sonucu Hak-Muhammed-Ali Yolu’nun kurucu ve sürdürücü önderlerini de açıkça Sünniliğin kefesine koymaya çalışmaktadır. Bu ise tam bir garabet, tam bir akıl fukaralığından başka bir şey değildir. Aleviliğe adını veren Hz. Ali, On İki İmam ve Ehl-i Beyt’i Sünni olarak gösterme mantığı eleştirilmeye değmez bir saçmalıktan başka bir şey olamaz!

Ne garip tecellidir ki bunu yapanlar dışardan değil, içerden ve içimizdendi. Üstelik biri AABF Genel Başkanı, diğeri ise AABF Dedeler Kurulu Başkanı idi! Alevi sorununun çözümüne ilişkin görüş ve proje ortaya koymaları gerekirken, yeni bir din ısmarlanıyor ve toplum bölünmeye zorlanıyordu. Hak-Muhammed-Ali üçlemesi reddedilecek, Ehl-i Beyt, On İki İmam ve Ocaklar olmayacak, El ele-el Hakk’a erkânı terk edilecek… Peki bu nasıl mümkün olabilirdi? Böyle bir Alevilik var mıydı?

Alevi Akademisi, bu durum karşısında susamazdı, susmadı ve bundan sonra da susmayacak! Çünkü kurum ve kuruluşlarımızın varoluş nedeni Aleviliktir ve ona yönelen tehlike, daima varlığımıza yönelmiş sayılır.

AABF yönetimi ve onun güdümündeki Konfederasyon’a bağlı kimi Federasyonlar, işte bu nedenle, yani onlara rağmen ve onlara karşı görüş ortaya koyduğumuz için Akademi’ye savaş açtılar. O halde AABF yönetimini öfkelendiren yazılara kısaca göz atmakta yarar var.


ALEVİ SORUNU VE DEMOKRATİK ÇÖZÜMÜ konulu yazımız, halihazırdaki yaklaşımları şöyle özetleyerek konuya girmektedir:

“Alevi sorununun çözümüne ilişkin farklı görüş ve önerilerin bulunduğu herkesçe biliniyor. Bunlardan hangisinin toplumumuzun tarihsel, inançsal, kültürel çeşitli boyutlarını gözeterek düşünüldüğü konusunda kafaların yeterince net olduğunu söylemek güç.

Kimileri, Türkiye’nin gerçek anlamda laik, demokratik bir hukuk devletinin yapılandırılması yolunda aldığı mesafeyi, şu anda bulunduğu noktayı ve demokratikleşme sürecine uygun düşecek tutumu dikkate almadan; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın halihazırdaki anti-demokratik, hakça olmayan konumunu güçlendirici bir tutum sergilemekte. ״Devlet Diyanet’ten elini çekmek istemiyor״ bahanesinin arkasına sığınmayı adet haline getirenlerin, haklı görülebilecek hiçbir gerekçelerinin olmadığı da ortada. Ayrıca bu tutum; Alevilerin yıllardan beri savuna geldikleri demokratik istemlerine, ülkenin demokratikleşmesi yönünde çaba gösteren kişi, kurum ve toplum kesimlerinin gütmekte oldukları amaç ve hedeflere de uygun düşmüyor.

Kimileri de, bilerek ya da bilmeyerek, deyim yerindeyse, çözümsüzlüğü bir çözüm gibi sunmaya çalışmakta. Laik, demokratik bir hukuk devletinde, yurttaşların inanç özgürlüğünün güvence altına alınmış olmasına bağlı olarak, kendi inanç ve ibadet kurumlarını oluşturmak gibi bir hak ve ihtiyaçları yokmuşçasına hareket etmekte, dernekleri, inanç kurumları yerine koyma gafletini yaşamaya devam etmek istemektedirler.

Tam da bu koşullarda, bir ihtisas organı olarak Alevi Akademisi de, birkaç yıldan beri ve çeşitli vesilelerle suna geldiği görüş ve önerilerini, bir kez daha kamuoyuna açıklamayı başlıca görev saymaktadır.”

Burada, çözümsüzlüğü bir çözüm gibi sunmaya yönelenler AABF ve Türkiye’deki partner-leridir. Bunlar, Alevi sorununun neticede bir inanç sorunu olduğunu kabul etmiyor ve gittikleri her yerde onu ‘Anadolu’ya özgü bir yaşam tarzı ve kültür’ olarak sunmaktadırlar. Bu nedenle merkezi ve bağımsız bir inanç kurumunun oluşturulması yoluyla söz konusu sorunun çözümü, onların ilgisini çekmiyor.


Yazımızda, laiklik ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konumu şöyle belirlenmiştir:

”Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının üçte-birini oluşturan Alevi toplumunun ve de çağdaş değerlerin savunucusu kişi ve kesimlerin, Sünni Diyanet’e tanınmaya devam edilen maddi ve manevi imtiyazı, resmi konum ve işlevleri -hangi siyasal hesap ve gerekçeler öne sürülürse sürülsün -görmezlikten gelmeleri, bu haksızlığı sineye çekmeleri artık beklenmemelidir. Bu durum sadece biz Aleviler bakımından değil, çağa ayak uydurma, AB’ye girme çabaları tüm Türkiye için de önemli bir sorun oluşturmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; inancı ne olursa olsun ayırımsız tüm yurttaşlarının inanç ve ibadet özgürlüklerini Anayasal ve yasal güvence altına almalı, dini inançlar karşısında eşit mesafede durmayı, tarafsız davranmayı mutlaka başarmalıdır. Bu bağlamda Sünni Diyanet’le olan her türlü maddi ve manevi koruyuculuktan elini ve desteğini çekmelidir. Devletçe Diyanet’e sağlanmış olan mal ve akarı kamulaştırmalı, başta Aleviler olmak üzere isteyen her kesin kendi merkezi inanç kurumunu serbestçe oluşturmasına yasal ve yönetsel olanak sağlanmalı, çağdaş, laik ve demokratik bir yeniden yapılanmaya gitmelidir.

Bu; dinsel kurum ve kuruluşların mali, hukuksal ve yönetsel denetimini Devlet’in kendi inisiyatifinde tutmasına asla engel değildir. Diyanet İşleri Teşkilatı’nı idari bünye kapsamında tutmakta ısrar edenlerin makul ve geçerli herhangi bir nedenleri artık kalmamıştır. Bunun gerçekten çağdaş, gerçekten laik ve demokratik bir hukuk devleti olmanın ön koşulu haline geldiği artık görülmeli, gerekli yasal önlemler bir an önce alınmalıdır.

Bir demokratik ve laik hukuk devleti olmanın gerektirdiği tutum böyle olmakla birlikte; Diyanet İşleri Teşkilatı’nın daha bir süre devamında hala ısrar ediliyorsa, o zaman Aleviler’in kuracakları merkezi dini inisiyatife de Devlet Bütçesi’nden hakkaniyet ölçüleri içinde gerekli pay ayrılmalıdır. Bunun; gerçekten demokratik ve laik Cumhuriyet özlemiyle bağdaşmadığı inancını taşımakla birlikte, halihazırdaki resmi tutum ve politikaları gözeterek böyle bir öneride bulunmayı da, güncel ve gerçekçi bir tavır olarak değerlendirmekteyiz.

Bir kez daha vurgulamak gerekirse, söz konusu dini kurum ve kuruluşların adı, niteliği ve konumu ne olursa olsun; mali, idari ve hukuksal tasarrufları, mutlaka Devlet’in denetimine tabi olmalı; Devlet, yurttaşlarının, inanç ve ibadet özgürlüğünü yasal güvence altına almakla yetinmelidir.”


Akademi’nin açıklaması, Hak-Muhammed-Ali Yolu başlığı altında yer verilen şu ifadelerle devam ediyor:

”Alevilik; tarih boyunca Hak-Muhammed-Ali Yolu olarak bilinen, Ehl-i Beyt, Oniki İmam, Seyyid-i Saadet Ocakları ve Bektaşi Babaları öncülüğünde yoluna devam eden bir inancın adıdır. Bu temel üzerinde kurulup gelişen oldukça zengin bir edebiyatın, derin ve köklü bir tasavvuf ve felsefenin, insan merkezli bir yol ve erkânın, toleransı, gönüllü katılımı ve sevgiyi önde tutan, bir yaşam anlayışının sahibi ve savunucusudur.

İnsan’ı Hakk’ın tecelligâhı kabul etmiş, ancak kendini bilmekle Hakk’ın bilinebileceğini savunarak Dört Kapı-Kırk Makam dizgesini izlemiş; tüm varlığı Hakk’ın tezahürü olarak görmüş; İslam’ı Tanrı mesajlarının son halkası ve Peygamber’ini de son Peygamber olarak algılayıp velâyet kavramını benimseyerek hakikatın sürekliliğini sağlamıştır. Bunun doğal sonucu olarak insanlar arasında din, dil, ırk ve cinsiyet farkı gözetmeksizin, ilahi hakikatin ezel ve ebed arasındaki bitmez tükenmez ışığının yolcusu olmuştur.Bu anlayış onun, donup kalan değil, özünü koruyarak zamana ve çağa göre kendisini yenileyip zenginleştiren esas ve temel dinamiğin kaynağı olmaya devam etmektedir.

Alevilik; tarihi boyunca kendisini İslam’ın Özü olarak görmüş ve savunmuştur. Bunun aksini söylemiş tek bir Dede’yi, bir Bektaşi Baba’yı, bir şair ve mutasavvıfımızı kimse gösteremez. Ancak inanç ve düşünce önderlerimiz, Sünni İslam’ı onaylamamış, onu ölçü alarak Aleviliği tanımlamamış, tüm baskı ve zorlamalara karşın inanç ve yaklaşımlarını ısrarla sürdürmeyi yeğlemişlerdir. Bu yüzdendir ki Aleviliği kendi indi ve keyfi niyetlerine, siyasal ve ideolojik tercihlerine göre yorumlamaya, Hak-Muhammed-Ali Yolu’ndan uzaklaştırmaya çabalayanları hoş karşılamamakta, herkesi sağduyulu davranmaya davet etmekte yarar görmekteyiz.

Tarih boyunca Alevilik; hiçbir zaman kendisini Sünni İslam’dan saymamış, onun perspektifini benimsemediği gibi daima farklı ve ayrı yönde hareket etmiştir. Ne inançta, ne ibadette, ne kültürel alanda, ne de yaşam anlayışı ve felsefesinde, onunla aynı çığırda yürümüş değildir. Bazı ad ve kavramların müşterek kullanıldığı doğrudur; ancak bunlara verilen anlam ve içerik bakımından Sünnilikle temelden farklı ve ayrı durduğumuz da bir gerçektir. Ne Hak anlayışında, ne din, Kitap ve Peygamber yorumunda, ne de ibadet ve erkân kurallarında bir ve aynıyız.

Tüm bu ve benzeri nedenler yüzünden, Sünni kesimi, özellikle de uleması ve yönetimleri Aleviliği, kendi tekellerinde gördükleri İslam’dan saymamış ve düşmanca bir tutum izleye gelmiştir. Yüzyıllardan beri, tüm baskı ve zorlamalara rağmen yollarımız ayrı, ibadet yerleri ve ibadet şekillerimiz ayrı olmak üzere, aynı coğrafyada yaşaya gelmişiz. Kendi inanç ve düşüncemize özgü bir yaşam tarzı, kültür, sanat ve edebiyat geliştirmişiz ve bundan içtenlikle ve büyük bir kıvançla söz etmekteyiz.

İster içerde ister dışarıda olsun, kimi kişi ve çevrelerin, Sünniliği İslam’la özdeşleştirerek, Aleviliği de buna göre tanımlayıp konumlandırma gayretleri boşunadır ve bu tutum sorunun çözümüne katkı yerine zarar vermektedir.
Bu nedenle Devlet ve Diyanet yöneticilerinin, kimi kişi ve çevrelerin, Alevileri; Sünnilerle aynı zeminde buluşturma, görme ve gösterme politikalarının boşuna ve anlamsız olduğu artık anlaşılmış olmalıdır. Aleviliği nasılsa öyle görmeye başlamaları, gerçeği çarpıtıcı hile ve oyunlara artık bir son vermeleri, samimi istek ve beklentimizdir.

Evet, yollarımız ayrı ve hepten ters yönlere uzanmaktadır. Hiç kimse Alevileri, Diyanet’in çatısı altına girmeye zorlamasın! Orası bize, biz oraya uygun değiliz! Meselenin hal çaresi Demokratik ve laik hukuk devletinde aranmalıdır ve çağdaş yaklaşım da bunu gerektirmektedir.

Gerçekçi ve kalıcı çözüm; Devlet’in din, mezhep ve inançlara eşit mesafede durarak bu mali, idari ve hukuksal denetimle yetinmesi; kim kime nasıl ve hangi perspektiften bakıyorsa baksın, isteyen herkesin inanç ve ibadetini serbestçe yapmasını güvence altına alarak, gerçekten laik ve gerçekten demokratik bir yapılanmanın gerçekleştirilmesinde aranmalıdır.”

Bildirimizin Hakça Çözüm Nedir? başlığı altındaki bu bölümünde ise sorunun nasıl ve hangi kriterler çerçevesinde çözüme kavuşturulması gerektiği vurgulanmaktadır:

”Aleviler kendi merkezi ve bağımsız inanç kurumunu serbestçe, kendi güçleriyle ve bizzat oluşturmalıdır.

Yakın zamanda kurulmuş bulunan Alevi Dernek, Vakıf, Bilim ve Eğitim kuruluşları ile üst kurumlarının, her bakımdan önemli ve taktire değer hizmetlerde bulundukları bir gerçektir. Bununla birlikte, sorunun çözüm adresinin dernek ve benzeri kuruluşlar olmadığı, olamayacağı da diğer bir gerçektir. Toplumun dini hizmetleri, ancak inanç kurumları ve inanç önderleri aracılığıyla yerine getirilir.

Merkezi ve bağımsız inanç kumrunun kurulmasında, tüm bu kurum ve kuruluşlarımızın yapıcı ve aktif bir rol üstlenerek, ciddi katkı sağlamaları, istenen ve beklenen bir tutum olacaktır. Gerek oluşum aşamasında gerekse ondan sonra, uygun yapı, konum ve koşullara sahip olanlarının, kendilerini yeniden yapılandırarak merkezi ve bağımsız inanç kurumu bünyesinde yer almaları elbette olanaksız değildir.

Alevi toplumunun oyalanmaya, yanlış ve nafile yollara sürüklenmeye, çağdaşlık ve ilericilik kamuflajı altında, kendi inanç kurumlarını oluşturmaktan vazgeçirmeye hiç kimsenin hakkı olmasa gerekir.

Merkezi ve bağımsız inanç kurumumuzun bir inisiyatif olarak oluşturulmasında, başta bir inanç sistemi olarak Aleviliğin tarih boyunca yapısı ve işleyişi, sahip olduğu temel değer ve öğeler, halihazırda yaşanmakta olan gereksinim ve koşullar, toplumumuzun geleceğine ilişkin amaç ve beklentileri esas alınmalıdır.
Bu görüş ve düşüncelerden hareketle şöyle bir yolun izlenmesinde yarar görmekteyiz:


1. Alevilik’te; soyları itibariyle Ehl-i Beyt ve Oniki İmamlar’a dayandığı kabul edilen, El ele-el Hakk’a ikrar bağına uygun olarak talip sahibi olan, Hak-Muhammed-Ali Yolu’nun zorunlu kıldığı özelliklere sahip olup Dedelik yapmakta olan belirli sayıda Ocak temsilcileri ile Bektaşi Babalar, Nusayri din önderleri ve uygun görülen diğer Alevi kollarının seçimle gelmiş temsilcileri;

2. Halihazırdaki Alevi kurum ve kuruluşlarının Başkan düzeyindeki temsilcileri;

3. Bilimsel alanda yaptıkları çalışmalarla Aleviliğe katkıda bulunmuş bilim adamı, yazar, araştırmacı, saygın kişiler;
Gerekli ön çalışmalar yapıldıktan sonra, bir defaya mahsus olarak toplanacak bir Kurultay’da bir araya gelmeli ve aşağıdaki şu işleri başarılmalıdır:

a. Uygun görülecek bir ad altında ve uygun sayıda inanç temsilcisinden oluşan bir Meclis seçilmeli ve bu Meclis kendi içinden bir Yürütme organı saptamalıdır.

b. Cemevi, Dergâh vb. Alevi inanç yerleri bu kuruma bağlanmalı ve bundan böyle din hizmetlerinin buradan yönetim ve yürütümü sağlanmalıdır.

c. Bu anlam ve kapsamda, merkezi inanç kurumunun yapısını, işleyiş ve görevlerini düzenleyen bir statü ya da tüzük hazırlamalıdır.

d. Bu kurumun yasal meşruiyetinin sağlanması amacıyla kararlı bir mücadele başlatılmalıdır“.

 

Bildirgemiz şu beklenti ve kaygılarla son bulmaktadır:

Besbelli ki böyle bir çözüm, ülkeyi ve tüm yurttaşları rahatlatacak, laik ve demokratik hukuk devleti çabalarını güçlendirecektir.

Diyanet İşleri Teşkilatı’nın, demokratik ve laik Cumhuriyet’in sırtında artık taşınması güç, ağır bir kambur oluşturduğu geniş toplum kesimlerince anlaşılmaya başlanmıştır. Sünni ya da Alevi, dindar ya da dinsiz Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı tüm herkesin vergi birikimlerinden oluşan Devlet Bütçesi’nden hakkı olmayan payı alıp götürmeye devam etmektedir. Bu kendisine kanunla da verilmiş olsa, bir hukuk devletinde buna daha fazla seyirci kalmaya kimsenin hakkı olmasa gerekir.

Esasen iç ve dış koşullar da laik ya da seküler bir yapılanmanın sağlanması bakımından yeterince olgunlaşmış bulunuyor.

Aleviliğin tarihsel, inançsal ve kültürel gelişimini; onu zamana ve çağa uyarlayıcı temel ilke ve dinamikleri; insanın serbestçe düşünmesi ve sonsuz yaratıcılığı, bilime ve çağdaşlaşmaya açık yapı ve yönelimlerini asla unutmadan faaliyette bulunacak bir merkezi inanç kurumunun, ülkeye ve insanlarımıza sağlayacağı yararlar hiç kuşkusuz büyük olacaktır.

Bu sayede Aleviler, yüzyıllara dayalı bir haksızlıktan kurtulacak, kültürümüz ciddi bir atılım gerçekleştirecek, ülkemiz görkemli bir vizyona kavuşacak, en önemlisi de her türlü siyasal istismarın önü kapanmış olacaktır.”

Bu yazıdan açıkça anlaşılacağı gibi Akademi, Aleviliği tarihsel, kültürel ve inançsal boyutları içerisinde ele almakta, onu nasılsa öyle kavramaya çalışmakta, sorunun inanç temelinde çözümlenmesi gerektiği görüşünü savunmaktadır. Akademi kuruluşunun ta ilk yıllarından beri, Alevi sorununun nasıl ve hangi temelde, hangi kriter ve sınırlar çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği konusunda sık sık görüş belirtmektedir. Bu hemen herkes tarafından bilinen bir şeydir.


Ne var ki AABF yönetimi ve AABF Dedeler Kurlu Başkanı’nı ise, sorunun çözümüyle ilgili öneri ve alternatifler ortaya koyacak yerde, Aleviliği, Aleviliğin temel norm ve değerlerini tartışmaya açmış, toplumda şok etkisi yapan mesajlar vermekten çekinmemiştir. Mesajları ciddi bir zihin karışıklığına neden olduğu gibi, Alevi toplumunu temelden sarsacak, bölüp parçalayarak birbirine düşürecek yaklaşımlar da sergilemiştir. AABF Genel Başkanı ise söz konusu görüşlerin altına imzasını koyduğunu, onları aynen benimsediğini özenle vurgulama zorunluluğunu duymadan edememiştir.

Bu yeni stratejinin arkasında, ne AABF Yönetim Kurulu Üyeleri’nin ve ne de Dedeler Yönetim Kurulu Üyeleri’nin onayı vardı. Bu durum doğal olarak ortamı hareketlendirdi, çekişme ve iç çalkantılara yol açtı. Her ne kadar AABF yönetimi güncel gelişmeleri dikkate alarak sık sık göstermelik tavır değişiklikleri sergiledi ise de; artık mızrak çuvala sığmaz olmuştu. Çelişkiden çelişkiye sürüklendiler. Gerçek yüzleri her alanda ve en açık şekilde bir kez daha ortaya çıkmıştı.

DEDE DÖVME OLAYI

Hasan Kılavuz’un Extertal Eğitim Semineri’ndeki o konuşmasından sonra, Dedeler Yönetim Kurulu, olağanüstü toplantı kararı aldı. Bu toplantıda Hasan Kılavuz’un istifasının isteneceği ve yeniden görev bölüşümü yapılacağı söyleniyordu. Ateşli konuşmaların yapıldığı bir sırada Hıdır Temel saldırıya geçmiş ve bir Dede’nin gözünü yaralamıştı. Besbelli ki, olay bir komploydu ve Dedeler Kurulu Başkanı’nın görevden alınmasını önlemeye yönelikti. Nitekim bunca olup bitenlerden sonra belirtilen Kurul bir daha toplanamadı ya da toplattırılmadı. Ve Dedeler Kurulu Başkanı hala görevinin başında olup, keyfine göre kongre tarihleri belirlemeye devam etmektedir.

AABF yönetimi ve Dedeler Kurulu Başkanı, yükselen tepkiler karşısında Extertal’da açıklanan ve hemen ardından Hürriyet Gazetesi’nde ve Alevilerin Sesi’nde yayımlanan görüşlerinden gayet pişkince çark etmeye çalıştı. Nasılsa her kes onları yanlış dinlemiş ve yanlış anlamıştı!

AABF Dedeler Kurulu’nun olağanüstü Yönetim Kurulu’nda meydana gelen dövme olayı üzerine önce AABF yöneticileri olmak üzere birçok kimse görüş ve düşüncelerini Hürriyet’te açıkladıktan epeyce sonra, Hürriyet muhabirinin soruları üzerine, 13 Aralık 2003’te Akademi Başkanı da bir açıklama yaptı. Gazeteci’nin sorularından biri, Aleviliğin İslam dini kapsamındaki yerine ve konumuna ilişkindi. Daha önceki geniş açıklamanın çok kısa bir özetinden ibaretti ve şu şekilde devam etmekteydi:


”Bizim 1400 yıllık tarihimizde, ˝Alevilik İslam’ın neresinde, içinde mi dışında mı? ˝ soruları ne sorulmuş ne de tartışılmıştır. Bunlar son yıllarda ve maksatlı olarak ortaya atılan, zihinleri bulandırmak ve Alevilere hedef şaşırtmak amacıyla başvurulan taktiklerin bir uzantısıdır. Kendilerine ulusal bir din yaratma çabası içinde olan boy boy milliyetçilerin yanı sıra kimi sol ve ateist kişi ve unsurlar da yaratılmaya çalışılan bu bulanıklıktan kendi niyet ve hesapları çerçevesinde yarar ummuşlardır. Ancak Alevi toplumu, biraz da hoşgörülü tutumu nedeniyle, kendi dışında başlatılan bu tür çarpıtmalara karşı gereken tepkiyi göstermekte hayırhah davranmış, sessiz kalmayı yeğlemiştir.

Ne var ki ateş artık bacayı sarmış, söz konusu olumsuz yaklaşımlar kimi kurum ve kuruluşlarımızın tepelerine sıçramış, bazı Başkan ve Dedeler Kurulu Başkanı kimseler tarafından fütursuzca seslendirilmeye başlanmıştır.Bu durum üzücü olduğu kadar tehlikelidir de.

Alevilerin Müslüman olmadıkları iddiası, öteden beri Sünni ulemaya ait olup, Alevilerce de hep reddedile gelen bir suçlama olmaktan öteye geçmemiştir. Alevi hareketinin orasına burasına çöreklenmiş bulunan tek tük kişinin de bu kervana katılmış olmaları, Aleviliğin İslam’ın Özü ve Hak-Muhammed-Ali Yolu olduğu gerçeğini değiştirmeye yetmez. Atalarımız, gerçek İslam’ı kendilerinin, yani Alevilerin temsil ettiği inancını açıkça savunmuş ve bu uğurda büyük bedeller ödemişler. Ve hiçbir zaman İslam’ı Sünni mezheplerin tekeline bırakmamış, onları ölçü alarak kendilerini konumlandırma çabasına düşmemişler. Şah Şehid-i Kerbela Hz. Hüseyin’ler, hançere kapanan Fazlullah’lar, derisi yüzülen Nesimi’ler, parçalanıp yakılarak külleri savrulan Hallac-ı Mansur’lar, taşlanıp asılan Pir Sultan Abdal’lar ve daha nice önderlerimiz ˝ korkudan din değiştirmediler˝. Tam tersine inançları için, özü-sözü bir yaşadıkları için bu yüce özveriyi yaşattılar, yaşatmaya ve yaşamaya devam etmektedirler. .

Bu tür tartışmaları başlatanlar, işgal ettikleri makamlarda bir süre yüzlerini saklayarak işlerini yürütmeyi başardılar. Ne sevindiricidir ki artık takke düşmüş kel görünmüştür. Herkes kendisine uygun bulduğu yeri ve tutumu açıkça sergilemeli, hiç olmazsa bundan böyle ikiyüzlülük azabından kurtulmanın yollarını aramalıdır.

Bununla birlikte Aleviliği, kutsal inancımızı, siyasal ve ideolojik amaç ve emellerine alet etmekten, onu siyasallaşmaya zorlamaktan artık herkes el çekmelidir. Dini, siyasete alet edenlere kızanlar, elbette ki kendilerini böyle bir batağa atmazlar, atamazlar. Değilse Alevi toplumu onları dara çekecek, vebalini tartacak, onları kaderleriyle baş başa bırakacaktır.“


AABF yönetimi, yazımızın bu bölümü hakkında ne düşündüğünü açıklamadı, ama bir hayli rahatsızlık duyduklarını söylemek yanlış olmasa gerekir. Çünkü bizim görüşlerimiz, kurulmaya çalışılan yeni dinin dip tutup yayılması önünde ciddi engel oluşturmaktadır. Ne ki bunu kamuoyu önünde söyleme cesaretini de gösteremiyorlar.

 

Gazetecinin ikinci sorusu da dövülen Dede ile ilgiliydi ve bu olayı nasıl karşıladığımızı öğrenmek istiyordu. Bizim cevabımız şöyle olmuştu:

“Alevi Akademisi’nin AABF ile örgütsel anlamda herhangi bir bağı yoktur. Bu nedenle onların yönetim organlarında nelerin yaşandığından doğrudan haberimiz olmaz. Dede dövme olayını, biz de herkes gibi sonradan duyduk. Ne kadar üzüldüğümüzü anlatamam! Bir kez, Alevilik’te her toplantı bir muhabbet meydanıdır ve bu meydanın bir adabı ve erkânı var. Bunun da ötesinde Dedeler Kurulu’nun olağanüstü toplantısında, yani bu tür olayların kesinlikle yaşanmaması gereken bir makamda, Dede dövmenin, sıradan bir olay olmadığı ortada. Toplantının amacına bakılırsa, alınacağından korkulan kararın önüne geçmek için, bu komplo planlanmıştır.

Bu sıradan bir olay değil! Aleviler Dedelerine, Dedeler de kendilerine sahip çıkmalı. Saldırıya uğramış olan Dedemize geçmiş olsun. Umarım bu hepimize de son bir ders olur!”

Yazımızın, asıl rahatsızlık duydukları birinci bölümü hakkında konuşmayı göze alamayanlar, son bölümüne, yani “Alevi Akademisi’nin AABF ile örgütsel anlamda herhangi bir bağı yoktur. Bu nedenle onların yönetim organlarında nelerin yaşandığından doğrudan haberimiz olmaz. Dede dövme olayını, biz de herkes gibi sonradan duyduk.” ifadesine takıldılar. Bunu çarpıta çarpıta sunmakta hiçbir sakınca görmediler. Biz ‘AABF ile hiçbir ilişkimiz yok’ demişiz!

Öyle ki Almanya’da yüksek okul bitirmiş, haberden haberi olmayan kimi dernek yöneticileri de, heyecana gelip işi protestolara vardırdılar! Oysa Alevi Akademisi 1997’de AABF’nin de içinde bulunduğu çok sayıda Alevi kuruluşunun irade birliği ile kurulmuş, kendi Tüzük-Program’ı, kendi Genel Kurulu, Yönetim ve Denetim organları bulunan ve de Heidelberg’de VR 587 kayıt numaralı bağımsız bir bilim ve eğitim kurumudur. Aynı yazıda olayın bir komplo olduğundan da söz ediliyor. Lakin buna dokunmuyor, sanki pişkince kabul ediyorlar!


Bu ifadede ortaya konulan anlam gayet açıktır: Bir kurum olarak Akademi’nin AABF ile örgütsel anlamda herhangi bir bağı yoktur. Yani AABF’nin ne en yüksek organı olan Kongre’sinde, ne Yönetim, ne Denetleme kurullarında yer almaktayız. Bu nedenle onların resmi organ toplantılarına –doğal olarak- biz katılamıyoruz. Olayı (yani Dede’nin dövülmesi olayını) doğrudan ve bizzat gözlerimizle görmüş değiliz ve herkes gibi sonradan duyduk demekteyiz. Bunun neresi yanlış ve haksız? AABF Tüzüğünün neresinde Alevi Akademisi’nin adı; Akademi Tüzüğü’nün neresinde AABF’nin adı geçiyor? Gerek yasal planda gerekse işleyiş bakımından tamamen iki ayrı kurum olduğumuz apaçık bir gerçektir. Bununla birlikte AABF gibi işlevi dernek olan bir örgütle, bir bilim ve eğitim kurumu elbette ki farklı statüye sahiptirler. Bunu bilebilmek için ne çok iyi Türkçe ne de çok iyi Almanca bilmeye gerek var!

 

Gerçek böyle olduğu halde, koca AABF Yönetim Kurulu’nun, sadece ‘örgütsel bağımız yok’ gibi anlamsız ve yanlış bir yorumla, Akademi ile olan ilişkilerini dondurmasının altında yatan gerçek başka noktalarda aranmalıdır:

1. Bir kısım AABF yöneticileri ta baştan beri bağımsız, işlevini Aleviliğin eğitimi, araştırılması ve öğretimi ile sınırlı gören, onu kendi siyasal ve ekonomik rant alanı haline getirmek isteyenlere pirim vermeyip, onları dostça uyaran, her türlü saptırma girişimlerine karşı kararlıca direnen bir Akademi’yi içine sindirememektedirler. Akademi’yi; Dedeler Kurulu’nun durumuna düşürmeye, onu canlarının istediği gibi kullanmaya çalışmaktadırlar.

2. Kimi AABF yöneticileri, her ne pahasına olursa olsun Alevi hareketini siyasallaştırmayı kafalarına koymuş ve bu sonuca ulaşmak için de Aleviliği yolundan saptırmayı, halkın inanç ve itikadını zayıflatarak, Alevileri, şu ya da bu siyasal hareketin dümen suyuna sokmayı düşlemektedirler. AABF Genel Yönetim Kurulu’nun 25.01.2003-21.03.2004 dönem Çalışma Raporu’nda açıkça söylendiği gibi ‘İçimizdeki gericiliğe karşı mücadele edip, Aleviliğin bir bütün olarak sosyal faktör olmasını sağlamak…’tır gerçek niyetleri. AABF’nin tutum ve faaliyetlerinin niteliğine bakıldığı zamam, inanç ve ibadet konularında sözü edilir bir şey yapmadıkları ya da yapmaktan dikkatle kaçındıkları, birkaç yılda bir kutlanan ‘türkü’ serileri düzenlemekle, Alevilik eğitimi yerine siyasi söylevler irat etmekle ve daha birçok konu dışı çabalar göstermekle yetindikleri görülür.

3. Alman makamlarının zorlaması sonucu Tüzüğüne ‘inanç kurumu’ ibaresini koyan bir AABF, ne gariptir ki, Aleviliği bir inanç olarak öğrenmek ve yaşamak isteyenleri gerici olarak nitelemekten vazgeçmemekte; Aleviliğin bir bütün olarak sosyal faktör olmasını sağlamak istediğini açıkça belirtmektedir.

4. Karar mekanizmasına hakim olan bir kısım AABF yöneticileri, Alevi sorununun inanç temelinde çözümlenmesi gerektiğine, merkezi ve bağımsız bir inanç kurumunun oluşturulmasının gerekliliğine inanmamakta, bunu önerenleri gerici olarak nitelemekte ve Cemevleri’nin yerine Dernekleri ikame etmeye çalışmaktadırlar. Bunun, dünyada bir diğer örneğine rastlanabileğini hiç sanmıyoruz.

Akademi ise Aleviliğin temelde bir inanç olduğu, bu inanç temeli üzerinde gelişmiş bulunan zengin bir edebiyatın, derin ve tutarlı bir tasavvuf ve felsefenin, insancıl ve evrensel bir kültür ve yaşam tarzının oluştuğunu savunmaktadır. Hangi amaçla olursa olsun inancı, yani Aleviliği gözardı etmenin, eksik ve yanlış bir yaklaşım olacağı, defalarca Akademi tarafından açıklamıştır. AABF ve taraftarları, bilinen nedenlerle açılan hukuk davalarında, yaptıkları yanlış savunmalarla Alevileri, bir inanç topluluğu değil, kültürel bir azınlık durumuna düşürme hatasından kurtulamamışlardır. Ne yazık ki, bu konudaki uyarılarımız da fayda vermemiştir.


NE YAPMALI, NASIL YAPMALI?

Alevi Akademisi olarak, AABF ve onun kışkırtmaları sonucu Türkiye ve Avrupa’da yapıla gelen çeşitli saldırıları sabır ve hoşgörüyle karşıladık. Polemiklere girmedik, polemik açmadık. AABF ve Avrupa’daki diğer Federasyonların iç işlerine bulaşmadık. Her ne kadar Konfederasyon Genel Yönetim Kurulu kararında Akademi’ye, zorlama bir bahane ile Federasyonlar bünyesinde hizip yaratma iftirasında bulunuyorsa da, her zaman birlik ve bütünlükten yana olduk.

Paranızı, malınızı kaybederseniz; biraz üzülür, biraz sıkılır, ancak küçük bir çabayla bütün bu kaybettiklerinizi yeniden elde edebilirsiniz. Lakin tarihinizi, inanç ve kutsal değerlerinizi bir kez kaybederseniz, onları tekrar geri getiremezsiniz! Unutulmamalı ki Alevi toplumu bu defa tam da böyle bir tehlike ile karşı karşıya getirilmiştir. Bu nedenle Akademi bakımından, bundan böyle sıra sessizliği bozmaya, gerçekleri kamuoyumuzun bilgisine sunmaya, Aleviliğin bizzat kendisine yönelen iç tehlikeleri bertaraf etmeye gelmiştir.

Turgut Öker yönetimi işbaşına geldiğinden beri, sağın ve faşizmin en azılı örgütleri ile, şeriatın en tehlikeli mürtecileri ile görüştü konuştu ve hatta zaman zaman işbirliği yapmayı da denedi. Her ne halsa, kendileri de içinde olmak üzere bizzat Alevi kurum ve kuruluşları tarafından kurulmuş bulunan Alevi Akademisi ve onun Başkan ve Yöneticileri ile bir araya gelmedi, gelmek istemedi!

Yine, İslam Dersleri bahanesiyle Diyanet ve kökten dinci kesimlerle işbirliğini zorlayan söz konusu kişi, Alevilik Dersleri Öğretmenleri’nin bir an önce yetiştirilmesi meselesinde Akademi ile birlikte hareket etmekten hep kaçındı ve kaçmaya devam ediyor!

Ve daha bir yığın hata ve haksızlık ortadayken, Akademi Yönetim Kurulu değil, AABF Yönetim Kurulu ve de Konfederasyon, Alevi Akademisi ile ilişkilerini –daha doğrusu olmayan ilişkilerini- dondurma kararı alıyorlar. Bu ne haksızlık, bu ne garabettir!

Hepsinden de en ağırı ve en önemlisi aynı yönetim, Aleviliği yozlaştırıp yok etme, yeni bir din ısmarlama, Alevi Akademisi’ni tasfiye etme operasyonunu başlatıyor, hala birçok kişi ve çevre sessiz kalmayı yeğliyor.

Alevi toplumu çok daha büyük saldırılara tanık oldu; ancak bütün bunları savmasını bildi ve başararak geldi bugünlere. Hiç kuşkusuz bunu da başaracaktır!

Avrupa ve özellikle Almanya’da bulunan Alevi Dedelerine de bir çift sözümüz var: Alevilerin merkezi ve bağımsız bir inanç kurumu olmalı ve bu bizzat dedeler tarafından kurulmalıdır. Dernekler ve Federasyonlar emrinde Dedeler Kurulu olmaz! Olursa, işte AABF Dedeler Kurulu gibi olur ve her defasında yeni bir macera ve yeni bir olumsuzluğa konu olur. Bu da yetmez, Federasyon Disiplin Kurulu tarafından Dedeler yargılanıp çeşitli cezalara çarptırılma garabetiyle karşı karşıya kalırlar. Bu gidişe bir son vermeli, cetlerinizin kurduğu yola ve erkâna artık sahip çıkmalısınız.

Alevi Akademisi olarak, koşullar ne olursa olsun, herhangi bir tereddüde düşmeden, biz bu saldırının tam da karşısında yer alma kararındayız! Bağımsız kurulduk, bağımsız kalacağız. Daima ve her koşulda Aleviliğin yanında ve hizmetinde olacağız. Tek tek her Alevi’yi, tüm Alevi dostlarını, nerede olursa olsun bütün Alevi kurum ve kuruluşlarını böyle bir sorumluluğu paylaşmaya ve seslerini yükseltmeye davet ediyoruz!

Bu görüş ve düşüncelerle herkesi görev ve sorumluluklarını tezelden ve kararlıca yerine getirmeye, Hak-Muhammed-Ali Yolu’na sadakat ve bağlılığını ortaya koymaya, ikrarından dönmüş bulunan söz konusu kişi ve yönetimleri işgal ettikleri mevkilerden uzaklaştırmaya; böylece Aleviliğine, Akademisine ve de geleceğine sahip çıkmaya çağırıyoruz!
Saygılarımızla!

 

Mustafa Düzgün
Akademi Başkanı
AKADEMİ YÖNETİM KURULU a.