İmam Hasan’ın şehit edilmesinden sonra, Ümeyyeoğulları’nın çekindiği tek kişi İmam Hüseyin’di. Muaviye daha ölmeden önce, bunun önemini oğlu Yezit’e anlatmıştı. Hüseyin, Muaviye’ye ne biat etmiş ne de yüz vermişti. Muaviye, daha ölmeden, oğluna yeteri kadar destek bulabilmek amacıyla İmam Hüseyin’e bir mektup yazmış, fakat sert bir cevapla karşılaşmıştı. Hüseyin cevabi mektubunda şöyle diyordu:
“Halka senin hükmetmenden daha büyük bir fitne bilmiyorum”.
Bununla birlikte, Muaviye’nin yaptığı kötülükleri bir bir sayıp dökerek, Yezit gibi “ahlaksız bir adamı” halife diye dayatmasını kınıyordu. İmam Hüseyin bir inanç önderi olarak dünya malına, saltanata değil, sahip olduğu inanca ve onun pürüzsüz olarak varlığını korumasına önem veriyordu.
Muaviye, 680’de öldü ve Yezit halife oldu. Emevi saltanatının tam da bu esnada sahib olduğu debdebeyi, a. Gölpınarlı şu sözlerle ifade ediyor:
“… Müslümanlıkta saltanat sarayıyla-debdebesiyle, vezirleriyle-nedimeleriyle, ordusuyla-kumandanlarıyla, zındanlarıyla-celladıyla, ihsanıyla-inamıyla, zulmüyle-kahrıyla ve saltanat hanedanıyla-keyfi idaresiyle, hazinesiyle ve yoksul, sürünen halkıyla kurulmuştu. Kisralar, Arap Kisrası’nın makamını bir bir alacaklardı; Roma İmparatorluğu, ayrı bir dille, hükümlerine baş eğilmeyen bir dinle, fakat İslam kisvesine bürünerek tarih alanına çıkmıştı artık. Kendisine böyle bir saltanatı devreden babası ölürken bile başucunda bulunmak lüzumunu duymayan, avlanmakla gönül eğleyen Yezid, gününü-gecesini çalgı-çağanak dinlemekle, köçek-çengi oynatmakla, içip kendinden geçmekle sürdürmeyi adet edinmiş bir kişiydi…” Yezit ilk iş olarak Medine Valisi Velid’e bir mektup göndererek, derhal Hüseyin’i çağırıp Yezit’e biatını almasını, değilse kellesini emretti. Ancak Hüseyin buna boyun eğmedi ve kellesini almaya da cesaret edemediler. Mervan «Hüseyin’i bırakma, hapset; giderse bir daha ele geçmez; ya biat etsin, ya boynunu vurdur» sözleriyle Velid’e çıkışınca, Yezid ve yandaşlarının niyetleri iyice açığa çıkmış oldu. Hz. Hüseyin taraftarlarının kapının önünü tutmuş olmalarının anlaşılması sonucu kan dökülmesi önlenmiş oldu.
Bu olaydan bir gün sonra, İmam Hüseyin büyüklerinin kabirlerini ziyaret ettikten, Haşimoğulları’na ve Basralılar’a birer mektup yazdıktan sonra Kûfe’ye gitmek üzere harekete geçti.
Haşimoğulları’na, yani akrabalarına yazdığı mektupda “Kendileriyle gelenlerin şehid olacaklarını, kendilerine uymayıp kalanların da bir fethe, bir huzura erişemeyeceklerini” bildirdi. Basralılar’a hitaben yazdığı mektubunda ise, karşı karşıya bulunulan durumu ve hareketinin gerekçelerini anlatıyordu.
Mekke’de kalması ve olmazsa Yemen’e gitmesi gibi önerilere iltifat etmeden, kendisine mektup yazıp dâvet eden Kûfeliler’e daha önce söz verdiğini, bu nedenle oraya gideceğini bildirdi. Bu yüzden gerekli hazırlıkların yapılması amacıyla Amcası Akil’in oğlu Müslüm’ü önden gönderdi. Yezid, bu sırada Kûfe’ye Ziyad’ın oğlu Abdullah´ı Vali tayin etmişti. Sonunda Müslüm’ün Kûfe’de olduğunu öğrenen Abdullah bin Ziyad, Kûfeliler’in ihanetinden de yararlanarak onu ve çocuklarını bazı yandaşlarıyla birlikte katletti.
Denilir ki İmam, bu acı haberi ve Küfeliler’in ihanetini Kerbela yolundayken öğrenir ve şöyle söyler:
Dünya güzel gelse de, iyi saysan onu sen,
Allah’ın sevap yurdu daha güzel, bir bilsen,
Bırakılmak içindir toplanan bütün mallar;
Öyleyse neden düşkün mallara insan, neden?
Değil mi ki bedenler ölüm için çatılmış
Daha üstün elbette Allah yolunda ölmen, kılıçla öldürülmen
Allah esenlik versin ey Ahmed soyu size
Görüyorum yakında ayrılacağım sizden.
Kerbelâ; Bağdat`ın 90 km kadar güneybatısına düşen, Fırat`ın sağ kıyısından 25 km uzaklıkta, Irak sınırları içinde, çöl sayılan bir yörenin adıdır. Aleviler buradan bahsederken „Kerb-ü belâ“, „Gelbelâ“ gibi duydukları acıyı dile getiren deyimler de kullanırlar. Kerbelâ olayının meydana geldiği zaman bir çölden ibaret olan burası Osmanlılar zamanında bir şehir halini almıştır. Kerbelâ, İslam tarihinde Hz. Hüseyin, ailesi, akrabaları ve dostlarının, Muaviye oğlu Yezit tarafından burada ablukaya alınıp katledilmeleriyle bilinen bir yerdir.
Tarih, Hicret’in 61. yılı Muharrem ayının onuncu gecesini, yani 10 Ekim 680’i gösteriyordu. Kerbela denilen yere ulaşmışlardı. Karşılarında ilkin 20 bin, daha sonra sayısı 30 bine çıkarılan kocaman bir ordu vardı. İmam Hüseyin’in karargâhında korku ve hüzün havasından çok âdeta bir bayram havası vardı. Herkes son savaşını en kusursuz biçimde ve kahramanca başarmak için hazırlık yapmaktaydı. Savaş düzenine girmekten başka çare kalmamıştı. Hüseyin sağ koluna Kayn oğlu Züheyr’i, sol tarafına da Habib’i memur etmişti. Sancaksa Eb’ül Fazl Abbâs’ın elindeydi. İlkin İmam Hüseyin öne çıkıp kendisini tanıttı ve herhangi bir kusuru bulunmadığını yineledi. Düşmansa ”Yezid’e biat etmedikçe, bu sözlerin yararı yok” dedi ve Sa’doğlu, yayını gerip ilk oku Hz. Hüseyin’e atarak, savaşı başlatmış oldu.
Evet, savaş başlamıştı. Hurri Riyahi, Yezid ordusunda yeraldığı için çoktan pişman olmuştu. Yanında oğlu, kardeşi ve kölesi olduğu halde, Yezid ordusundan ayrılarak, at sürüp İmam’ın huzuruna geldiler. ”Mahçubum. İlk karşı duran bendim, izin verin ilk ölen de ben olayım!” dedi. Kahramanca dövüştükten sonra ilkin Hurr ve ardından da kardeşi, oğlu ve kölesi şehid oldular.
Bunları Avsece oğlu Müslüm, Muzahir oğlu Habib, Ebû-Veheb Abdullah ve annesi, Ebu Sumame, Habib, İmam Hüseyin oğlu Ali Ekber, İmam Hasan oğlu Kasım ve bir kardeşi, Ebül Fazl Abbas, İmam Hüseyin oğlu henüz altı aylık olan Asgar gibi onlarcası peşpeşe sehid oldular…
Zeynel Abidin 24 yaşlarında ve hastaydı. Meydana girip savaşmak istedi, ama İmam Hüseyin izin vermedi. Soyunun, Ehl-i Beyt soyunun yürümesi için onun yaşamasının gerekli olduğunu bildirdi.
Sıra İmam Hüseyin’e geldiğinde, artık geride erkek kalmamıştı. Kahramanca dövüştü ve sonunda ordunun dört koldan saldırması sonucu şehid oldu. Kimse başını kesmeye cesaret edemedi. Ancak Şimr koşup, oniki kılıç darbesiyle başını kesti.
Toplam 72 kişi şehit olmuştu.
Hz. Hüseyin’in başı ve diğer başlar ile esirler ise Şam’a, Yezit’e gönderildi.
Evet, Şah Hüseyn-i Kerbela’nın çok güzel belirttikleri gibi, “suret aleminde” yani görünürde 72 kişi, 30 bin kişilik bir zulüm ordusuyla kahramanca dövüşmüş ve fakat yine “bu alemde” yenilmişti. Ne var ki söz konusu Emevi ordusu ve önderi Yezit; insanlık vicdanında ve mana aleminde “lanet” damgasını yemiş, İmam Hüseyin ve yandaşları karşısında tarih boyunca yenilmişti. İnsanoğlunun nefretle yükselttiği ”lanet Yezid’e!” sesleri arasında sayısız kereler kahrolmuştu. Dahası işlediği bu insanlık ayıbının utancıyla, belleklerden silinmeyen bir kötülüğün, insanlık tarihi boyunca işlenebilecek kötülüklerin sembolü olarak anılacak ve daha nice bin yıllar ”lanet”e müstehak görülmeye devam edecektir.