TC`yi tamıtamına Osmanlı Devleti`nin yerine koymak, onun şaşmaz devamı olarak görmek elbette ciddi bir hata olur. Aynı şekilde ondan tümüyle bağımsız, kopuk ve hepten ilgisiz bir biçimde görüp sunmak da bir okadar yanlıştır. Nitekim egemen anlayışa bakıldığı zaman TC`nin her vesile ile Osmanlı mirasına sahip çıktığı, hatta devlet olarak onu zor durumda bırakan Ermeni kırımı gibi olumsuz örnek ve uygulamaların vebalini bile üstlenmekten geri kalmadığı görülür. Aleviler konusunda da durum pek farklı değildir.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görevli Osmanlı döneminde yapılan Alevi katliamları TC’nin Aleviler`e ilişkin politikasında farklı olan, devletin dinsel esaslara dayanmaması, teokratik yapı ve uygulamalardan sıyrılmış olmasıdır. Bununla birlikte devletin, Ortodoks İslam diye de adlandırılan Sünnilik’ten yana hayırhah tutumu, onu maddi ve manevi her bakımdan kanatları altına alıp koruması, ülkede gerçek anlamda laik bir sistemin uygulanmadığının açık bir göstergesi, devletin Sünniliği tercih ettiğinin de açık bir kanıtıdır. Başka deyişle Aleviler, laik olduğunu söyleyen Cumhuriyet döneminde de ağır baskılara uğramış, 1920’de Koçgiri’de, 1937-38’de Dersim’de acımasızca katledilmişler. 1993’de Sivas’da olduğu gibi ateşte yakılarak barbarca yöntemlerle öldürülmeleri, çeşitli yöntemlerle ortadan kaldırılmaları, öteden beri Cennet’e gitmek için işlenebilecek hayır işlerden sayılmıştır. Üstelik katiller, kimi zaman bizzat devletin güvenlik kuvvetleri tarafından himaye edilerek sözkonusu sevaba nail olmuşlar!
Kimi zaman da İstanbul-Gazi mahallesinde olduğu gibi bizzat devletin polisi ve askeri eliyle Alevi kanı akıtılarak, hükümetlerce her türlü taltife layik görülmüşler. Esasen tarihe bakıldığında, sokaktaki insanların değil, bizzat devletin ve örgütlü güçlerin Alevi-Sünni çatışması yarattıkları, bu tür katliamların genellikle siyasal merkezlerden planlandığı rahatlıkla görülür. Bunun örneklerine Türkiye’de de rastlanmış, devletin kendi sıkıntılarını gidermek amacıyla ülkede varolan Kürt-Türk, Alevi-Sünni gibi gerilim noktalarını acımasızca kullandığına sıkça tanık olunmuştur.
Alevi sorununun en az 1400 yıllık bir geçmişi var ve oldukça acılı bir seyir izlemiştir. Türkiye Cumhuriyeti döneminde de bu özelliğinen fazla bir şey kaybetmeden sorun olmaya devam etmiştir. Ne var ki ağır baskı ve elverişsiz koşullar yüzünden zaman zaman derin bir sessizliğe gömülmüş, içiniçin bir gelişme dönemi yaşanmıştır. Kimi dönemlerde de gözle görülür bir canlanma ve hareketlilik görüldü. Günümüzde ise Alevi sorunu dikkate değer bir tırmanma sürecine girmiş ve Alevi toplumu bir an önce sağlıklı bir çözüme ulaşmak için oldukça kararlı bir tutum sergiler olmuştur.