Kazım Balaban
İmam Hulki Rıza lakabıyla tanınan İmam Hulki Ali Rıza, İmam Musa-i Kazım’ın oğludur. Babasının şehit edilmesinden sonra onun vasiyeti ile 8. İmam oldu. Annesinin adı Necibe’dir. Muhtemelen 29 Aralık 765 tarihinde Medine’de dünyaya geldi. İmam Hulki Rıza da diğer ataları gibi bilge bir İmam ve halk üzerinde ciddi bir etkisi olduğu için, 24 Ağustos 818 tarihinde onu kendine bir tehlike gören Abbasi Halifesi Memun tarafından zehirlenerek şehit edildi. Kabri İran’ın şimdi Meşhed denilen Tus kentindedir.
Halife Memun, İmamlara karşı kendilerinden önceki Halifelerin 70 yıllık gelenekleri dışında önce farklı bir siyaset izleyerek ona kendisinden sonra veliahtlık önerdi. Bu yolla hem halkın isyan duygularını yatıştırmayı, hem de önüne koyduğu hedefi daha kolay gerçekleştireceğini düşündü (1). İmam Rıza önce bunu kabul etmedi. Ancak İmamın bazı şartlar ileri sürmesinin Halife tarafından kabul edilmesi üzerine bunu kabul (2) etti. Ancak Halife Memun bu siyaset ile önündeki bazı engelleri aştıktan sonra, o da ataları gibi İmamı şehit ettirdi.
1. Mü’min, kendisinde üç haslet olmadıkça mü’min olmaz: Rabbinden bir hikmet, Peygamber’inden bir hikmet ve imamından bir hikmet. Rabbinden olan hikmet, sırrı gizlemektir. Peygamber’inden olan hikmet, halkla iyi geçinmektir. İmamından olan hikmet de sıkıntı ve zorluklarda sabırlı olmaktır.
2. Nimet sahibi olan kimse, ailesine huzurlu bir geçim sağlamalıdır.
3. Peygamberlerin sıfatlarından biri de temizliktir.
4. Susmak, hikmet kapılarından bir kapıdır. Boş yere konuşmamak, muhabbet kazandırdığı gibi her hayrın da kılavuzudur.
5. Boş işler, boş sözleri gerektirir.
6. Büyük kardeş baba yerindedir.
7. Adil insan, sahip olduklarından gaflete düşmeyen kimsedir.
8. Sözünü ettiğin kimse hazırsa künyesini, hazır değilse ismini zikret.
9. Herkesin dostu onun aklıdır; düşmanı ise cehaletidir.
10. İnsanlara muhabbet beslemek aklın yarısıdır.
11. Allah dedikoduyu, malı zayi etmeyi ve her şey için insanlara ağız açmayı sevmez.
12. Müslümanda on haslet olmadıkça aklı kemale ermez: „İyiliği umulmalı, kötülüğünden emin olunmalı, başkalarının az iyiliğini çok görmeli, kendisinin çok hayrını az saymalı, ihtiyacı olanların müracaatından bıkmamalı, ömür boyu ilim talep etmekten yorulmamalı, Allah yolunda fakir olmayı zengin olmaya tercih etmeli, Allah yolunda aşağı olmayı düşmanların içerisinde aziz olmaktan üstün bilmeli, tanınmamayı meşhur olmaya üstün tutmalı, onuncusu ve en önemlisi olan ise ilk karşılaştığı herkesi kendisinden daha iyi ve daha takvalı bilmesidir.
13. İnsanlar iki kısımdır: Kendisinden daha iyi ve takvalı olan; ve kendisinden daha kötü ve daha aşağı olan. (Nazarında) Kendisinden daha kötü ve daha aşağı olan biriyle karşılaştığında şöyle demelidir: „Belki onun iyiliği gizlidedir ve bu onun yararınadır. Benim iyiliğim ise açıktadır; bu da benim zararımadır.“ Ama kendisinden daha hayırlı ve daha takvalı birini gördüğünde de, ona ulaşmak için karşısında tevazu etmelidir. Bunu yaparsa makamı yücelir, iyilikleri temiz olur, ismi iyi anılır ve zamanının efendisi olur.
14. Bir adam, „Kim Allah’a tevekkül ederse O, ona yeter.“ ayetinin manası için İmam : „Tevekkülün dereceleri vardır. Bir derecesi; bütün işlerinde O’na güvenmen, O’nun tüm işlerine razı olman, hiçbir hayır ve hiçbir hususta senin hakkında kusur (haksızlık) etmediğini ve hükmün de O’nun elinde olduğunu bilmendir. Öyleyse O’na tevekkül et ve işleri O’na bırak. Diğer bir derecesi de; ilminin kuşatmadığı gayb-ı ilahi’ye iman etmendir; o gaybın ilmini Allah’a ve O’nun eminlerine bırakman, gayb ve gayb olmayan her şeyde Allah’a güvenmendir.“
15. Bencilliğin dereceleri vardır: Bazen bencillik insanın kötü amelini onun için süsler, insan onu iyi görür, ondan hoşlanır ve iyi bir iş yaptığını zanneder. Bazen de insan Rabbine iman eder ve bununla Allah’a minnette bulunur. Oysa imanı için de Allah’a minnet borçludur.
16. Kulların en seçkini, en iyisi, iyi iş yaptığında hoşnut olan, kötü iş yaptığında mağfiret dileyen, kendisine bir nimet verildiğinde şükreden, sıkıntıya düştüğünde sabreden ve sinirlendiğinde de affeden kimsedir.
17. Tevekkül, Allah’tan başka hiçbir kimseden korkmamaktır.
18. Evlenirken yemek vermek sevaptır.
19. İmanın dört hükmü vardır: Allah’a tevekkül etmek, Allah’ın kazasına rıza göstermek, Allah’ın emrine teslim olmak ve işleri Allah’a bırakmak.
20. Bir yudum suyla bile olsa sıla-ı rahimde bulun. En iyi sıla-i rahim, akrabaya eziyet etmemektir. Allah Teâla kitabında buyurmuştur: „Sadakalarınızı minnet ve eziyet ederek batıl etmeyin.“ (3)
21. Ailesini geçindirmek için rızık peşinde olan kimsenin mükâfatı, Allah yolunda cihat eden kimsenin mükâfatından daha fazladır.
22. Asaletinde güvenilirlik, tabiatında kerem, ahlakında sebat, nefsinde şeref ve kalbinde Allah korkusu bulunmayan kimseden, dünya ve ahiret işlerinden hiçbiri için hayır bekleme.
23. Karşı karşıya gelen iki gruptan, ancak affı çok olan grup Allahtan yardım görür.
24. Cömert, yemeğini yesinler diye halkın yemeğini yer. Ama cimri, yemeğini yemesinler diye halkın yemeğini yemez.
25. Biz tıpkı Resulullah gibi verdiği sözü yerine getirmeyi kendisi için borç bilen bir Ehl-i Beytiz.
26. Güçsüze yardım etmek en iyi sadakadır.
27. İmam Rıza’ya, Halife Me’mun’un meclisinde sordular. ’’ Gece ve gündüzden hangisi daha önce yaratıldı? İmam ’’ Cevabı Allah’ın kitabından mı vereyim, yoksa senin bildiğin muhasebe yoluyla mı?“ İlk önce muhasebe yoluyla verin dediler.“ dedi. Bunun üzerine İmam „Siz dünyanın Tali’inin (4) yengeç olduğunu ve yıldızların da en yüksek derecede olduğunu söylemiyor musunuz?“, Evet, söylüyoruz dediler. İmam „Buna göre, Zühal (Saturn gezegeni), Terazi burcunda, Müşteri (Jupiter) Yengeç’te, Merih Oğlak’ta, Venüs Balık’ta, Ay Boğa’da, Güneş de göğün ortasında olup Koç burcunda olduğunda, o zaman ancak gündüz olur.“ Evet, öyledir, Şimdi de Allah’ın Kitabından cevap verin“ dediler. İmam şu ayeti okudu „Ne Güneş’in, Ay’a erişip yetişmesi yaraşır, ne de gece gündüzden öne geçer. Yani gündüz geceden öncedir. (5)
28. Akıl Allah’ın bir armağanıdır. Edep zahmetle elde edilir; zahmetine katlanan onu elde eder. Ama zahmet ve zorluğa katlanarak akıl elde etmeye çalışan, ancak cehaletini artırır.
29. Zayıf kişi, güçlü kişinin elini öpmemelidir. Çünkü bu ona tapmak gibidir.
30. Anne ağzından, kız kardeş yanağından, İmam da iki gözü arasından öpülür.
31. Allah’ın dostlarını ve dostlarının dostlarını sevmek, Allah’ın düşmanlarından nefret etmek, onlardan ve önderlerinden beraat etmek dinî vazifelerdendir.
32. Anne ve babaya iyilik etmelisin. Müşrik iseler, onlara itaat etmeyerek, dünyada onlarla iyi geçineceksin. Çünkü Allah şöyle buyurmuştur: „Bana ve anne- babana şükret; dönüş yalnız banadır. Onlar anne ve baba, hakkında bilgin olmayan şeyi bana şirk koşman için çalışırlarsa, onlara itaat etme.“ (6) Hz. Ali buyurmuştur: „Onlar (Ehl-i Kitap), alim ve rahipler için ne oruç tutuyor, ne de zikir ediyorlardı; sadece Allah’a karşı masiyet etmelerini emrettikleri zaman, onlara itaat ediyorlardı.“ (7) Resulullah şöyle buyurdular: „Kim Allah’a itaatin dışında bir mahluka itaat ederse kâfir olmuş, Allah’tan başkasını ilah edinmiştir.“
33. Allah bağışlar, zulmetmez. Kullara zulmedeceğini ve onları saptıracağını bildiği kimseye, itaat etmeyi farz kılmaz. Kâfir olacağını ve Allah’ı bırakıp şeytana ibadet edeceğini bildiği kulları da peygamberliğe seçmez. İslam, imandan başkadır. Her mü’min müslümandır, ama her müslüman mü’min değildir.
Halife Memun’un huzurunda toplanan Irak ve Horasan alimlerine sordular. „Sonra da kitabı, kullarımızdan şeçtiklerimize miras kıldık.“ (8) ayetinin manası nedir?
Ulema „Allah, bu ayetten bütün ümmeti kasdetmiştir.“
Halife Me’mun, İmam Hulki Rıza’ya sordu :“Sen ne söylüyorsun?“
İmam Rıza:“Ben onların dediği şekilde demiyorum. Allah, bu ayetten Peygamberin Ehl-i Beyt’ini kastetmiştir.“ Memun: „Allah, nasıl ümmeti değil de yalnız Ehl-i Beyt’i kasdetmiştir.“
İmam Rıza „Eğer Allah ümmeti kasdetmiş olsaydı o zaman bütün ümmet mutlaka cennete giderdi. Allah mezkur ayetin ardından şöyle buyuruyor: „Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır (mutedil hareket eder), kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda yarışır. İşte bu, pek büyük lütuf ve ihsandır.“ Daha sonra hepsine cennet vaadinde bulunup şöyle buyurmuştur: „Adn cennetleri onlarındır ; oraya girerler“(9). Buna göre, ayette söz konusu olan miras Ehl-i Beyte mahsustur; başkalarına değil. Bunlar o kimselerdir ki, Allah onların vasfında şöyle buyurmuştur: „Ancak ve ancak Allah, siz Ehl-i Beyt’ten her çeşit kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.“ (10) Resulullah onların hakkında şöyle buyurmuştur: „Ben kendimden sonra sizin aranızda iki değerli şey bırakıyorum: Biri Allah’ın kitabı, diğeri ise itretim olan Ehl-i Beytimdir. Bunlar havuzun (Kevserin) başında benimle buluşuncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmazlar. Benden sonra onlara nasıl davranacağınıza dikkat edin. Ey insanlar, onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın. Çünkü onlar sizden daha alimdirler.“
Ulema: „İtret’ten maksat Âl (Ehl-i Beyti)mdir, yoksa başkası mıdır?“
İmam: „Evet, İtret’ten maksat Âl’dır. (Ehl-i Beyt’tir).“
Ulema: Resulullah şöyle buyurdu: „Ümmetim Âl’imdir“ ve ashap da inkâr edilmeyecek müstefiz rivayetlerle, „Muhammed’in Âl’i, onun ümmetidir.“ demişlerdir.“
İmam Rıza : „Söyleyin bakalım, sadaka Âl-i Muhammed’e haram mıdır, yoksa helal mı?“
Ulema: „Evet haramdır.“
İmam Rıza : „Öyleyse sadaka bütün ümmete de haram mıdır?“
Ulema: „Hayır, haram değildir.“
İmam Rıza : İşte bu, Âl ve ümmet arasındaki farktır. Yazıklar olsun size, sizi nereye götürüyorlar? Zikir’den yüz mü çevirdiniz, yoksa azgın bir kavim misiniz? Rivayetin, açıkça seçkinler ve hidayet olanlar hakkında olup başkaları hakkında olmadığını bilmiyor musunuz?“
Ulema: „Ya Ebul Hasan, bu sözün delili nedir?“
İmam Rıza : Şu ayet: „Andolsun biz Nuh’u ve İbrahim’i elçi olarak gönderdik, peygamberliği ve kitabı onların soylarında kıldık. Öyle iken, içlerinde hidayeti kabul edenler vardır, birçoğu da fâsık olanlardır“ (11). Derken nübüvvet ve kitab mirası, hidayeti kabul edenlere geçti, fâsıklara değil. Nuh’un, Rabbinden şöyle bir istekte bulunduğunu bilmiyor musunuz? „Dedi ki: Rabbim şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin vaadin de doğrusu haktır.“ (12). Çünkü Allah Teâla Nuh’un kendisini ve ehlini kurtaracağını vaad etmişti. Rabbi de cevabında şöyle buyurdu: „Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.“(13)
Memun: „Allah, İtret’i (Ehl-i Beyt’i), diğer insanlardan üstün kılmış mı?“
İmam Rıza : „Evet, Allah İtret’i, Kur’ân’ın inkâr edilmeyecek kesin ayetlerinde başkalarından üstün kılmıştır.“
Memun: „Kur’ân’ın neresinde?“
İmam Rıza : Kur’ân’ın şu ayetinde: „Gerçek şu ki Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim soyunu ve İmran âl’ini âlemler üzerine seçti. Onlar birbirlerinden türeme bir zürriyettir. Allah işiten ve bilendir“ (14). Diğer bir ayette de „Yoksa onlar, Allah’ın fazlından verdiği şeyler için insanlara (Peygamber ailesine) haset mi ediyorlar? Doğrusu biz İbrahim soyuna kitabı, hikmeti verdik ve onlara büyük bir mülk de verdik.“(15) buyurmuştur. Ayrıca :“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygamber’e ve sizden olan ulü’l-emre de itaat edin“ (16). Yani Allah’ın, kitap ve hikmeti miras olarak verdiği kimselere itaat edin. (Ama bazıları) Bu iki mirasdan dolayı onlara haset ettiler. Nitekim
Ulema: „Allah Kur’an’da seçkin insanları açıklamış mı?“
İmam Rıza : „Evet, batına ilave olarak zahirde de Kur’ân’ın 12 yerinde açıkça beyan etmiştir.“
İlk ayet „(Öncelikle) En yakın akrabalarını korkut.“ (17) Allah bu ayette Peygamber’in Âl’ini kasdetmesi onlar için güzel bir makam, büyük bir fazilet ve yüce bir şereftir. 2. ayet : „Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah sizden her çeşit kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister“ (18). Bu da hiçbir katı düşmanın dahi inkâr etmediği bir fazilettir. 3. Ayet : Allah, yaratıklarından tertemiz olanları ayırdığında, Mübahele ayetinde Peygamber’ine şöyle emretti: „(Ey Muhammed) De ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da dua edelim ve Allah’ın lanetini yalan söylemekte olanların üstüne kılalım“ (19). Peygamber bu ayet gereğince Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatıma’yı Medine’nin dışarısına çıkardı ve onları kendisi gibi kabul etti. Ayette geçen „kendimiz“ ve „kendiniz“den maksadın ne olduğunu biliyor musunuz?
Ulema: „Allah, onunla Peygamber’in kendisini kasdetmiştir.“
İmam Rıza : Yanıldınız. Çünkü Allah onunla Ali’yi kasdetmiştir. Buna delil de Peygamberin buyurduğu şu sözdür: „Ya, Beni Velia kabilesi bundan vazgeçeceklerdir veyahut kendim gibi olan bir kişiyi onlara karşı koymak için göndereceğim.“ Yani Ali’yi. İşte bu hiçbir kimsenin, ötesine geçmiyeceği bir özelliktir; hiçbir kimsenin ihtilaf etmediği bir üstünlüktür ve daha önce hiçbir yaratığın elde edemediği bir şereftir. Çünkü Peygamber, Ali’nin nefsini kendi nefsi gibi saymıştır. 4. Ayet : Ehl-i Beyt’ten başka bütün insanları, camiden dışarı çıkardı (onların camiye açılan evlerinin kapılarını kapattı). Bu duruma halk ve özellikle Abbas itiraz etti. Abbas: „Ya Resulullah, neden Ali’yi bıra kıp da bizi dışarı çıkardın?“ dediğinde Hz. Resul şöyle buyurdular: „Ben onu bırakıp sizi dışarı çıkarmadım. Allah onu bıraktı ve sizi dışarı çıkardı.“ İşte, Resulullah, Ali’ye buyurduğu: „Harun Musa’ya nasıldıysa sen de bana öylesin.“ sözünün açıklaması da budur.
Ulema: „Bu üstünlüğün Kur’an’la ne ilişkisi vardır?“.
İmam Rıza : „Bu konuda size Kur’an’dan bir ayet okuyacağım..
Ulema: „Getir.“
İmam Rıza : „Musa’ya ve kardeşine, Mısır’da kavminiz için evler hazırlayın ve evlerinizi kıble yapın… diye vahyettik“ (20). Bu ayet Harun’un Musa’nın nezdindeki makamını beyan ediyor (Harun, Musa’nın kardeşi, yardımcısı ve veziri idi). Bu ayet Ali’nin, Peygamberin nezdindeki makamını da beyan etmektedir. Bununla birlikte Peygamber’in şu buyruğunda da (Ehl-i Beyt’in üstünlüğü için) apaçık bir delil vardır: „Bu camiye, Muhammed ve Âl-i Muhammed’den başka hiçbir kimsenin cünüp ve hayız olarak girmesi caiz değildir.“
Ulema: „Bu izah ve beyan ancak siz Resulullah’ın Ehl-i Beyt’i yanında bulunur.“ (Yani bu çeşit açıklamaları sizden başka kimse bilmez ve kabul etmez).
İmam Rıza : „Bizim bu makamımızı kim inkâr edebilir? Oysaki Resulullah (diğer bir yerde) şöyle buyurmuştur: „Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır. Kim ilim şehrini dilerse, kapısından girmelidir.“ İzah ve beyan ettiğimiz şeylerdeki üstünlüğü, şerefi, seçkinliği ve temizliği inatçı düşmanlardan başka hiç kimse inkâr etmez. Bu nimetlere karşı Allaha şükürler olsun. 5. Ayet : „Akrabalarının hakkını ver“(21). Bu, Allah’ın, Ehl-i Beyt’i mahsus kıldığı bir özelliktir. Allah onları bütün ümmetten seçkin kılmıştır. Bu ayet Resulullaha indiğinde şöyle buyurdular: „Fatıma’yı yanıma çağırın.“ Fatıma geldiğinde Resulullah: „Ey Fatıma!“ diye buyurdular. Fatıma: „Buyurun ey Allah’ın Resulü!“ dedi. Resulullah: „Fedek’i elde etmek için ne at sürülmüştür ve ne de deve. Bu yüzden Fedek bana mahsustur, diğer müslümanlara mahsus değildir. Ben Allah’ın emri üzerine onu sana bağışladım. Öyleyse onu kendin ve evladın için al.“ 6. Ayet : „De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, isteğim ancak yakınlarıma sevgidir…“(22). Bu, sadece İslam Peygamberine mahsus olan bir özelliktir, diğer peygamberlere değil. Yine Ehl-i Beyt’e mahsus olan bir özelliktir, diğer kimselere değil. Bunun beyanı şudur ki, Allah diğer peygamberlerden bu sözü naklederken, örneğin Hz. Nuh şöyle naklediyor: „Ey kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ecrim ancak Allah’a aittir. Ben iman edenleri kovacak da değilim; şüphe yok ki onlar, Rablerine kavuşacaklar, fakat ben sizi, cahillik etmekte olan bir kavim görüyorum“(23). Hz. Hud şöyle naklediyor: „Dedi ki: …Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemi-yorum. Benim ücretim ancak beni yaratana aittir. Hâlâ akıl etmeyecek misiniz?“ (24)
Ama Allah, Resulullah’a şöyle buyurmuştur: „De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir“ (25). Allah, onların kesinlikle dinden çıkmayacaklarını ve hiçbir zaman sapıklığa yönelmiyeceklerini bildiğinden dolayı onların sevgisini ve dostluğunu farz kılmıştır. Onları sevmenin farz olmasının diğer delili de şudur: Eğer bir kimse bir kimseyle dost olur da akrabalarından bazısı ona düşman olursa (ister istemez) kalp salim kalmaz (o dostluk bozulur). Allah da, Peygamber’in mübarek kalbinde hiçbir mü’mine karşı bir kırgınlık olmamasını istediği için Ehl-i Beyt’in sevgisini onlara farz kıldı. Kim bu vazifeye riayet edip, Resulullah’ı ve Ehl-i Beyt’ini severse, Resulullah’ın onu sevmemesi mümkün değildir. Ama kim bu vazifeyi terkeder, ona amel etmez ve Peygamber’in Ehl-i Beyti’ne nefret duyar ve düşmanlıkta bulunursa Resulullah da ona nefret duyar. Çünkü o adam ilahi farizelerden birini terketmiştir. Bundan daha üstün bir fazilet ve bir şeref var mıdır? Şu ayet: „De ki: sizden tebliğime karşılık hiçbir ücret istemiyorum, isteğim ancak yakınlarıma sevgidir.“ nazil olduğunda, Resulullah ashabı arasında ayağa kalkıp Allah’a hamd u sena etti ve şöyle buyurdu: „Ey insanlar, Allah size bir vazife farz kılmıştır, onu yapar mısınız?“ Hiç kimse cevap vermedi. 2. gün de ayağa kalktı ve aynı sözü tekrarladı. Yine hiç kimse cevap vermedi. 3. gün de ayağa kalkıp: „Ey insanlar, Allah size bir vazife farz kılmıştır, onu yapar mısınız?“ diye buyurunca yine hiçbir kimse cevap vermedi. Bunun üzerine: „Ey insanlar, bu vazife ne altın ve ne de gümüş gerektirir; ne yiyilecektir ve ne de içilecektir.“ buyurduğunda halk: „Artık ne buyuruyorsanız buyurun.“ dediler. Bunun üzerine Resulullah mezkur ayeti onlara tilavet etti. Onlar da: „Allah’ın istediği bu olursa, bunu yaparız.“ dediler. Ama onların çoğu, bu söze bağlı kalmadılar.
Babam ceddimden, o da babalarından ve onlar da Hz. Hüseyin’den şöyle rivayet eder: „Muhacir ve Ensar, Resulullah’ın huzuruna varıp şöyle dediler: „Ya Resulullah, hem sizin ve hem de gelen misafirlerin masrafları oluyor. İşte bu (sizin yetkinizde olan) mal ve kanlarımızdır; bu hususta istediğiniz şekilde hüküm verin. Çekinmeden dilediğiniz şeyi bağışlayın ve dilediğiniz şeyi bırakın.“ Allah (onlara cevap olarak) Ruh-ul Emin’i gönderip şöyle buyurdu: „(Ey Muhammed,) De ki Sizden hiçbir ücret istemiyorum, isteğim ancak yakınlarıma sevgidir.“ Benden sonra da akrabalarımı incitmeyin.“ Toplantıda bulunanlardan bazıları dışarı çıktıklarında şöyle dediler: „Resulullah teklifimizi, kendisinden sonra yakınlarına özenmemiz için reddetti. Bu, Peygamber’in kendi uydurup Allah’a iftirasından başka bir şey değildir.“ Elbette çok ağır bir sözdü bu. Bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi: „Yoksa, kendisi onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer onu ben uydurdumsa, bu durumda siz Allah’tan bana (gelecek) olan hiçbir şeye (karşı) malik olamazsınız. O sizin, kendisi hakkında ne taşkınlıklar yapmakta olduğunuzu daha iyi bilendir. Benimle sizin aranızda şahid olarak O yeter. O, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir“(26). Peygamber onların peşine birisini gönderdi, geldiklerinde onlara: „Sizler bir şey mi söylediniz?“ diye buyurdular. Onlar „Evet, ya Resulullah, bizlerden bazıları bizim için hoş olmayan ağır bir söz söyledi.“ dediler. Resulullah, nazil olan ayeti onlara okudu. Onlar (bunu duyunca) şiddetli bir şekilde ağladılar.
Daha sonra Allah şu ayeti nazil etti: „Kullarından tövbeyi kabul eden ve kötülükleri affeden ve işlemekte olduklarınızı bilen O’dur“ (27). 7. Ayet : „Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin“ (28). Bunu düşmanlar da biliyorlar ki, bu ayet nazil olduktan sonra halk: „Ya Resulullah, biz sana selam vermeyi biliyoruz, fakat salat nasıl olur?“ diye sordular. Peygamber buyurdular ki, şöyle deyin: „Allahumme salli ala Muhammed’in ve Âl-i Muhammed, kema salleyte ala İbrahim’e ve Âl-i İbrahim, inneke Hamidun Mecid.“
İmam Rıza orada bulunanlara sordu. „Ey Cemaat, sizler arasında bu konuda bir ihtilaf mı var?“
Ulema : „Hayır.“
Halife Memun : Bu konuda asla ihtilaf yoktur, bilakis ittifak vardır. Fakat Ehl-i Beyt hakkında bundan daha açık bir ayet var mı?“
İmam Rıza : Söyleyin bakalım „Yâ-sîn ve’l Kur’an’il Hakim, inneke le minel murselin, ala sıratin mustakim“ ayetlerinin başında geçen „Yâ-sîn“ kelimesinden kasdedilen kimdir?.
Ulema : „Yasin, Muhammed’dir ve bunda hiçbir şüphe yoktur.“
İmam Rıza : Allah, bu konuda Muhammed ve Âl-i Muhammed’e öyle bir fazilet vermiştir ki, hiç kimse vasfının hakikatine erişemez. Çünkü Allah, Peygamberlerin dışında, başka hiç kimseye selam vermemiştir. Allah buyurmuştur ki: „Alemler içinde Nuh’a selam olsun“ (29). „İbrahim’e selam olsun“ (30). „Musa’ya ve Harun’a selam olsun“ (31). Ama Allah „Nuh’un âl’ine selam olsun“ veya „İbrahim’in âl’ine selam olsun.“ veyahut „Musa ve Harun’un âl’ine selam olsun.“ buyurmamıştır. Sadece Âl-i Yâsîn’e selam olsun. diye buyurmuştur. Yani Muhammed’in Ehl-i Beyt’ine.
Memun: „Andolsun ki, bu nükte ve bu izah ve beyan, ancak nübüvvet madeninde olabilir.“ 8. Ayet :
„Bilin ki, ganimet olarak ele geçirdiğiniz şeylerin beşte biri muhakkak Allah’ın, Peygamber’in ve yakınlarınındır…“ (32). Allah, kendine ve Peygamber’ine bir pay ayırdığı gibi yakınlara da bir pay ayırdı. İşte bu, Âl (Ehl-i Beyt) ve ümmet arasındaki farktır. Çünkü Allah, Âl’i (Ehl-i Beyt’i) bir mevkide karar kılmış, diğer insanları da ondan aşağıdaki bir mevkide. Kendisi için beğendiğini onlar için de beğenmiştir ve bu konuda onları seçkin kılmıştır. Kendisi ve onlar için beğendiği her fey, ganimet ve diğer şeylerde ilk önce kendisini, sonra Peygamber’i, daha sonra da Peygamber’in yakınlarını zikretmiştir. Nitekim (Humus ayetinde) şöyle buyurmuştur: „Bilin ki, ganimet olarak elde ettiğiniz şeylerin beşte biri mutlaka Allah’ın, Peygamber’in ve yakınlarınındır…“ İşte bu ayet Allah’ın natık kitabında kıyamete kadar onlar için açık bir te’kid ve daimi bir emirdir. Öyle bir kitaptır ki , „Batıl, ona önünden de ardından da yaklaşamaz. (Çünkü O) Hüküm ve hikmet sahibi olan ve çok övülen (Allah) tarafından indirilmiştir“ (33). Ama ayetin ardında zikredilen yetim ve yoksullara gelince; (onların durumları yakınlardan farklıdır, çünkü) yetim baliğ olduğunda humus sahipleri sırasından çıkar ve onun için bir pay olmaz. Yoksul da zengin olduğunda ganimetlerden onun için bir pay olmaz; ganimeti almak da onun için caiz değildir. Ama yakınların payı kıyamete kadar, ister zengin olsunlar, ister fakir, onlar için sabittir. Çünkü Allah ve Resulü’nden daha zengin hiçbir kimse yoktur, bununla birlikte kendisi ve Resulü için ganimetten bir pay ayırmıştır. Kendisine ve Resulü’ne beğendiği şeyi yakınları için de beğenmiştir. Böylece savaş yapılmadan elde edilen mal hakkında da kendisi ve Resulü için istediği şeyi yakınları için de istemiştir. Ganimette olduğu gibi ilk olarak kendi hakkını, sonra Peygamber’in hakkını ve daha sonra da Resulullahın yakınlarının hakkını zikrederek onları Allah ve Resulu’nün ismiyle birlikte ve onların peşinden zikretmiştir.
İtaat konusunda da durum aynıdır. Allah buyurmuştur ki: „Ey iman edenler, Allaha itaat edin, Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahibine (Ulü-lemr) itaat edin.“ (34). Burada da yine ilk önce kendisini, sonra Peygamber’i ve daha sonra da Ehl-i Beyt’i zikretmiştir. Velayet ayetinde de Allah şöyle buyurmuştur: „Sizin veliniz, (ve yetki sahibiniz) ancak Allah’tır, O’nun Resulüdür ve inananlardır…“ (35) Yani Emir-ül Mü’minin Ali’dir. Allah ganimet ve fey’de, kendi payını ve Peygamber’in payını onların payıyla birlikte ve beraber zikrettiği gibi onların velayetini (yöneticilik hakkını) ve Peygamber’e itaati kendisine itaatle birlikte zikretmiştir. Allah’ın, Ehl-i Beyt’e olan bu nimeti ne kadar da büyüktür. Ama sadaka meselesi geldiğinde; (Allah) kendisini, Resulü’nü ve Resul’ünün Ehl-i Beyti’ni ondan münezzeh kıldı ve şöyle buyurdu: „Sadakalar, Allah’tan bir farz olarak yalnızca fakirler, düşkünler, (zekât) işinde görevli olanlar, kalpleri (İslam’a) ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmışlar içindir’’ (36). Bunların arasında Allah, kendisi, Resul’ü ve yakınları için bir pay tayin ettiğini bulabilir misiniz? Münezzeh kılma sırası geldiğinde, kendisini, Resul’ünü ve Resul’ünün Ehl-i Beyt’ini ondan münezzeh kıldı. Münezzeh kılmakla yetinmeyip sadakayı onlara haram kıldı. Çünkü sadaka Muhammed ve Ehl-i Beyt’ine haramdır. Sadaka insanların malının kiri olduğu için onlara helal değildir. Çünkü onlar her çeşit kirden münezzeh kılınmışlardır. Allah onları her çeşit kirden münezzeh kılıp seçtiğinde kendisine beğendiği şeyi onlar için de beğenmiştir; kendisine beğenmediği şeyi onlar için de beğenmemiştir. 9. Ayet : Biz zikir ehliyiz; öyle zikir ehli ki Allah Teâla, kitabında (onların hakkında) şöyle buyurmuştur: „Eğer bilmiyorsanız zikir ehlinden sorun „(37).
Ulema : Allah bu ayetten Yahudi ve Hıristiyan alimlerini kasdetmiştir.
İmam Rıza : „Böyle bir şey mümkün mü? O zaman bizi kendi dinlerine çağırırlar ve „bizim dinimiz İslam dininden daha üstündür“ derler.“
Halife Memun: „Ya Ebul Hasan, bunların sözünün reddinde bir izah ve beyanın (delilin) var mıdır?“
İmam Rıza : „Evet, zikir Resulullah’tır, biz ise zikrin ehliyiz. Talak suresinin şu ayetiyle bu konu açıklığa kavuşmuştur: „Ey inanan akıl sahipleri, Allah’tan korkup sakının. Doğrusu Allah, O’nun apaçık ayetlerini size okuyacak bir resul, bir zikir indirmiştir “ (38). Bu ayetteki zikir Resulullah’tır, biz ise onun ehliyiz. 10. Ayet : Bu ayet Tahrim ayetidir: „Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz… size haram kılındı“ (39). Söyleyin, Eğer Resulullah hayatta olsaydı benim kızım veya oğlumun kızı veyahut soyumdan gelen kızlarla evlenmesi doğru olur muydu?“
Ulema: „Hayır, olmazdı.“
İmam Rıza : „Sizin kızlarınızla nasıl; evlenebilir miydi?
Ulema: „Evet evlenebilirdi.“
İmam Rıza : „Öyleyse bu, bizim O’nun Ehl-i Beyt’i olduğumuza bir delildir, sizin değil. Eğer O’nun Ehl-i Beyt’inden olsaydınız, bizim kızlarımızın O’na haram olduğu gibi sizin de kızlarınız O’na haram olurdu. Demek ki biz onun Ehl-i Beyt’indeniz, siz ise onun ümmetindensiniz. İşte âl (Ehl-i Beyt) ve ümmet arasındaki fark budur. Âl (Ehl-i Beyt) Peygamber’in kendisindendir, fakat ümmet böyle değildir. 11. Ayet : Mü’min suresindeki şu ayettir: „Firavun âl’inden (ailesinden) imanını gizlemekte olan mü’min bir adam dedi ki: Siz, benim Rabbim Allah’tır, diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunmaktadır…“ (40). Bu adam Firavun’un dayısı oğluydu. Allah onu, nesebinden dolayı Fıravun’a nisbet etmiştir, dininden dolayı değil. Böylece biz de doğum yönünden Peygamber’in Ehl-i Beyt’i olduğumuz için O’na mahsus kılınmışız, din yönünden ise bütün insanlar gibi sayılmışız. Bu da âl (Ehl-i Beyt) ve ümmet arasındaki diğer bir farktır. 12. Ayet : „Ehline zikri emret ve kendin de ona karşı sabırlı ol“ (41). Allah bizi bu özellikle üstün kılmıştır. Çünkü bizi de onunla beraber zikire emretmiştir. Sadece bizi bu özellikle üstün kılmıştır, ümmeti değil. Resulullah bu ayet nazil olduktan sonra 9 ay boyunca her gün zikir vakitlerinde Ali ve Fatıma’ın kapısına gelip şöyle buyuruyordu: „Zikire! Allah size rahmet etsin.“ Allah, Peygamber’in bütün ailesi içerisinde bize yaptığı bu bağışı, peygamberlerin evlatlarından hiçbiri hakkında yapmamıştır. Bu da âl (Ehl-i Beyt) ve ümmet arasındaki diğer bir farktır.
Hamd Alemlerin Rabb’i olan Allah’a mahsustur ve Allah’ın salatı Peygamberi Muhammed’e olsun.
DİPNOTLAR :
1. Delail-ül İmame, s.197. Menakıb-ı İbn-i Şehraşub, c.4, s.363.
2. Usul-u Kafi, c.1, s.489. İrşad-ı Müfid, S 290. Fusul-ul Mühimme, s.237. Tezkiret-ul Havas, s.352. Menakıb-ı İbn-i Şehraşub, c.4, s.363.
3. Ey iman edenler! Sadakalarınızı, başa kakmak, gönül kırmakla boşa gidermeyin. O adam gibi ki, insanlara gösteriş için malını dağıtır da ne Allah’a inanır, ne ahiret gününe. Artık onun hâli, bir kayanın hâline benzer ki, üzerinde biraz toprak varmış, derken şiddetli bir sağnak inmiş de onu yalçın bir kaya halinde bırakıvermiş. Öyle kimseler, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu doğru yola iletmez (Bakara : 264)
4. Tali, eski astronomi ilmine göre herhangi bir şeyin talii, o şeyle ilgili farzedilen belirli bir zamanda doğu ufkuna rastlayan Burçlar Dairesi’nin bir bölümüne denir.
5. Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler. (Yâsin : 40)
6. Gerçi biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. (Biz insana): „Bana, anana ve babana şükret“ diye de tavsiye ettik. Dönüş, ancak banadır.Bununla beraber eğer her ikisi de bilmediğin bir şeyi, bana ortak koşman hususunda seni zorlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelenlerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak banadır. O zaman ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim. (Lokman : 14 / 15)
7. Kur’an’da Ehl-i kitap, alim ve rahiplerini ilah edindikleri için kınanmışlardır. Bu hadis, ilah edinmekle neyin kasdedildiğini beyan etmiştir.
8. Sonra biz o kitabı kullarımızdan süzüp seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan da nefislerine zulmeden var, orta yolu tutan var, Allah’ın izniyle hayırlarda ileri geçenler var. İşte bu büyük lütuftur. (Fatır : 32)
9. Onlara Adn cennetleri vardır. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Orada elbiseleri de ipektir. (Fatır : 33)
10. Hem vakarınızla evlerinizde durun da önceki cahiliyet devrinde olduğu gibi süslenip çıkmayın. Namazı kılın, zekatı verin. Allah ve Resulü’ne itaat edin. Ey ehli beyt! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz, pampak yapmak istiyor. (Ahzab : 33)
11. Andolsun, Nuh’u ve İbrahim’i elçi gönderdik, peygamberliği ve kitabı bunların zürriyetleri arasına koyduk. Onlardan yola gelen de vardı, ama onlardan çoğu yoldan çıkmışlardı. (Hadid : 26)
12. Nuh Rabbine niyaz edip dedi ki: „Ey Rabbim! Oğlum benim ehlimdendi senin vaadin de elbette haktır ve gerçektir. Ve sen hakimler hakimisin.“ (Hud : 45)
13. Allah: „Ey Nuh! O kesinlikle senin ehlin (âilen)’den değildir. Çünkü o salih olmayan bir amelin sahibidir. Hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım.“ (Hud : 46)
14. Gerçekten Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu âlemler üzerine seçkin kıldı..Bir zürriyet olarak birbirinden gelmişlerdir. Allah her şeyi işitendir, bilendir. (Ali İmran : 33 / 34)
15. Yoksa onlar, Allah’ın lütuf ve kereminden insanlara verdiği nimetleri kıskanıyorlar mı? Şüphesiz biz, İbrahim ailesine de kitap ve hikmeti vermiştik. Hem de onlara büyük bir mülk ve saltanat ihsan ettik. (Nisa : 54)
16. Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir. (Nisa : 59)
17. (Önce) en yakın hısımlarını uyar. (Şuarâ : 214)
18. (Ahzab : 33) 10 Numaralı Dip notu.
19. Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: „Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da lanetleşelim; Allah’ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim“. (Ali İmran : 61)
20. Biz Musa ile kardeşine şöyle vahyettik: „Kavminiz için Mısır’da birtakım evler hazırlayın ve evlerinizi kıbleye karşı yapın ve namazı kılın ve müminlere müjde verin.“ (Yunus : 87)
21. Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma (İsra : 26)
22. İşte Allah iman edip salih amel işleyen kullarını bununla müjdeler. Ey Muhammed! De ki: „Ben bu tebliğime karşı sizden akrabalıkta sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum.“ Her kim bir iyilik yaparsa biz onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını verir. (Şura : 23)
23. „Ey kavmim! Ben sizden herhangi bir mal mülk istemiyorum. Benim mükafatım ancak Allah’a aittir. Ve ben ona iman edenleri kovacak değilim. Onlar elbette Rablerine kavuşacaklar. Fakat ben de sizi cahillik eden bir kavim görüyorum.“ (Hud : 29)
24. „Ey kavmim! Bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak beni yaratana aittir. Artık akıllanmayacak mısınız?“ (Hud : 51)
25. İşte Allah iman edip salih amel işleyen kullarını bununla müjdeler. Ey Muhammed! De ki: „Ben bu tebliğime karşı sizden akrabalıkta sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum.“ Her kim bir iyilik yaparsa biz onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını verir. (Şura : 23)
26. Yoksa, „Onu (Muhammed) uydurdu.“ mu diyorlar? Sen de ki: „Eğer onu ben uydurmuşsam Allah’tan bana gelecek cezayı savmaya sizin gücünüz yetmez. O sizin yaptığınız taşkınlıkları daha iyi bilir. Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. O çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Ahkaf : 8)
27. Kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri affeden ve sizin yaptıklarınızı bilen O’dur. (Şura : 25)
28. Gerçekten Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin. (Ahzab : 56)
29. Bütün âlemler içinde Nuh’a selam olsun. (Saffat : 79)
30. Selam olsun İbrahim’e… . (Saffat : 109) .
31. Selam olsun, Musa ile Harun’a. (Saffat : 120)
32. Şunu da biliniz ki, ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyden beşte biri mutlaka Allah içindir. O da peygambere ve ona yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara aittir. Eğer siz Allah’a iman etmiş, hak ile batılın ayrıldığı o gün, iki ordunun karşı karşıya geldiği o (Bedir) günü kulumuza indirdiğimiz âyetlere iman getirmiş iseniz bunu böyle biliniz. Ve biliniz ki, Allah, herşeye kâdirdir. (Enfal : 41)
33. Ona ne önünden, ne de ardından batıl gelemez. O hüküm ve hikmet sahibi, öğülmeye layık olan Allah tarafından indirilmiştir. (Fussilet : 42)
34. Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir. (Nisa : 59)
35. Sizin asıl dostunuz Allah’tır, O’nun Resulüdür ve zikirlerini yapan, zekatlarını veren ve rükû eden müminlerdir. (Maide : 55)
36. Sadakalar ancak şunlar içindir: Fakirler, yoksullar, o işte çalışan görevliler, müellefe-i kulûb (kalbleri İslâm’a ısındırılacaklar), köleler, borçlular, Allah yolundakiler, yolda kalmışlar. Allah tarafından böyle farz kılındı. Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tövbe : 60)
37. (Ey Peygamber!) Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bunu bilmiyorsanız Tevrat ve İncil âlimlerine sorun. (Nahl : 43)
38. Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O halde ey inanan akl-ı selim sahipleri! Allah’tan korkun, Allah size bir uyarıcı gönderdi. Size Allah’ın açık açık âyetlerini okuyan bir elçi (gönderdi) ki inanıp faydalı işler yapanları, karanlıklardan aydınlığa çıkarsın. Kim Allah’a inanır ve yararlı iş yaparsa (Allah) onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. Allah ona gerçekten ne güzel rızık vermiştir. (Talak : 10 / 11)
39. Size şunları nikahlamak haram kılındı: Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek ve kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kızkardeşleriniz ve karılarınızın anneleri, ve kendileri ile zifafa girdiğiniz kadınlarınızdan olan ve evlerinizde bulunan üvey kızlarınız. Eğer üvey kızlarınızın anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Sulbünüzden gelen (öz) oğullarınızın hanımları ile evlenmeniz ve iki kız kardeşi birlikte nikahlamanız da haramdır. Ancak cahiliyyet devrinde geçen geçmiştir. Şüphesiz ki Allah gafur (çok bağışlayıcı) ve çok merhamet edicidir. (Nisa : 23)
40. Firavun ailesinden imanını saklayan bir adam da şöyle dedi: „Bir adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Halbuki o size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Hem o bir yalancı ise çok sürmez, yalanı boynuna geçer. Fakat doğru ise size yaptığı tehditlerin birkısmı olsun başınıza gelir. Şüphe yok ki Allah aşırı giden bir yalancıyı doğru yola çıkarmaz.“ (Mü’min : 28)
41. (Ey Muhammed!) Ehline zikir etmelerini emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırırız. Güzel akibet takva sahiplerinindir. (Taha : 132)