Ehli Beyt, şanı yüce Allah’ın en büyük nimeti

Peygamber efendimiz Hz. Muhammed, Allah’ın duası ve selamı ona ve tertemiz Ehli Beytine olsun, buyurdu ki:

“Sizleri nimetleri ile beslediğinden dolayı Allah’ı seviniz. Allah’ı sevdiğinizden dolayı beni seviniz ve beni sevdiğinizden dolayı da Ehli Beyt’imi seviniz!” (1*)

Yeryüzünde insanoğlu için en büyük iki değer vardır. Biri beslenmesi için ihtiyaç duyduğu maddeler ve ikincisi ise manevi değerlerdir. Manevi değerler derken, sevgi, saygı, dürüstlük, doğruluk, paylaşım, dayanışma, hoşgörü, alçakgönüllülük gibi değerleri kastediyorum. Bu maddi ve manevi iki değer birbirine bağlı ve birbirini tamamlayandır. Tıpkı insanoğlunun vücudunun ve ruhunun birbirini tamamladığı ve birbirine bağlılığı gibidir. Vücudumuzun besine ihtiyaç duyduğu gibi, ruhumuzun da manevi değerlere ihtiyacı vardır. Manevi değerlerden yoksun bir hayatın düşünülmesi bile kötüdür. Ruhumuzun gücü, ondan beslendiği manevi değerlerden oluşur. Vücudumuzun gücü de ondan beslendiği maddelerden oluşur. Manevi değerlerin tümü, netice itibarıyla sevgiye dayanır. Sevgisiz yapılan ve sevgiye dayanmaya her şey değersizdir. 

Şanı yüce Allah, insanoğluna maddi ve manevi iki nimet vermiştir. Maddi olan nimeti, bizi onunla beslediği yiyecek, içecek ve doğadaki geri kalan özelliklerdir. Manevi nimeti ise, insanların rahat, esenlik, iyilik ve barış içinde yaşayabilmesini sağlamak için,  elçileriyle (peygamberlerle) oluşturduğu ortamdır. Bu sebeptendir ki, peygamber efendimiz hadisi şerifinde önce Allah’a duymamız gereken sevginin sebebi ile başlamıştır. Şanı yüce Allah’a göstereceğimiz bu sevginin devamını ve doğruluğunu, ona (peygamber efendimize) gösterilmesi gereken sevgiye bağlamıştır. Peygamber efendimize gösterilen bu sevginin devamı ve doğruluğu, ancak Ehli Beyte gösterilen sevgi ile kanıtlanabilir. Nitekim Ehli Beyti hakkıyla sevmek, peygamber efendimizi hakkıyla ve samimi sevdiğimizin kanıtıdır. Peygamber efendimizi hakkıyla sevmek, şanı yüce Allah’a olan sevgimizin doğruluğunun ve samimiyetinin kanıtıdır. Şanı yüce Allah’ı hakkıyla ve samimi seven bir insan, peygamber efendimizi hakkıyla ve samimi sevmelidir. Peygamber efendimizi hakkıyla ve samimi seven bir insan, Ehli Beyti de hakkıyla ve samimi bir şekilde sevmelidir. Bu yüce sevgi birbirine bağlıdır. Biri olmazsa öbürü hiç olmaz. Şanı yüce Allah’ı gerçekten sevenlerin, peygamber efendimizi sevmemeleri mümkün değildir. Peygamber efendimizi gerçekten sevenlerin, Ehli Beyti sevmemeleri mümkün değildir.

Allah’a inanan insanları (Müslümanları) değerlendirdiğimizde,  hadisi şerifte birbirine bağlı olarak beyan edilen bu sevgiyi onlarda görebiliyor muyuz?

Peygamber efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.a.s.) sevdiklerini iddia eden bütün Müslümanlar, peygamber efendimizin Ehli Beytini hakkıyla seviyor mu?

Bu iki sorunun cevabı ne yazık ki hayırdır!

İnsanoğlu sevdiklerinin isimlerini ve kimliklerini bilmez mi? Muhakkak bilir. Ehli Beyti sevdiklerini iddia eden bütün Müslümanlar Ehli Beytin kim olduklarını biliyorlar mı?

İnsanoğlu, sırf sevdiklerinin isimlerini bilmekle, o kişileri sevdiğini kanıtlayamaz. O sevdiklerine karşı olan sevgisini ve bunun duygusunu hayatı içinde yaşar ve paylaşır. Aksi takdirde samimi sevgiden uzak olduğumuzu kanıtlarız.

Müslümanlar, Ehli Beyte olan sevgilerini nasıl yaşıyor ve paylaşıyorlar?

Kimseye iftira etmiyoruz ve öyle bir amacımız da yoktur. Herkes kendi kendini bu konuyla ilgili soruşturabilir. Aynı zamanda etrafındaki insanların, bu konuyla ilgili ne düşündüklerine de bakabilir. Bunu,  kardeşçe, sevgi ve saygı içinde yapabiliriz. Birlikte yaşamanın daha güzelleşmesi ve gerçeğin bilinmesi uğruna birbirimizi kırmadan yol alabiliriz. Başka toplumlar bunu nasıl başardıysa, bizim de başarmamız mümkündür. Bunu başarmanın yolu ise kendimizi sorgulamaktan geçer.   

 

 

(1*)

Sünni kaynaklar:

  1. Ebu Abdullah İsmail bin İbrahim el-Cu’fi el-Buhari,      vefatı 256 hicri, “Tarih’ul-Kebir” kitabında, c: 1, s: 183, Buhari, Ehli      Beyte olan sevgisizliğini, bu hadisi şerifin sırf baş tarafını aktararak      bir daha kanıtlamış.
  2. Ebu İsa Muhammed bin İsa el-Tırmizi, vefatı 279      hicri, “Sunen” kitabında, c: 5, s: 329
  3. Hafız Ebil-Kasem Suleyman bin Ahmed el-Tabarani,      vefatı 360 hicri, “El-Mu’cem el-Kebir” kitabında, c: 3, s: 46; c: 10, s:      281
  4. Abdullah bin ‘Adey, vefatı 365 hicri, “El-Kâmil”      kitabında, c: 7, s: 112
  5. Ebu Abdullah Muhammed bin Abdullah el-Hâkim      el-Nisaburi, vefatı 405 hicri, “El-Mustedrek” kitabında, c: 3, s: 150
  6. Ebu Nu’aym Ahmed bin Abdullah el-İsfahani, vefatı      430 hicri, “Hilyet’ul-Evliya” kitabında, c: 3, s: 211
  7. Ahmed bin Ali bin Sabit Ebu Bekr el-Hatib      el-Bağdadi, vefatı 463 hicri, “Tarih Bağdad” kitabında, c: 4, s: 381
  8. Ebu Muzaffar Mansur bin Muhammed el-Sam’âni, vefatı      489 hicri, “Tefsir” kitabında, c: 2, s: 453
  9. Şereful-İslam bin Sa’iyd el-Muhessin bin Kerrâme,      vefatı 494 hicri, “Tenbiyh’ul-Ğâfiliyn” kitabında, s: 45
  10. Hafız İbin ‘Asakir Ebi Kasem Ali bin Hasan bin      Hibetullah bin Abdullah el-Şafii, vefatı 571 hicri, “El-Erbe’iyn      el-Buldaniye” kitabında, s: 76; “Tarih Medinet Dimaşk” kitabında, c: 54,      s: 363
  11. Ebul-Hasan Ali bin Muhammed İbin Esir, vefatı 630      hicri, “Usud’ul-Ğâbe” kitabında, c: 2, s: 13
  12. Muhibbuddin Ahmed bin Abdullah el-Tabari, vefatı 694      hicri, “Zahair’ul-‘Ukba” kitabında, s: 18
  13. Cemaluddin Ebil-Haccâc Yusuf el-Meziy, vefatı 742      hicri, “Tehziyb’ul-Kemâl” kitabında, c: 15, s: 64
  14. Şemsuddin Muhammed bin Ahmed bin ‘Usman el-Zehebi,      vefatı 748 hicri, “Siyeru A’lâm el-Nubala” kitabında, c: 9, s: 582;      “Mizân’ul-İ’tidâl” kitabında, c: 2, s: 432; “Tarih el-İslâm” kitabında, c:      8, s: 224; c: 10, s: 296
  15. Cemaluddin Muhammed bin Yusuf bin Hasan bin Muhammed      el-Zarandi el-Hanefi, vefatı 750 hicri, “Nazmu durer el-Samtayn”      kitabında, s: 231
  16. İmamuddin İsmail bin ‘Umar İbin Kesir el-Dimaşki,      vefatı 774 hicri, “Tefsir” kitabında, c: 4, s: 123
  17. Takiyuddin Ahmed bin Ali bin Abdulkadir el-Makriyzi,      vefatı 845 hicri, “İmta el-Esma” kitabında, c: 11, s: 178
  18. Celaluddin Abdurrahman bin Kemaluddin el-Mısri      el-Suyuti, vefatı 911 hicri, “Câmi’us-Sağiyr” kitabında, c: 1, ; c: 17, s:      406
  19. Nuruddin Ali bin Abdullah bin Ahmed el-Semhudi,      vefatı 911 hicri, “Cevahir’ul-‘İkdeyn” kitabında, c: 2, s: 247
  20. Şihabuddin Ahmed bin Muhammed bin Ali el-Heytemi,      vefatı 926 hicri, “Sav’ik el-Muhrika” kitabında, s: 172, 187
  21. Muhammed bin Yusuf el-Salihi el-Şami, vefatı 942      hicri, “Subul el-Huda vel-Reşâd” kitabında, c: 11, s: 8
  22. Muttaki Ali bin Husameddin el-Kureyşi el-Hindi,      vefatı hicri 977, “Kenz’ul-‘Ummâl” kitabında, c: 12, s: 95
  23. Zeynuddin Abdurrauf bin Tacul-Arifin el-Munavi,      vefatı 1031 hicri, “Faydul-Kadir” kitabında, c: 1, s: 230
  24. Şehâbuddin Mahmud El-Âlusi, vefatı 1270 hicri,      “Tefsir” kitabında, c: 25, s: 32
  25. Suleyman bin İbrahim el-Kunduzi el-Hanefi      el-Nakşibendi, vefatı 1294 hicri, “Yenabi’ul-Mevedde” kitabında, c: 2, s:      256