• Alevilik ve Bektaşilikte Hızır

    Hazırlayan: Hasan Yedigöl

    Alevi- Bektaşi inancı içinde Hızır kültürü önemli bir yer işgal eder. Hızır, dara düşenlerin, hastaların, fakirlerin kurtarıcısı, her derde derman olan Ab-ı Hayat’ı içmiş bir ölümsüzdür. Hızır Aleyhisselam, Hızır Nebi veya Boz Atlı Hızır olarak çağrılır ve çağrıldığında da geleceğine gönülden inanılır.

    Hayatın her anında yanlarında olduğuna inanılan Hızır’ın Alevilerde her zaman çok sevilip, saygı duyulmasının nedeni her daim yardıma geleceği inancının dışında Hz. Ali ile ilişkilendirilmiş olmasıdır.

    Hızır’ın Hz. Adem devrinde hayatta olup, Nuh Tufanı’ndan sonra, o zamana kadar muhafaza edilen Hz. Adem’in cesedinin defin merasiminde bulunduğu, bunu yaptığı için Allah tarafından ömrünün kıyamete kadar uzatıldığı, sonraki pek çok peygambere musahiplik yaptığı, hatta Hz. Peygamber’le buluştuğu, üstelik Hz. Peygamber’in defni sırasında bile hazır bulunup Hz. Ali’yle görüştüğü vs. şeklinde hakkında sayısız rivayet ve hikayeler vardır.

    Hızır’ın ebedi hayatta olduğuna inananların, Mutasavvıfların Hızır’la görüşüp sohbet ettiklerini anlatan sözlü ve yazılı pek çok rivayet, menkıbe ve fıkralar bu konudaki inanışlarını daha da sağlamlaştırmaktadır.

    Özellikle Oniki İmam (İmamiye) Şii’liğinde Hızır’ın sağ olduğuna kesinlikle inanılmaktadır. Yine bu doğrultuda yapılan bir rivayete göre Hızır, Hz. Ali’nin vefatında gelip cenaze merasimine katılmış ve Ehl’i Beyt’e başsağlığı dilemiştir. Hz. Hüseyin şehit olduğu zaman, arkasından mersiye okumuştur. (Gülsani Razi Serhi, İstanbul, 1972, s.58)

    Bütün bu örnekler, Hızır’ın üzüntülü ve felaketli günlerde Peygamber sülalesinin tesellicisi olduğuna inanıldığını ortaya koyar. Aslında Şii’likte Hızır’ın sağ olduğuna bu derece kuvvetle inanılması belli ölçüde iman kavramının mistik yönüyle ilgilidir. Şöyle ki: Nasıl Hz. Musa ve Hızır ilişkisinde birincisi şeriatı öteki Batıni’yi temsil ediyorsa, ilk imam Hz. Ali ile Hz. Muhammed de aynı çerçevede görülmektedir. Yani Hz. Muhammed’in Batıni’yi temsil eden Hızır’ı Hz. Ali’dir. Henry Corbin’in naklettiğine göre, Şii’lerin elindeki Hz. Ali’ye izafe edilen meşhur hutbelerden birinde, yaradılıştan bu yana yer yüzündeki çeşitli din mensupları arasında Hz. Ali’nin hangi isimler altında göründüğünü anlatan bir parça bulunmaktadır. Bu parçada Hz. Ali, Hristiyanlara hitaben ‘Ben İncil’de adına İlya denilen kişiyim’ demektedir. (Henry Corbin, L`Imagination Creatrice Dans Le Soufisme Ibn Arabi, Paris, 1976 2.bs, s.51). Burada Ali adı ile İlya, DAHA DOĞRUSU Eli arasındaki benzerlik gözden kaçırılmamalıdır. Çünkü böylece Hz. Ali’nin Eli (İlya) olduğuna dikkat çekilerek, Hızır’la, İlya’nın aynı kişi olduğu hatırlanırsa, Hz. Ali’nin de Hızır olduğu vurgulanmak istemiştir. İşte Pir Sultan Abdal’ın nefesinde dile getirdiği Hızır ile Hz. Ali özdeşleştirmesi de ona duyulan bu yüce sevginin ibr yansımasıdır.

    Binbir adı var; bir adı Hızır
    Nerede çağırırsan orada hazır
    Ali padişahtır, Muhammet vezir
    Bu fermanı yazan Ali değil mi?

    Ancak daha dikkatle bakıldığında, Hızır-İlyas denilen bu şahsiyetten de gerçekte Hızır’dan başkasının kastedilmediği anlaşılacaktır. Halk belleği bu birleştirmeyi yaparken, Hızır yanında sönük kalan İlyas’ın adını onunkine eklemekte yine Hızır’ı öne aldığını göstermiş olmaktadır. Başka bir deyişle, Hızır’ın İlyas’tan başkası olmadığı halk inançlarında da bir kere daha kendini meydana koymuştur. Hanry Corbin’in naklettiğine göre, Şii’lerin elindeki Hz. Ali’ye izafe edilen meşhur hutbelerden birinde, yaradılıştan bu yana yeryüzündeki çeşitli din mensupları arasında Hz. Ali’nin hangi isimler altında göründüğünü anlatan bir parça bulunmaktadır. Bu parçada Hz. Ali, Hristiyanlara hitaben ‘Ben İncil’de adına İlya daha doğrusu Eli denilen kişiyim’ demektedir. Burada Ali adı ile İlya arasındaki benzerlik gözden kaçırılmamalıdır. Çünkü böylece Hz. Ali’nin Eli (İlya) olduğuna dikkat çekilere, Hızır’la İlya’nın aynı kişi olduğu hatırlanırsa, Hz. Ali’nin de Hızır olduğu vurgulanmak istenmiştir. Bektaşi şairlerinden Şükrü Metin Baba’nın da Hızır ile Hz. Ali’yi özdeşleştiren ve Süryani dilinde Hızır’ın diğer adının Behruz olduğunu ifade eden nefesinin bir bölümü şöyledir:

    Zulmet deryasını nur edip gelen
    Hızır-İlyas Şah-ı Merdan Ali’dir
    Garibin, mazlumun halini bilen
    Hızır- İlyas Şah-ı Merdan Ali’dir

    Bir anda cevelan eder cihanı
    Kalbi saf olanın destü damanı
    Bir ismi Behruz’dur lisanı Süryani
    Hızır- İlyas Şah-ı Merdan Ali’dir.

    Bazı destanlarda da örneği Ebu Müslimane’de Hızır’ın yerini Hz. Ali almıştır. Yine bazı hikayelerin ( Örn. Tufarkanlı Abbas) Sünni versiyonunda kurtarıcı Hızır olurken, Şii’lerin anlatımında Hz. Ali olur. Ona olan saygının bir ifadesi olarak da Bektaşilikteki Oniki posttan (Oniki Makam) sonuncusu olan muhmandar postu (misafir postu) Hızır’ı temsil eder. Alevi ve Bektaşilerde eve gelen misafirin Hızır olabileceği inancı, misafire Hızır veya Hz. Ali gelmiş gibi hizmet edilir. Eski geleneklerde her tekke ve evde ‘Gaip Erenler’ hissesi için biraz yemek ayrılır, gelen misafirlere ya da fakirlere verilirdi. Misafir gelmeyen, yenilip içilmeyen evler makbul olmaz, bereketli olmayacağına inanılırdı.

    Sah Hatayi’ye ait olduğu kabul edilen aşağıdaki nefes Alevilik inancındaki Hızır- misafir ilişkisini çok güzel bir şekilde ortaya koyar.

    Misafir ask kapusunun dilidir
    Hızr-i sev kim sahibinin gülüdür
    Tanrı misafiri Pirim Ali’dir
    Mihmanlar siz bize safa geldiniz

    Bir eve kahr ola misafir gelmez
    Çalınsa çırpınsa ektiği bitmez
    Çağırsa bağırsa bir ere yetmez
    Mihmanlar siz bize safa geldiniz

    Hizmet eyle sen ki daima gele
    Yavan yasik bizim yüzümüz güle
    Büyük küçük ani hep Hizir bile
    Mihmanlar siz bize safa geldiniz

    Misafir gelir ki kısmeti bile
    Misafir Hızır’dır özrünü dile
    Hatai’yim ugruyu tut ver gel ele
    Mihmanlar siz bize safa geldiniz

    Sünni inancında yer almayan Hızır Orucu ve Hızır Lokması Alevi inancında halen önemli bir kutsiyet taşır. Bu gelenek tarih olarak yöreden yöreye farklılık gösterse de genellikle Şubat ayının 13, 14 ve 15. günlerinde oruç tutulup o günün sonunda Hızır cemi yapılarakyerine getirilir. Ayrıca oruç tutanlar lokma yaparak da çevrelerine dağıtırlar.

    Hızır orucuna kaynak olarak anlatılan riaveyete göre bir gün Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin hastalanır, ateşler içinde yatarlar. Hz. Ali ve Hz. Fatma niyet ederek oruca aşlar. İlk günün akşamında sofrayı kurarlar, yemeğe başlayacakları sırada kapı çalınır. Karşılarına çıkan fakir günlerdir aç olduğunu söyler, yiyecek ister. Onlar da ekmeklerini yemeyip fakire verirler. İkinci gün akşam olunca bu defa bir yetim gelir ve yine aynı şey olur. Üçüncü günün sonunda da bir esik gelerek aç olduğunu söyler ve yine yiyeceklerini verirler. Aç olmalarına rağmen üç gün oruç tutmaktan vazgeçmezler. Alevi inancına göre kapıya gelen Hızır’dır.

    Hz. Hızır kimdir?

    ‘Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez’… Çocukluğumuzdan beri büyüklerimizden duyduğumuz bir sözdür bu… Büyüklerimiz de kendi büyüklerinden duymuş, onlar da daha öncekilerinden… Yüzyıllardır unutulmamış, dilden dile aktarılarak günümüze kadar gelmiş bu söz, sadece insanların korunma ihtiyaçlarından ve bir ilahi güce sığınma isteklerinden ortaya çıkmıştır? Yoksa bu söz çok büyük bir gerçeği mi ifade etmektedir?

    Sadece halk efsanelerinde ve halk inançlarında değil, Kur’an-ı Kerim ve Tevrat gibi kutsal metinlerde de yer almı. Hızır dendiğinde tek bir varlık düşünülmemelidir. Hızır değil Hızırlar vardır. Hızır yüksek ruhsal planlarda irtibat haline girebilmiş ve o planlardan kaynaklanan tesirlerle beslenen ileri düzeyli varlıkları ifade eder. Bu varlıklar ilahi yardımın fiziki elleri gibidir. Ve her yerdedir. Peki onların yardımına nasıl ulaşabiliriz? Hızır, aksakallı bir dede görünümünde gelmeyebiliri. Hiç tanımadığınız bir kişi olarak, hatta bazen tanıdığınız bir kişi olarak yanınıza uğrayabilir.

    Onları tanıyamazsınız. Hatta bazen olayları ve bazı kişileri vesile ederek de onlar yardım elini size ulaştırabilirler. Pozitf kalın, dileyin ve onlara güvenin. O bilinç içinde yaşayın. O koruma şemsiyesi içinde kendinizi hissedin. Onlar sizi bulacaktır.

    Hızır bireyin kendini tanıma, sonsuzla ilişki kurmaya niyet etmesiyle onun hayatına bilinçli bir biçimde giren unsurdur. Esasında Hızır buna aracı olan faktördür. Hızır, bizi Tanrısal köklerimize ulaştırır. İlahilikle olan bağımızı kurar. Çünkü O, ilahiliğin yer yüzüne ulaşmış fiziki elidir. Tek bir el değil, binlerce, yüzbinlerce eldir. Bu eller her zaman bizimledir. Evreni oluşturan tüm unsurlar birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışma içindedirler.

    Uğur, şans ve kısmet bulmaya yönelik inanç ve uygulamalar. Hızır’la karşılaşan kişinin şansının, kısmetinin artacağına inanıldığı için, Hıdrellez sabahı erkenden kırlık alanlara Hızır’ın dolaşmış olabileceği düşünülen yerlere gidilir. Hıdrellez akşamı sağılan süt maya koymaksızın bırakıldığı halde süt yoğur olursa bu uğur bilinerek Hıdrellez mayası adıyla sene sonuna kadar maya olarak kullanılır.

    HIZIR PORTRESİNİN ŞÖYLE ÇİZİLDİĞİNİ GÖRÜRÜZ:

    1- Genellikle dilenci, fakir, derviş veya aksakallı ihtiyar kılığında dolaşır.

    2- Kendisini tanıtmadığı zaman, onu tanımak mümkün değildir.

    3- Şahadet parmağı ile orta parmağı aynı boydadır.

    4- Parmaklarından biri kemiksizdir.

    5- Yaya veya atlı olarak seyahat eder.

    6- Yeşil bir mızrağı vardır.

    7- Yüzünde yeşil bir peçe vardır.

    8- Yeşil bir kamçısı vardır.

    9- Atı boz renklidir.

    10- Yeşil elbise giyer.

     

    NİYET ÇÖMLEĞİ HAZIRLANIR

    5 Mayıs günü bir çömleğin içine bekar kızlardan toplanan yüzük, koyla, boncuk (vb) konur. Çömleğin içerisi su ile doldurulur. Çömleğin ağzına yeşillik konur, üzeri kırmızı Yemeni ile örtülüp bir kilit ile kilitlenir ve bir gül ağacının dibine saklanır. Ertesi sabah kızlar toplanırlar, çömleğin başına genç bir kız oturtulur. Kısmetinin açılması dileğiyle kilit kızın başında açıldıktan sonra sıra ile maniler söylenerek çömlekten eşyalar çıkarılır. Hıdrellez gecesi bir gül ağacının dibine dilekler adanır, dilekler şekillerle beslenir. Ev istenirse topraktan, kiremitten ev, bebek istenirse bebek, para istenirse gül dibine para konur.

     

    HIDRELLEZ GÜNÜ YAPMAKTAN SAKINILAN ŞEYLER

    1-Hıdrellez günü dikil dikilmez.

    2- Hamur yoğrulmaz.

    3- Çamaşır yıkanmaz. Hamur yoğrulmaz.

    4- Bütün işlerin bir gün önceden yapılması gereklidir.

    5- Dal kırılmaz, ağaç kesilmez.

    6- Hıdrellez’de içki içilmesi, kumar oynamak hoş karşılanmaz.

    7- Anne ve babasının kalbinin kırılmamasına dikkat edilir.

    8- Hıdrellez günü evde kalanlar, Hızır’ın ağaçlı, sulak yerlerde dağıttığı kısmetten yararlanamazlar. Bu yüzden o günü evde geçirmek iyi sayılmaz. Hıdrellez gecesi dört yol ağzında ateş yakılır, eski hasırlar yakılır, üzerinde en az üç kere atlanır. Ateşin üzerinden atlayınca bir kişi boyu insanın üzerine çöken uyuşukluğun atılacağına ve dertlerin gideceğine inanılır. Ateşten atlamak, kötülükleri de yok eder. Yaygın düşünceye göre sabah erkenden kalkmak çok önemlidir. Bir insanın üzerine güneşin doğması iyi karşılanmaz. Geç kalmanın insanın üzerinde bir ağırlık bırakacağına, yıl boyunca tembel olacağına inanılır. Gün doğmadan yazılan dilekler nehre veya suya atılırsa dileklerin kabul edileceğine inanılır.

     

    HIZIR ILE GÖRÜMSE

    Genelde Hızır’ın maddi hayatını sürdürdüğü ve çeşitli kılıklarda göründüğü kabul edilir. Bu konuda en bilinen örneklerden biri aşağıda aktardığımız Attar’ın menkabesidir:

    İbrahim Bin Edhem taht ve taç sahibi tanınmış bir hükümdardır. Bir gün süslü elbiseleriyle tahtında otururken, heybetli ama bedevi kılığında bir zat yanına gelir. Yanındaki muhafızlar korktukları için bu zata kim olduğunu soramaz. İbrahim Bin Ethem kim olduğunu ve ne cüretle yanına geldiğini sorar. O da ‘Kervansarayda misafir olmaya geldiğini’ söyler. Hükümdar da sinirlenir ve burasının ‘kendi sarayı olduğunu’ söyler. Hızır sorar: “Burası senden önce kime aitti?”

    -Babama

    -Ondan önce?

    -Babasına…

    Bunun üzerine Hızır kendisinden önce başkalarının oturduğu, ondan sonra da başkalarının oturacağını yerin adının kervansaray olması gerektiğini söyler ve birden kaybolur. Hükümdar gerçeği anlar. Gelen Hızır’dır. Kendisi irşada gelmiştir. Ondan sonra tahtından, süslü elbiselerinden vazgeçer ve derviş kıyafetiyle tasavvuf yoluna girer.

    Hızır’ın zamanla insan üstü bir kisveye büründüğü pek çok tasavvuf kaynağında geçer. Fizik görünümünü değiştirebilir, ihtiyar veya genç biri, bir çocuk, kadın ya da erkek olabilir, kuş, tavşan vb. çeşitli hayvan biçimlerine de girebilir. Göz açıp kapayıncaya kadar çok uzak mesafeler kat edebilir, yardıma ihtiyaç duyulduğunda hiç umulmadık bir anda görünüverir ve işini bitirir bitirmez yine gözden kaybolur. Doğadaki varlıkları kendi emrine alabilir, onları kendi hizmetinde kullanabilir. Havada boşlukta yürüyebilir, su üstünde batmadan durabilir, dolaşabilir.

    İslam tasavvufunda Hızır’ın mürşitlik dışında bazı kişileri velilik mertebesine ulaştırdığı, ilahi gerçekleri öğrettiği ve güç durumlarda yardıma koştuğu, iyilik yaptığı menkıbelerde anlatılır.

    Örneğin Babai İsyanı’nın akabinde Baba İlyas’ın oğlu Selçuklular tarafından idam edilmek üzereyken Hızır’ın kurtardığı rivayet edilir. Bunun için deniliyor ki:

    “Her vaktini hazır bil, Her gördüğünü Hızır bil”

    “Hızır yoldaşın olsun…”

    İnsanlar tıka basa dolu olan bir otobüs Ankara’da Samsun istikametine doğru ilerliyor. Havza yakınlarında ormanlık bir alandan geçerken yaşlı bir adam otobüse el sallıyor. Şoför otobüsü durdurup ne istediğini soruyor. Yaşlı adam hayli kılıksız ve oldukça fakir görünüyor. Şoföre evde çok hasta bir çocuğu olduğunu ve Havza’daki doktora götürmesi gerektiğini söyler. Evinin on dakikalık mesafede olduğunu söyleyince şoför beklemeyi kabul ediyor. Aradan yirmi dakika geçiyor. Kimsenin gelmemesi üzerine yolcular şoförü yola devam etmesi yönünde zorlamaya başlıyor. Ama şoför hiç kıpırdamadan koltuğunda oturuyor. Şoförün yanına gittiklerinde onun kalp krizi geçirip öldüğünü anlıyorlar. Hızır olduğu düşünülen kişi önemli on dakika boyunca yoldan alıkoymuş oluyor.

    Hızır, halkın düşüncesinde bugüne kadar belli kalıplarla gelmiş olsa da aslında çoğu zaman çok olağanüstü görünümlü birini beklediğimiz için karşılaştığımız Hızırları da fark etmeyiz. Başkahramanı Hızır olduğu bir masalı sizlerle paylaşmak istiyorum.

    “Bir Padişah Hızır’ı bulup getirene istediğini vereceğini duyurur. Fakir bir adam, ailesini açlıktan kurtarmak için Padişaha, Hızır’ı bulabileceğini söyler ve Padişahtan ailesine ömür boyu yetecek bir servet alarak 40 gün üre ister. 41. gün Padişahın huzuruna çıkar. Hızır’ı bulamadığını söyler. Padişah sırasıyla üç vezirine kendisine yalan söyleyen bu adama ne yapmak gerektiğini sorar. O ırada fakir adamın yanında bir çocuk peyda olur.

    Birinci vezir:

    “Efendim, bunun etini parça parça kesip kasap dükkanlarına asmalı”, der

    İkinci vezir:

    “Padişahım bunun derisini yüzmeli, içine saman doldurmalı” der.

    Üçüncü vezir ise:

    “Efendim, bu fakir bir adam. Zaruret yüzünden yalan söylemiş. Sizin şanınıza yakışan bunu affetmektir” der.

    Bu sırada orada olan bir çocuk “Herkes aslına çeker” demektedir. Padişah çocuğa “Sen kimsin? Nereden geldin?” diye sorunca çocuk da “Padişahım birinci vezirin babası kasaptı” sözleriyle aslını gösterdi. İkinci vezirin babası yastıkçı, derici idi. O da aslını gösterdi. Üçüncü vezirin ise veziroğlu vezirdir” sözleriyle bunu ispatladı. Ben de fakir adamı utandırmamak için buraya geldim. “Hızır istersen Hızır, vezir istersen vezir” der kapıdan çıkar, gider. Padişah fakir adamı affeder. İlk iki veziri idam ettirir, üçüncüyü makamında tutar.

    Sonuç itibariyle Hızır, sebep sonuç ilişkisini bilen, geçmiş ile gelecek arasındaki birbirini izleyen zincirleri görebilen, uyanmış, şuurlu insanın sembolüdür. Uyanmış olanı ancak uyanmışlar anlayabilir. O yüzden herkes fark edemez.

    Yargılama ki, yargılanmayasın.

    Ahlak ilkelerine göre ya da Hızır’ın işaret ettiği gibi sadece görünene göre yargıda bulunmanın her zaman gerçeği göstermeyeceğini anlatan ve gerçek bir mürşit örneği veren Mevlana ile Hacı Bektaş Veli’nin arasında geçtiği rivayet edilen bir hikayeyi aktaralım:

    Bir adam haksız yoldan kazandığı parayla kendisine bir inek alır. Daha sonra yaptıklarından pişman olur ve bunu biraz telafi edebilmek için Hacı Bektaş Veli’nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister.

    O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görmekteydi.

    Durumu açıklayınca Hacı Bektaşi Veli “Helal değildir’ diyerek kurbanı geri çevirir.

    Bunun üzerine adam, Mevlevi dergahına gider ve durumunu Mevlana’ya anlatır. Mevlana ise hediyeyi kabul eder.

    Adam Hacı Bektaş Veli’ye aynı şeyi anlattığını, ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana’ya bunun sebebini sorar.

    Mevlana:

    -Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz.

    O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

    Adam bu sefer Hacı Bektaş Veli Dergahına gider ve Hacı Bektaş Veli’ye Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip sebebini sorar.

    Hacı Bektaş Veli şöyle der:

    -Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlaya bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.

    Karşılıklı bir tevazu gösterisinin ötesinde, olaylara farklı açıdan bakıldığında nasıl bir farklı bir yönünün görülebileceğini göstermesi bakımından da önemlidir.

    Alevi nefeslerinde Hızır:

    Çok günah işledim senin katında

    Eris Şah-ı Merdan sen imdat eyle

    Kul daralmayınca Hızır yetişmez

    Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle


    Yalvarması boynumuza farz oldu

    Edeb erkan müminlere arz oldu

    Müminin secdesi Hak niyaz oldu

    Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle

    Kim kaildir mahşere kalan davaya

    Sen Hasan’a ağı verdi Muaviye

    İmam Hüseyin mürüvvet eyle canına

    Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle

    Musa Kazım ile selayı veren

    İmam Rıza ile mescide giren

    Taki ile Naki canıma gelen

    Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle

    Askeri’nin askerine katılan

    Kul olup Belh Buhara’da satılan

    Çöl Küfe şehrinde nara atılan

    Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle

    Kırıklar cemine beraber gelen

    Server Muhammed’in bacını alan

    Sancağı çekip Zülfikar çalan

    Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle

    Fakir Edna’m der ki bu sırra eren

    Üstadım Hatayi darına duran

    Tamuda yanar mı nurunu gören

    Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle

     

    Dua tarzındaki bu nefeste Hızır’ın Alevi- Bektaşi inançlarındaki fevkelade üstün yeriçok iyi belirtilmiş olup, yine Hz. Ali- Hızır birliği düşüncesinden hareketle Hızır’ın Alevi- Bektaşi çevrelerinin takdis ettiği en büyük şahsiyetleri olan Oniki İmam’la özdeşlik ilişkisi de gösterilmektedir.

    Hızır yahut Hızır- İlyas günümüz Alevi- Bektaşi inançlarında da eski yerinden hiçbirşey kaybetmemiştir. Örneğin;

    Bugün Hızır günü dedik

    Yetiş ya Bozatlı Hızır

    Kusurlu, özürlü geldik

    Yetiş ya Bozatlı Hızır

    Kim ki çağırır gelesin

    Düşkünün elinden alasın

    Bizlere yoldaş olasın

    Yetiş ya Bozatlı Hızır

    Ne güzel Hızır’ın günü

    Açsın bahçemizde gülü

    Yolumuz Ehl-i Beyt yolu

    Yetiş ya Bozatlı Hızır

    Adil Ali de çağırır

    Uyuyanları uyarır

    Tevhid hamuru yoğurur

    Yetiş ya Bozatlı Hızır

    Yine çağdaş şairlerden Yoksul Derviş’in şu nefesi de dikkate değer;

    Hem Ali’sin hem Veli’sin

    Kamu alemde dolusun

    İki cihanın gülüsün

    Sefa geldin Hızır- İlyas

    Hem İlyas hemi Hızır

    Hemi Padişah hemi vezir

    Nere baksan anda hazır

    Sefa geldin Hızır- İlyas

    Hak Muhammed Ali olan

    Hacı Bektaş Veli olan

    Sekiz cennet gülü olan

    Sefa geldin Hızır- İlyas

    Yoksul Derviş’in narası

    Zalim nefsin avaresi

    Sendedir derdimin çaresi

    Sen sefa geldin Hızır-İlyas

     

    Alevi inancına göre Hızır, ancak belli gayelerle ve belli zamanlarda ortaya çıkıyor.

    a) Ciddi bir anlaşmazlığın aydınlığa kavuşturulması gerektiği

    b) Birine bir iyilik yapılması gerektiğinde

    c) Zor, hayati bir sorunla karşılaşıldığında

    d) Asil, tasavvufi bir gerçeği öğretmek, ilahi sırları göstermek gerektiği durum ve zamanlardır

     

    HIZIR NEBİ BAYRAMI

    Alevi- Bektaşi bütün halk arasında genel bir şekilde kutlanan mevsimlik bir kavramdır. Örneğin; Edirne Bektaşileri, Batı ve Güney Anadolu Tahtacıları, Cepniler, Orta Anadolu Kızılbaşlar ve diğer bütün Bektaşi ve Kızılbaş zümreleri de Hıdrellezi aşağı yukarı aynı biçimde kutlarlar. Onlara göre Hızır ve İlyas’ın buluştuğu bu Hıdrellez günü müminlerin sohbet ve senlik yapması gereken bir bayramdır. Ölüler ziyaret edilir, ruhlar için yemekler hazırlanıp, cem edilir. Hıdrellezin kutlama tarihi 6 Mayıs olmasına rağmen bu bayram çok daha erken bir tarihte kutlanır ve Kızılbaş- Bektaşilerin üç önemli bayramlarından biridir.

    Bu Nebi Bayramı, İranlılar’ın Nevruz’undan altı hafta öncesine, yani Şubat ayının ortalarına rastlamaktadır. Aynı bayram Azerbeycan’da Hıdır Nebi Bayramı, İran’da Ehl-i Hak zümreleri arasında da Zat-i Mutlak (Hz. Ali) şerefine Id-i Ali Haydar adıyla kutlanır. Tebriz yöresinde Kırklar denilen Kızılbaşların da yine bu Hızır Nebi Bayramını kutladıkları bilinmektedir. Bu bayram, Şubat ortalarında başlar, Hızır Nebi adıyla tutulan üç günlük oruçtan sonra herkes tertemiz yıkanıp yeni elbiseler giymek zorundadır. Belki kış mevsimini hatırlattığı, belki Hızır’ın beyazlar giydiği inancından dolayı genellikle beyaz elbise ve çamaşır tercih edilir. Perşembeyi cumaya bağlayan gece, genişçe bir tepsi ya da masanın üstüne beyaz bir örtü yayılıp üzerine un (Gavut) veya kavrulduktan sonra dibekte iyice dövülmüş buğday konur. Üstü örtülerek kimsenin girmediği bir odaya bırakılır. Ertesi sabah kalktığında onun üzerinde at nalı biçiminde bir iz görülürse bu büyük bir sevinçle karşılanılır. Çünkü Hızır Nebi oraya uğramış ve atının nalı iz bırakmıştır. Böylece eve bereket geldiğine inanılır. Hemen o undan çörek (lokma) yapılarak konu komşuya dağıtılır. Daha sonra koyun ve keçi kurban edilerek et pişirilir, yine hep birlikte yenilir. Eğer o gün erkek çocuk doğarsa adının mutlaka Hızır ya da Hıdır konulması adettendir.

    Ayrıca bu dini merasimlerin bitiminden sonra genç kızlar arasında tıpkı Hıdrellezde olduğu gibi talih, kısmet ve niyet açma oyunları oynanır.


    KUR’AN-I KERİM’DE HIZIR

    Hızır veya Hızır- İlyas hakkında sağlam bilgiler edinebilmek için geçmişe uzanmakta fayda var. Günümüze değin gelen Hızır’ın hangi tarihlerde yaşadığı ve geçtiği yerler hakkında kısaca bilgi edinmek, konuyu anlamak açısından önem taşımaktadır. Bu nedenledir ki, günümüzde Anadolu’da yaşayan ve yaşatılan Hızır’ın öncesine yani Kuran-ı Kerim’de Hızır ile ilgili ayetlere göz atalım.

    El- Kehf Suresi

    Bunun için Kur’an-ı Kerim’deki ‘El- Kehf’ (Mağara) Suresi’nin bazı özelliklerini aktarmakta fayda vardır. Bu özellikleri aktardıktan sonra, konumuza dönerek, El- Kehf Suresindeki ayetleri olduğu gibi aktaracağız.

    El- Kehf Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 83 sureyi içermektedir. Tamamı 110 ayetten oluşan El- Kehf surelerinin 28. Ayeti dışındakilerinin (28. Ayet Medine’de yazılmıştır) tamamı Mekke’de yazılmıştır. Bu sureyi diğerlerinden ayıran en önemli özelliği, asırlar boyu tüm Müslümanlar tarafından ilgi gören ve sürekli olarak tartışılan üç olayı içermesidir. Anlatılan her üç olay da tasavvuf çevrelerinde geniş yankı bulmuş ve konularla ilgili olarak çeşitli yorumlara neden olmuştur.

    El- Kehf Suresi’nde anlatılan üç olay şöyle geçmektedir:

    a-) Ashab-ı Kehf adıyla tanınan kişilerin başından geçenler (9. ve 26. Ayetler)

    b-) Asıl konumuzla ilgili olarak Hz. Musa ile Hızır’ın buluşmasını anlatan (60. ve 82. Ayetler)

    c-9 Zü’l- Karneyn ve Ye’cuc Me’cuc olayıdır. (83. ve 98. Ayetler)

    İşte bu üç önemli ve ilgi uyandıran konular nedeniylendir ki, El- Kehf Suresi, Müslümanlar arasında Yasin Suresi’nden sonra en çok okunan sure olmuştur.

    İslam tarihi ile ilgili olarak özellikle de Halac’ı Mansur (857 yılında Tur’da doğmuştur. ‘Enel Hak’ yani ‘Ben Tanrı’yım’ dediği için uzun yıllar hapis yattıktan sonra 922 yılında verilen fetva ile önce kolları ve bacakları ardından kafası kesilerek derisi yüzülen Halac’ı Mansur, Bağdat’ta idam edilerek halka seşhir edilir).

    Üzerine yaptığı araştırmalarıyla tanınan ve 1962 yılında ölen dünyaca ünlü Fransız araştırmacı Louıs Massignon, Halac’ı Mansur ile ilgili ilk kitabını 1914 yılında yayınlar. Massignon, uzun yıllar emek verdiği çalışmasını ‘Halac-ın Tutkusu; Mistik İslam Şehidi’ adı altında 2 bin sayfalık eserinde toplamıştır.

    Yine Buhari’nin Ubey İbn Ka’b’tan aktardığı bir Hadiste Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Hz. Musa’ya, insanların en bilgini kimdir diye soruldu”. O da, “Benim” karşılığı verdi. Tanrı ‘Allah bilir’ demediği için Musa’ya vahyedip şöyle azarladı: “Denizlerin birleştiği yerde bir kulum vardır ki o senden bilgilidir”. Yorumcular bu kulun Hızır olduğu görüşündeler. İslam tarihi ile oldukça içli dışlı olan Massignon, Kur’an-I Kerim’de yer alan bu üç olayın çok önemli olduğunun altını çizmektedir. Massignon’a göre, bu üç olay, İslam dininin en önemli ipuçlarını vermektedir. Buna göre, birinci olayda, bütün kalpleriyle kendilerini Allah’ın iradesine teslim eden iman sahiplerinin üstünlüğü; ikinci olayda, Haz. Musa’nın karşısına çıkarılan manevi kılavuz durumundaki bilge, dervişin (Hızır’ın) esrarengiz kişiliğidir. Üçüncü olayda ise, buna rağmen insanın kendini buna karşı koymaya çalışmaktan alı koyamamasıdır.

    El- Kehf Suresi’nin bu bölümüne kısaca değindikten sonra, Hz. Musa ile, ona kılavuzluk eden esrarengiz (Yani Hızır) şahsiyet arasında geçtiği belirtilen olay ve konuşmaları A.Yaşar Ocak’ın araştırmasından aktarıyoruz. Kur’an-ı Kerim’in 60. ayetinden itibaren 80. ayete kadar olan bölümü şöyledir:

    60- Bir zaman Musa, genç bir adamına (Bazı kaynaklara göre uşağına) şöyle demişti: “Ben iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayıp gideceğim yahut maksadıma erinceye kadar uzun zamanlar geçireceğim.

    61- Bunun üzerine onlar, bu iki deniz arasının birleşik yerine ulaşınca balıklarını unuttular.

    62- Vaktaki oradan geçip gittiler. Musa genç adamına dedi ki, “Kuşluk yemeğimizi getir. Bu yolculuğumuzda and olsun ki yorgun düştük”

    63- Genç adam, “Gördün mü kayaya sığındığımız vakit ben balığı unutmuşum. Ona söylememi Şeytan’an başkası unutturmadı; O şaşılacak bir suret de denize atıldı, yolunu tutup gitti”

    64- Musa, “İşte” dedi, “Bizim arayacağımız bu idi”. Şimdi izlerinin üzerine gerisin geri döndüler.

    65- Derken, kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona tarafımızdan bir rahmet, nezdimizden has bir ilim öğretmiştik.

    66- Musa ona (yani Hızır’a) “sana öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tabi olayım mı?” dedi.

    67- O (Hızır da) Musa’ya “Doğrusu sen benim beraberimde asla sabredemezsin”.

    68- İç yüzünü kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?

    69- O (Musa) da: “Allah dilerse beni sabredici bulacaksın. Sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim” dedi.

    70- O (Hızır) da: “Eğer bu suretle bana tabi olacaksan ben sana kendisini anıp söyleyinceye kadar, bana hiç bir şey sorma” dedi.

    71- Bunun üzerine kalkıp gittiler. Nihayet bir gemiye bindikleri zaman O (Hızır), gemiyi deliverdi. Musa dedi ki “İçindekileri suda boğasın diye mi onu deldin? And olsun ki büyük bir iş yaptın”

    72- O (Hızır) dedi ki: “Sen beraberinde asla sabredemezsin demedim mi?”

    73- Musa “Unuttuğumdan dolayı” dedi. “Beni muaheze etme. Şu arkadaşlığımızda bana güçlük yükleme”.

    74- Yine gittiler. Nihayet bir oğlan çocuğuna rast geldikleri zaman o, hemen bunu öldürdü. Musa dedi ki “Tertemiz masum bir can. Diğer bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha! And olsun ki sen kötü bir iş yaptın!”

    75- O (Hızır) Ddedi: Ben sana beraberimde asla sabredemezsin demedim mi?”

    76- Musa “Eğer” dedi, “Bundan sonra bir şey sorarsam benimle arkadaşlık etme!”

    O taktirde tarafımdan muhakkak bir özre ulaşmışımdır Benden ayrılmakta mazur sayılırsın.

    77- Yine gittiler. Nihayet bir memleket halkına vardılar ki, orada ahalisinden yemek istedikleri halde kendilerine misafir etmekten imtina etmişlerdi. Derken yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. O (Hızır) bunu hemen doğrultuverdi. Musa dedi ki: “Dileseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın”

    78- O (Hızır) “İşte, bu benimle senin ayrılışımızdır. Sana, üzerinde asla sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim.

    79- “Gemi denizde iş yapan yoksullarındı. Onun için ben onu kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında her sağlam gemiyi zorla almakta olan bir hükümdar vardı.”

    80- Oğlana gelince, onun anası da babası da iman etmiş kimselerdi. Bunun için onlara azgınlık ve kafirlik bürünmesinden endişe ettik.

    81- “İsterdik ki onların Rabb’i bunun yerine temizlikçe daha hayırlısını, merhametçe daha yakınını versin.

    82- “Duvara gelince. Bu o şehirde iki yetim oğlanındı. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları iyi bir adamdı. Binaenaleyh Rabb’in dileki ki, ikisi de rüşdlerineersinler. Definelerini çıkarsınlar. Bu rabb’inden bir merhametti. Ben bunları kendi re’yimle yapmadım. İşte üzerine sabredemediğin şeylerin iç yüzü.

    Yukarıdaki ayetler içeriğini incelediğimizde karşımıza şunlar çıkmaktadır;

    Kur’an-ı Kerim 60. ve 80. Ayetlerinde görüşme ile ilgili olarak bahsedilen iki denizin birleştiği yerler hakkında çeşitli raveyetler anlatılmaktadır. Bunlara göre;

    1-Karadeniz ve Hazar Denizi arası (Azerbeycan)

    2-Ermenistan’da Kur ve Res (Aras) nehirleri arası.

    3-Akdeniz’le Kızıldeniz arası.

    4-Ürdün ile Kuzlum nehirleri arası.

    5-Antakya

    6- Eyle

    7- Atlas Okyanusu kıyısındaki Endülüs’te bir şehir.

    8- Afkika’da Tanca şehri olduğuna dair görüşler de ileri sürülmektedir.

    Kaynaklar bize İsrailoğulları’nın peygamberi Hz. Musa, bir adamı ile birlikte, kendisiyle buluşması emredilen yere- iki denizin birleştiği yere yani Mecmau’l Bahrey’ne gittiğini göstermektedir. Hz. Musa gideceği yeri tanıyabilmek için yanına azık olarak aldığı balıktan yararlanacaktır. Çünkü, balığın canlanıp denize kaçması halinde, bu Hz. Musa için buluşma yerine geldiğine dair bir işarettir. Ancak Hz. Musa’nın genç adamı, deniz sahilinde uğradıkları bir kayanın yanında balığın canlanıp denize kaçtığını ona haber vermeyi unutmuştur. Yolda acıkıp balığı yemek istediklerinde genç adam olayı hatırlar ve Hz. Musa’ya anlatır. Hz. Musa hemen gerisin geri kayalığa geri döner.

    Geri döndüğünde aradığı kişinin gerçekten kayalıkta beklediğini görür. Bekleyen kişi kendisine Allah tarafında rahmet ve ilim verilen bir ‘Kul’dur. Hz. Musa hemen yanında kalmak ister. Bilge Kul, önce bunu kabul etmez. Hz. Musa’nın ısrarı sonrasında ayetlerde anlatına olaylar gelişir ve sonunda Bilge Kul, Hz. Musa’dan ayrılmadan önce yaptığı tüm olayların, Allah’ın emri olduğunu, bunları bu nedenle gerçekleştirdiğini söyler. Ve böylece Hızır olduğu bir çok ilim adamı tarafından kabul edilen Bilge Kul ile Hz. Musa’nın beraberlikleri sona erer.

    Bir çok kaynak, Hz. Musa’nın beraberindeki genç adamının uşağı olduğunu yazar. Hz. Musa’nın uşağının adı Yusa İbn Nün, Bilgin ve kul olarak ayetlerde ifade edilen ise Hızır (Arapça telafuzu Hadr)’dır.

    Hızır’ın peygamberliği ve ebedi yaşadığı konusunda çeşitli rivayetler vardır. Kimilerine göre Hızır, (Ak- Hazır yeşillik anlamına gelmektedir) Hz. Adem’in kendi oğludur. (İslam ve Yahudi inançlarına göre ilk insan Adem’dir. Kumlu toprak ve çamurdan yaratıldığı kutsal kitaplarda yazılıdır. İlk Peygaber’dir. İslam yorumcularına göre, Tanrı tüm meleklerine Adem önünde secde etmelerini buyurmuştur. Şeytan buna uymamış ve olay Adem ile Şeytan’ın cennetten kovulmasına neden olmuştur.

    Tanrı tarafından kendisine verilen 1000 yıllık ömrünün 40 yılını Hz. Davud’a bağışlaması nedeniyle 960 yıl yaşamıştır. Ömrünün 200 yılını tövbe ederek geçiren Adem, Cebrail tarafından Arafat’a götürülerek Havva ile buluşturulmuş, Süryani ve Hıristiyan kaynaklarına göre ise, Tufan’dan sonra Kudüs’e gömülmüştür.)

    Bazılarına göre de Hızır, Kabul veya El Yasa’nın oğludur. Bazı önemli kaynaklar ise Hızır’ı Peygamber mertebesine koyarken, kimileri de; O’nun Veli veya Nebi olduğunu yazarlar. hz. Muhammed bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Hızır’a bu adın verilmesinin nedeni, kuru bir yerde post üstünde otururken hemen arkasında yeşil otlar belirmesindendir.” Kimi anlatımlara göre ise, Hz. İlyas ile kardeştir. Biri karada diğeri de denizde insanların yardımcısı olmaktadır.

    Yine Buhari’nin Ubey İbn Ka’b’tan aktardığı bir hadiste Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Hz.Musa’ya insanların en bilgini kimdir diye soruldu. O da “Benim” karşılığını verdi. Tanrı “Allah bilir” demediği için Musa’ya vahyedip şöyle azarladı: Denizlerin birleştiği yerde bir kulum vardır ki o senden bilgilidir. Yorumcular bu Kul’un Hızır olduğu görüşündedir.

    Ünlü ilim adamı Hazin’e göre Hızır diridir. Yine Hazen’i, Delaliu Hayat Şerhi Kara Davut adlı eserinde Hızır’ın Hz. Muhammed ve Hz. Aliye iki duayı öğrettiğini yazar. Her ne kadar araştımacılar (Kasımi, Buhari, Ebu Hayam, Ebu’l Hüesyin gibi) Hızır’ın Hz. Muhammed’e biat etmediğinden yola çıkarak öldüğünü iddia etseler de halk inancında ve efsanelerde yaşatılan Hızır günümüze kadar, iyileri mükafatlandırarak, kötüleri de cezalandırarak gelebilmiştir. Bu araştırmacılara göre, eğer Hızır yaşıyor olsaydı, o halde mutlaka Hz. Muhammed’e biat etmesi ve birlikte savaşması gerekiyordu. Hızır biat etmediğine ve savaşmadığına göre yaşamıyor.

    Ne var ki, Hz. Musa ile gezip dolaşan, ona deyim yerindeyse akıl veren Hızır, kimi zaman Peygamberlik mertebesine yükselerek Nebi olmuş, kimi zaman da Hz. Ali’nin kendisi olarak kabul görmüş ve nesilden nesile yaşatılarak günümüze kadar gelebilmiştir.

    Hızırın ebedileştiğini iddia eden bazı kaynaklar ise, Hızır’ın Zu’l- Karneyn’in veziri olduğunu savunarak, sunu ileri sürerler. Zu’l Karneyn Ab’ı Hayatı bulmak üzere yola düştükten sonra Ab’ı Hayatı ilk bulan, ilk içen ve onunla ilk yıkanan Hızır olduğunu savunurlar.

    Hatta bu arada Zu’l- Karneyn’in yolunu kaybederek geri döndüğü de iddialar arasında yer almaktadır. Hızır’ın yaşadığını iddia eden kaynaklar, Ab’ı Hayat suyunun ilk içenin Hızır olduğundan yola çıkarak, Hızır’ın Mürşid’i Kamil olduğunu, Şah Hatayi’nin birkaç nefesinden aktaralım:

    Azattır fenadan geçen

    Ab-ı Hayat’tan içen

    Hızır sıfat veli verek

    Hatayı sözünün manisin verdi

    Yar ile ettiği ahdinde durdu

    Cebrail Musa’ya Hızır’a var dedi

    Mürşid’i Kamile varmadan olmaz

    Öte yandan 17. yüzyılda yaşamış olan Teslim Abdal şöyle söyler:

    Bülbüller gülsen de efgana durdu

    Hüseyin Hak için serini verdi

    Doldurdu doldurdu bir dolu verdi

    Ol Hızır’ın yeşil eli sabakan

    Yine 17. Yüzyılda yaşamış olan Bektaşi şairlerinden Miskini şöyle yakarır:

    Alçaklı yüksekli gaib erenler

    Alıver gönlümü zalim elinden

    Hızır Nebi sen gerçek er isen

    Alıver gönlümü zalimin elinden

     

    19. Yüzyılda yaşamış olan Harabi ise Hz. Musa ile Hızır’ın görüşmesine şöyle atıfta bulunmaktadır:

    Mecmau’l- Bahreyn’e verdiğim zaman

    Hızır’ı buldum candan gulam oldum

    Ledun ilmin bana eyledi ihsan

    Sırr_ı Sırru’llah’ın tamamı oldum

    Ne var ki, bu iddiaların dışında gözden ırak tutulmaması gereken en önemli bir konu da Hızır’ın bir koruyucu ve iyilik meleği olduğudur. Bunun için bazı kaynakların ‘Neden savaşa katılmadı’ şeklindeki söylemleri, barış, dostluk ve sevgiden yana olan Bilge Hızır için doğal karşılanabilir.

    HIZIR, HAZIR VE NAZIRDIR

    İslam dünyasında Peygamberlerin hikayelerini anlatmakla tanınan Kassasu’l- Enbiya diye tabir edilen eserler çok rağbet görmüştür. Bunların en çok tanınanı ve okunanlarından; Ebu İshak Ahmet Es- Sa’lebi (öl. 1037)’nin El-Arais adlı eserinde Hızır ve Hızır-İlyas konusunda oldukça zengin bilgiler bulunmaktadır.

    Hızır kimilerine göre ölmüş bilme olsa günümüze dek, dara düşenlerin, zorda kalanların, hasta olanların, yola çıkanların hep yanında ola gelmiştir.

    Hz. Musa ile arkadaşlık yapan, Hz. Muhammed’e ve Hz. Ali’ye dua öğreten, Bozat’ına binip mucizeler yaratan Hızır’dır. Önemli olan Hızır’ın yerde mi, gökte mi, yaşıyor mu, öldü mü sorusu yerine Orta Asya, Türkiye ve Balkan Alevilerinin hala günün 24 saati onunla yaşıyor olmasıdır. Bir başka nefeste Hızır’ın Alevi inancındaki üstün yeri çok iyi belirtilmiştir. Hz. Ali- Hızır birliği düşüncesinden hareketle Aleviler nefeslerde, Hızır’ın Oniki İmam’la ilişkisini dile getirirler.

    Hintliler günümüzde de Hace Hızır adında bir dervişi kuşamaktadırlar. Dereler ilahı ya da akarsular cini olduğu inancı vardır. Anadolu’da olduğu gibi Hintlilerde de Hace Hızır’ın ak sakallı, yeşiller giymiş bir ihtiyar bilge olduğuna inanırlar. Detaylara indiğimizde Hintliler’in anlattığı Hace- Hızır ile bazı farklılıklar taşısa da Alevilerin gönüllerinde yaşattığı Hızır aynıdır.

    Halk ozanlarımızdan Pir Sultan Abdal ise Hızır’ı şöyle anlatıyor bir şiirinde:

    Bismillah dedim de girdim helale

    Gözüm acıp baktım bir hub cemale

    Sıdk ile çağırdım Ceddim Celal’e

    Eriş Hızır Nebi canı gözlerim.

    Hızır, Anadolu insanının anlatımında değişik kıyfat ve görünümlerle zaman zaman, Bozat sırtında, kimi zaman da yaya olarak insanların karşısına çıkmıştır. Kimi zaman fakir kılığında zenginlerin evine konuk olarak, fakirlere yaklaşımını yani yardımcı olup olmadıklarını yaşamıştır. Kimi zaman da ak sakallı Derviş olup, dar zamanlarda insanların imdadına yetişmiştir. Yani Hızır, ümmetini gözetler, denetler, vicdani değerleri ölçerek, gönüllere konuk olup, sevdalılara yardımcı olan elle tutulmaz, gözle görülmez Nebi’dir. Şah-ı Merdan Ali’dir, Evliya’dır, İnsan-ı Kamil’dir (Batınin inançlarında Peygamber ve İmamlar için kullanılan Evliya’dır, İnsan-ı Kamil’dir).

    (Batınin inançlarında Peygamber ve İmamlar için kullanılan bir deyimdir. Tasavvuf dilinde de Tanrı’da yok olan insan anlamındadır. Tanrı’da yok olmak, Tanrı bilgisi veya aşkıyla dolarak kendinden geçmek, ermişliğe ulaşmak demektir. Arapça’da insan kelimesinin karşılığı olan ins sözcüğü İbrani ve Hint dillerinde ilk insan anlamını dile getiren adama kelimesinin çevirisidir. Adem’de bu anlamın ürünüdür).

    Anadolu’da her şeyin sahibi Hızır’dır. Anlatılanlara göre Bagin fırınına kapatılıp yakılmak istenen Kureyş efsanesinde ise Hızır’ın güvercin donunda fırına girip kanat çırparak alevleri söndürdüğü ve ateşi küllere, fırını buzlara kestirerek Kureyşi kurtardığı aktarılır.

    Halk inançlarına göre, Hızır gittiği ve gezdiği yerlerde herkesin imdadına yetişmiş olup, uğradığı yerlere bereket saçmıştır. Yine bir başka anlatıma göre, Hızır Orucu sırasında genç kızlar ve erkekler oruç akşamları su içmeden yatarlar. Rüyalarında kendisine kim su ikram ederse ileride onunla evleneceğine inanılır.

    Görüldüğü gibi Hızır’a yakıştırılan misyon çok Tanrı’lıktan, tek Tanrı’lığa kadar, bütün inanç süresince ortaya çıkan yarı Tanrı, Peygamber kılavuz, Tanrı ve Tanrı’laşmış kişi pozisyonunda bütün bu inançsal tiplemelerin ve suretin izlerini görebiliyoruz.

    NEBİ HIZIR

    Yalvarması boynumuza farz oldu

    Edeb erkan Mü’minlere arz oldu

    Mü’minin secdesi Hak niyaz oldu

    Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle

    Kim kaildir mahşere kalan davaya

    Şah Hasan’a ağu verdi Muaviye

    İmam Hüseyin mürüvvet eyle canıma

    Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle

     

    Musa Kazım ile salaya veren

    İmam Rıza ile mescide giren

    Taki ile Naki sen canıma gelen

    Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle

    Askeri’nin askerine katılan

    Kul olup Belh Buhara’da satılan

    Çöl Küfe şehrinde nara atılan

    Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle

    Kırkların Cemine beraber gelen

    Servet Muhammed’in bacını

    Sancağını çekip Zülfikar çalan

    Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle

    Fakir Edna’m der ki bu sırra eren

    Üstadım Hatayi darına duran

    Tamuda yanar mı nurunu gören

    Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle

     

    Görüldüğü gibi Alevi insanı her yerde Hızır’ı yanında görmek istemiştir. Yaradanın temsilcisi olarak kabul etmiştir. “Yetiş Ya Ali, Ya Hızır” diyerek Hz. Ali ile Hızır’ı bütünleştirmiştir. ‘Hızır, hazır ve nazırdır’ diyerek insanların yanlış yapmaları önünde dikilmiştir. Yine, Orta ve özellikle Doğu Anadolu’da insanlarımızın avlanmasının günah olarak kabul ettikleri, dağ keçisine avcılar tüfeklerinin namlusunu çevirdiklerinde karşısında ak sakalı ile dimdik duran, hiç konuşmadan asasını sallayarak ‘dur’ diyen bir bilge dervişin de Hızır olduğu anlatılır.

    Bölgemizde söylenen ve kulaktan kulağa aktarılarak günümüze gelen bir nefesinde şöyle denir:

    Yattım bir dalda uyudum

    Yetiş Pirim Hızır yetiş

    Soru sordu cevap verdim

    Yetiş Pirim Hızır yetiş

    Atı var üveyik donlu

    Eyeri şöhretli şanlı

    Yemek yemez kendi canlı

    Yetiş Pirim Hızır yetiş

    Elinde kamçısı yeşil

    Saatte dünyayı dolaşır

    Car diyenlere ulaşır

    Yetiş Pirim Hızır yetiş

    Tepip adı doldurmadın

    Beni yuyup kaldırmadın

    Kim olduğun bildirmedin

    Yeitiş Pirim Hızır yetiş

    Kul Mahmud’um varamadım

    Sırlarına eremedim

    Kim olduğun bilemedim

    Yetiş Pirim Hızır yetiş

    Hatta bu bölgemizde yani Dersim, Varto, Bingöl, Erzincan, Elazığ, Sivas’ta Zazaca konuşan Aleviler, zaman zaman ‘Bizim dilimiz Hızır dilidir’ derler. Hızır için niyaz-lokma (Hızır Niyazı) pişirip dağıtırlar. Hızır yeni doğan bebeğin, can çekişen hastanın baş ucundadır. Yoluna çıkan yolcu ona emanettir. Hızır emanetlerin bekçisidir. Her yerde hazır ve nazırdır.

    HIZIRI GÖRME ARZUSU

    Temiz yürekli saf bir adamın hayatında en çok istediği tek bir şey varmış; o da Hızır (a.s.)’ı şu dünya gözüyle bir görseydim diye günlerini geçirir, onu görmenin arzusu içerisinde yanar tutuşurmuş.

    Yine bir gün yolda yürürken karşıdan nur yüzlü, ak sakallı bir ihtiyarı gördü. ADAM DİYOR, “Bu gelen pek muhterem birine benziyor. Bu aksakallı adamın hayır duasını alayım. Dua etsin de belki Hızır (a.s.)’ı görebilsem” der. O nur yüzlü yaşlı adam der;

    – Oğlum eğer sen doğruysan Allah da seni doğrular. Sen inşallah Hızır (a.s.) böyle beni gördüğün gibi görürsün.

    Adam:

    -Peki sağolasın amca, Hak söylediğini nasip eylesin cümlemize

    Nur yüzlü ihtiyar:

    -Bak onu görürsen o böyle yerdeki taşı alır un ufak ederse (bir yandan ihtiyar taşı unufak ediyormuş) o Hızır (a.s.)’dir.

    Adam:

    -Peki amca! Sağolasın,

    demiş, yoluna devam etmiş.

    Bilememiş ki o mübarek zat Hızır (a.s.)’dir. O aşka, o isteğe Hızır hazır oluvermiş.

    HIZIR İLE GELİN

    İhtiyar, yaşlı, sakallı bir dede, bir köyde, beyi askerde olan bir gelinin kapısını çalışoyr ve gelin kapıyı açıyor.

    Yaşlı dede, “Kızım, gelinim hamile. Canı bal çekiyor. Varsa birkaç kaşık bal verir misin?” der. Gelin hemen mutfağa gidip bir tabağa birkaç kaşık bal koyup ihtiyara verir.

    Yaşlı dede; ‘Hak razı olsun Kızım. Artsın, eksilmesin, taşsın dökülmesin. Allah rızkını bol etsin, kazayıp belayı sizden uzak etsin. Hanenize sağlık, esenlik versin. Hak kavuştursun’ diye dua eder.

    Gelin tekrar mutfağa döner. Tabağın kapağını kapatayım derken bir de ne görsün. Tabak bal ile doludur. Şaşırır, anlar gelenin Hızır olduğunu. Hemen kapıya koşar. Kimseyi göremez. Olayı evin büyüklerine anlatır. Hemen hamur yoğurur, lokma yapar ve dağıtırlar. Ve evin içine bereket girer. Bal eksildikçe dolar. Evin büyükleri ‘Kızım sakın kimseye söyleme. Sırrı aşikar etme yoksa kısmetimiz yok olur.’ diye tembih ederler. Derken hemen gelinin askerde olan eşi döner. Gelin her gün eşine bal ikram eder. Eşi de şaşırır: Bizim bu kadar balımız yoktu. Hanımına sorar. Gelin cevap vermez, savuşturur. Beyi en sonunda ‘Ne olursun, eğer beni seviyorsan söyle bu ne biçim iştir. Bal nasıl kalır bu zamana kadar. Balımız zaten azdı. Sonunda gelin dayanamaz, olayı eşine anlatır. Ve mutfağa gider ki ne gitsin yine bal azalmış eski haline gelmiş.

    Eyvah sırrı aşikar ettik. Evet sır aşikar olunca bereket gidermiş.

    İşte böyle sırrı sır etmesini de bilmeliyiz. Yoksa zor durumlara düşeriz.

    TÜRKİYE DIŞINDAKİ HIZIR MAKAMLARI

    SEYLAN ADASI: İbn-i Batuta, bu adadaki dağlardan birinde Hızır Mağarası diye bir yerlerden söz ediyor. Şimdi önemli bir sembol olarak mağarayı Yedi Uyurlar’ın içine girdikleri mağara.

    İRAN: Şirvan bölgesinde Becervan şehri yakınlarındaki Hızır makamı Yakut El Hamevi. Burasının Kehf Suresinde geçen Hızır ile Musa’nın yiyecek istedikleri yer olduğunu söyleniyor.

    AZERBEYCAN: Evliya Çelebi bir seyahatında Hızır-ı Zinde adında bir ziyaret gahı nakleder. Ve türbede yatan zatın bedenin tazeliğini hala muhafaza ettiğini söyler.

    TÜRKİSTAN: Semerkant’ta Hızır makamı bulunmaktadır.

    IRAK: Bağdat’ta Makabul Hadr ve aynı zamanda Deyrul Hadr adındaki bir tekke de Hızır’ın makamı olarak bilinir.

    SURİYE: Sayda civarında Sarfael Köyünde beyaz ulu bir kubbenin altı Hızır makamıdır.

    LÜBNAN: Evliya Çelebi, Cebeli Lübnan (Lübnan Dağı) eteklerinde bir Hızır makamından söz etmektedir.

    KUDÜS: Mescid-i Aksa’nın sol tarafındaki kapı Babül Hadr adını taşımaktadır.

    MISIR: İskenderiye Kalesi’nin Salih kapısının adı Babül Hadr’dır.

    TÜRKİYE’DE HIZIR MAKAMI OLARAK BİLİNEN YERLER

    AFYON: Hızırlık Dağı’nda Makamı Hızır vardır ve Evliya Çelebi bundan söz etmiştir.

    BİNGÖL: Bingöl adıyla bilinen göllerden söz eden Evliya Çelebi, bir gölün Hızır Gölü diye bilindiğini, ayrıca başka bir göle ed Aynul Hayat denildiğini anlatır.

    ÇORUM: Çorum’da bugün Hıdırlık Mahallesi diye bilinen bir semt, Hıdırlık yeridir.

    Ayrıca Mecitözü ilçesi Elvan Çelebi Köyü’ndeki tekkede bir Hızır makamı ve bir Hızır Çeşmesi vardır.

    EDİRNE: Birisi Türkiye-i Hz. Hızır Dede Hünkar, diğeri de Hızırlık Asitanesi olarak iki yeri Evliya Çelebi yazmıştır.

    HATAY: Jacque Wevleresse (Le Pays Des Alaouites Tours 1940 Jacvleresse) beyaz badanalı bir yapıdan Hızır makamı olarak bahseder. Burada aynen Suriye’de olduğu gibi üç gün üç gece süren bir bayram kutlanır.

    İSTANBUL: Basta Ayasofya Kilisesi, Evliye Çelebi, Fatih Sultan Mehmet’in şehri alır almaz Ayasofya’yı Camiye çevirdiğini ve kubbenin tam altına isabet eden yerin Hızır makamı olduğunu göstermek üzere, Caminin kubbesine altın bir top astırdığını söyler. Hızır’ın burada arasıra Salih kişilerle görüştüğü söylenir.

    KÜTAHYA: Kalenin yakınındaki tepe Hızırlık’tır.

    LADİK: Samsun’un ilçesidir. Hızır’ın arkadaşı olan Ladikli Ahmet Ağa meşhur bir kişidir.

    MERZİFON: Eteğinde yatır olan Hızırlık Tepesi vardır.

    İZMİR: Foça’da Hızır İlyas Boğazı bulunduğunu, Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye isimli eserinde öğreniyoruz.

    DERSİM: Hızır inancının en yaygın olduğu yörelerimizden biridir. Hızır Çeşmesi, Hızır Diyarı, Hızır’ın kaldığı yer, yani her ne tarafa bakarsanız bakın Hızır’dan bir şeyler görürsünüz. Hızır Kültü’nün izlerini Nuh Tufanı’nda, Tevrat’ta, Kur’an’da, Hz. Ali’nin kabrinin bulunduğu Necef’te, Hz. Hüseyin’in şehid olduğu Kerbela’da bulmak mümkündür. Takdir edilir ki Hızır adı somuttan soyuta geçildiğinde; koruyucu, kurtarıcı, yaratıcı, yardımcı kimliği nedeniyle; yarı insan, yarı melek, yarı peygamber simgesi olarak karşımıza çıkabiliyor.

    CAR GÜNÜ GELDİ

    Sabah erkenden kalktım Kozan’dan

    Gözüm korktu Hizanoğlu Hizan’dan

    Kör ölmüş kahyası düşmüş izandan

    Yürü Sultan Hızır car günüm geldi

    Yetiş Pirim Ali car sende kaldı

    Avşar çayırında çıkardım şalvar

    Çağırdım Kamber’e Hızır’a yalvar

    İlerisi çetin, daha çok yol var

    Yürü Sultan Hızır car günüm geldi

    Yetiş Pirim Ali car sende kaldı

    Atlar dizim dizim kardan çıkmıyor

    Kamber cevap etmiş daha gitmiyor

    Çağırdım Pirime gelip yetmiyor

    Yürü Sultan Hızır car günüm geldi

    Yetiş Pirim car sende kaldı

    Kıratın gözünü duman bürüdü

    Gözüm yaşı sel, sel oldu yürüdü

    Takadım dermanım gitti çürüdü

    Yürü Sultan Hızır car günüm geldi

    Yetiş Pirim car sende kaldı

    Geldiğin başından Haydar baktım geriye

    İkisi kıra binmiş birisi doruya

    Birini benzettim Merdan Ali’ye

    Yürü Sultan Hızır car günüm geldi

    Yetiş Pirim Ali Car sende kaldı

    Dağları başı da yavuzdur yavuz

    Er odur ki daim gezer yalavuz

    Bozatlı Hızır olsun bize kılavuz

    Yürü Sultan Hızır car günüm geldi

    Yetiş Pirim Ali car sende kaldı

    Kul Ahmet’im çok ağladı çok güldü

    Bozatlı Hızır bize kılavuz oldu

    Car diyen kulların carına geldi

    Yürü Sultan Hızır car günüm geldi

    Yetiş Pirim Ali car sende kaldı

    Olağanüstü harikalarla dolu bir dünyada yaşamaktayız. Hızır’ın bize yardım etmesi için beklemek yerine, hepimiz Hızır’ın misyonunun gerçekleşmesi için birer Hızır olabiliriz. Bizden yardım isteyen milyonlarca insana Hızır’ın bize davrandığı gibi davranmak misyonumuz olmalı diye düşünüyorum.

    Bunun için diyoruz ki:

    Her günü son gün olarak

    Her gördüğünü HIZIR bilerek

    Mümkünse sana yardım etmesi için HIZIR bekleyeceğine,

    Sen HIZIR olup bekliyenlere yardım ulaştır.

    Ve etrafından olup bitenleri anlamak istiyorsan,

    Kuran-ı Kerim’e bak ve Kehf Suresi’ni anla ki,

    Şaşkın şaşkın bakanlardan olmayasın

    HIZIR GÜLBENGİ

    Ey Rabbül Alemin

    Ey kainatı çepeçevre kuşatan

    Daima bir şan ve yaradılışta olan

    Darda kaldığımızda sen car imdadımıza HIZIR yetiştiresin

    Darda buğda komayasın

    Ey dar günlerimizin dostu

    Her an hazır ve nazır olan

    Cömertlerin cömerdi

    Çaresizlerin çaresi

    Umutlarımızın tükenmez hazinesi

    Deryada, denizde, sahrada, girdapta

    Dağda, bayırda, afette, tufanda

    Dar gününde elimizden tutan

    Hastalara şifa, dertlere derman, kalplere iman

    Ceddi celalimize, hanemize mihman olasın.

    Nur yüzlü aksakallı yardımcımız sen

    Saklayasın, bekleyesin, amana ve noksana uğratmayasın

    Er hakk, darından ve didarından ayırmayasın

    Pirsize, uğursuza, hayırsıza, şeytana, nadana düşürmeyesin

    Ey birlik aleminin ledün ilminin sahibi

    Ey Rahmanın rahmetine nail olan

    Ey hakk sırlarının bilicisi

    Verdiğin ikrara bağışla bizi

    Bizleri ikrardan imandan ayırma

    Seni gece gündüz zikreden aziz ve mübarek kullarından eyle

    Muhammed Ali’nin güzel yolundan

    Kendi namu şanına bağışla bizleri.

     

     

    Hazırlayan: Hasan Yedigöl

     

    KAYNAKCA:

    HIZIR VE HIZIR ORUCU: (Avrupa Alevi Akademisi Yayınları)

    HIZIR- İLYAS KÜLTÜ: (Ahmet Yasar Ocak)

    HIZIR: (Serhat Ahmet Tan)

    HIZIR: (Baki Güngör Dede)

    HIZIR KIMDIR?:( Nilüfer Dinç)

    Hazırlayan: Hasan Yedigöl