Nebî Hızır
Yalvarması boynumuza farzoldu
Edeb erkân mü’minler arzoldu
Mü’minin secdesi Hak niyaz oldu
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle
Kim kaildir mahşere kalan davaya
Şah Hasan’a ağu vedi Muaviye
İmam Hüseyin mürrüvvet eyle canıma
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle
Musa Kazım ile salayı veren
İmam Rıza ile mescide giren
Takî ile Nakî canıma gelen
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle
Askeri’nin askerine katılan
Kul olup Belh Buhara’da satılan
Çöl Kufe şehrinde nara atılan
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle
Kırklar’ın cemine beraber gelen
Servet Muhammed’in bacını alan
Sancağını çekip Zülfikâr çalan
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle
Fakir Ednâ’m der ki bu sırra eren
Üstadım Hatayi darına duran
Tamuda yanar mı nurunu gören
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle
Görüldüğü gibi Alevi insanı Hızır’ı her yerde yanında görmek istemiştir. Yaradanın temsilcisi olarak kabul etmiştir. “Yetiş Ya Ali, Ya Nazır” dır diyerek, Hz. Ali ile Hızır’ı bütünleştirmiştir. “Hızır, Hazır ve Nazır”dır diyerek, insanların yanlış yapmaları önünde dikilmiştir. Yine, Orta ve özellikle Doğu Anadolu’da insanlarımızın avlanmasının günah olarak kabul ettikleri, dağ keçisine avcılar tüfeklerinin namlusunu çevirdiklerinde karşısında ak sakalı ile dimdik duran, hiç konuşmadan asasını sallayarak “dur” diyen bilge/dervişin de Hızır olduğu anlatılır.
Bu bölgemizde söylenen ve kulaktan kulağa aktarılarak günümüze gelen bir şiirde şöyle denir.
Yetiş Ya Hızır
Hızır sen dert ve gamların melhemisin
Denizlerin deryaların
Keleklerin gemilerin
Göllerin ırmakların
Köprü ve çetin geçitlerin başısın, kılavuzusun
Hızır beklenmedik anın misafiridir
Dumanlı-tufanlı günün kavuşanıdır
Hızır çığırını/izini kapatma tez yetiş, sakın geç kalma
Yola çıkanlara “Hızır Yoldaşın ola” denilerek, Hızır’a elçilik, rehberlik ve kollama misyonlarıda yüklenmiştir. Hâttâ, kore savaşına katılan bazı Dersim askerlerin savaş sırasında karşı askeri güçler tarafından kuşatma altına alındıklarında, “Yetiş Hızır” dediklerinde ak sakallı, asalı. Bembeyaz giysiler içerisinde en önde koşanın, karşı güçleri bozguna uğratan komutanın, kendilerine yardımcı olan bilgenin veya dervişin de Hızır olduğunu iddia ederler.
Hâttâ bu bölgemizde yani Dersim, Varto, Bingöl, Erzincan, Elazığ ve Sivas’ta Zazaca konuşan Aleviler, zaman zaman “Bizim Dilimiz Hızır Dilidir” derler. Hızır için niyaz-lokma (Hızır niyazı) pişirip dağıtırlar. Hızır yeni doğan bebeğin, can çekişen hastanın başucundadır. Yola çıkan yolcu ona emanettir. Hızır emanetlerin bekçisidir. İnsanlarımız birine geçici olarak bir şey teslim ettiklerinde “Bu Hızır Emanetidir“ derler. Yine Doğu Anadolu’da en ağır bedduaların başında “Hızır kökünü kazıya” şeklindeki bedduadır.
Hızır, Anadolu insanımız için her zaman doğru, çalışkan, her yerde hazır, adaletli bir bilge, Derviş, Ulu ve Evliya’dır. Örneğin insanların darda olduğu zaman imdada yetişmediğinde ise, yine insanlarımızın tepkisi ve sitemiyle de karşılaşabilmiştir.
1937-38 Dersim olayları sırasında zor koşullarda kalan insanlarımız. anında tavır takınmayan, kendilerine yardım etmeyen Hızır’a ve Düzgün Baba’ya (Tunceli/Dersim’in Nazimiye bölgesinde her yıl ziyaret edilen ve kutsal olduğuna inanılan bir dağdır) tepki göstermişlerdir.
Aşağıdaki mısralarda görüldüğü gibi, kimi Alevi insanı olaylar karşısında Hızır’ın sessiz kalmasına, tavır takınmamasına hemen tepki göstermiştir. Haksızlığa Hızır’ın seyirci kalmasını hazmedemeyen Alevi insanı, tepkisini en sert biçimde açığa vuruyor. Hızır’ın hep mazlumun yanında yer almasını istemiştir. Hızır’a her yerde koruyucu ve kollayıcı bir misyon yüklemiştir.
Bu tepkilerini aşağıda aktarıyoruz.
Neredesiniz
Hey gidi ulu Hızır, Baba Düzgün
Bu ne hal, bu ne vaziyettir?
Hızır, Hızır, Düzgün, Düzgün
Neredeydiniz ?
Hani Sizler Ulu kişilerdiniz ?
Ayağınıza gelirdi niyazlarımız kurbanlarımız
Kızıl Elma lokmalarımız
Niçin düşman sırtınızda at oynattı?
Çocuklarımızın, kadınlarımızın kanını akıttı
Derler di ki; Hızır ve Düzgün
Dar günde yetişirler
Hani nerde kaldınız, niye gelmediniz?
Aleviler Hızır’ı her zaman gönüllerinde yaşatmışlardır. Bununla birlikte Hızır’ı misafirleriyle bütünleştirmiş olup, misafire “Hızır misafiri” diyerek hürmette kusur etmez. Misafir- Hızır ilişkisini konu eden Şah Hatayi’nin bir nefesini olduğu gibi aktarıyoruz.
Aleviler misafirlerini Hızır’la, Hızır’ıda Hz. Ali ile özdeştirmişlerdir. Konağa (eve) gelen misafir Hızır veya Hz. Ali gelmiş gibi itibar ve hizmet görür. Hâttâ Bektaşi babalarına verilen icatnamelerde “ayende ve revendeye it’am-ı-taam” (gelip gidenlere yemek yedirme) şartı konulmaktadır. Eskiden dergâh ve tekkelerde misafirler için özel olarak ayrılmış bir miktar yiyecek bulundurulurdu. Anadolu Alevi köylerinde kırsal alanda yaşamakta olan, tarımla uğraşan Aleviler, evlerine miman (misafir) götürmek için birbirleriyle yarışırlardı. Bir eve misafir gitmediği zaman uğursuzluk sayılırdı. İnsanlarımız arasındaki inanca göre, güneşin aydınlatmadığı, misafirin uğramadığı evde dirlik ve birlik olmazdı.
Mihman Hızır’dır
Misafir aşk kapusunun dilidir
Hızır’ı sev kim sahibinin gülüdür
Tanrı misafiri pirim Ali’dir
Mihmanlar siz bize sefa geldiniz
Bir eve kahrola misafir gelmez
Çalınsa çırpınsa ektiği bitmez
Çağırsa bağırsa bir yere yetmez
Mihmanlar siz bize sefa geldiniz
Hizmet eyle sen ki daima gele
Yavan yaşık bizim yüzümüze güle
Büyük küçük onu hep Hızır bile
Mihmanlar siz bize sefa geldiniz
Misafir gelir ki kısmeti bile
Misafir Hızır’dır özrünü dile
Hatayi’m uğruyu tut ver gele ele
Mihmanlar siz bize sefa geldiniz
Hızır inancının oldukça yoğun olarak yaşatılığı Tunceli (Dersim)’de Hızır adı oldukça sık kullanılır. Hızır Gölü (Golê Xızırı), Hızır Köprüsü (Pırde Xızıri), Hızır geçiti (Gavanê Xızıri), (Lıngâ Xızıri) ve Hızır Evi veya mekânı (Bone Xızıri) vardır. Hâttâ her ilçenin bile Hızır’ı vardır. Hozat Hızır’ı (Xızırê Xozati) veya Kırmızı Köprü Hızır’ı (Xızıre Pırdê Suri) gibi.
Alevi insanı kendi inançsal ihtiyaçlarını yine kendi karşılamıştır. Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi, her köyün, her mezranın, hâttâ her aşiretin kendi Hızır’ı vardır. Hızır’a verilen değer, biçilen misyon araştırıldıkça daha net ve çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Öyleki, Aleviler Allah veya Hz. Muhammet adından çok Hızır adını kullanmaktadır.
Anadolu halk inançlarına göre, Hızır genellikle dilenci ve fakir derviş kılığında ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyar kılığında dolaşmaktadır. Genel inanca göre Hızır’ı kolay kolay tanımak mükün değildir. Ancak orta parmağıyla şehadet parmağının aynı boyda olduğu söylenmektedir. Hâttâ parmaklarından birinin kemiksiz olduğu da idda edilmektedir. Hızır, karşılaştığı her kimseye “Dile benden ne dilersen” dediğinden, bu sözü nedeniyle gittiği yerlerde teşhis edilmektedir. Hızır sık sık görülmüş değildir. Görüldüğünde de genellikle bozatının üzerindedir. Buna göre, Hacı Bektaş Vilayetnamesi’nde Hızır’ın Hacı Bektaş Veli’nin cenazesine geldiği anlatılırken bir tarifi yapılmaktadır. Buna görer: “Yüzünde yeşil peçe, altında boz bir at, elinde bir mızrak bulunmaktadır.
Yine bu örneğe benzer Otman Baba Velayetnemesi’nde ise zara’da bir çiftçi, çift sürerken aniden karşıda boz atlı yeşil cidalı, yüzü nikaplı bir server belirir.
Dede Korkut hikayeleri’nde ise Dirse Han oğlu Buğaç’ı bozatlı Hızır ölümden kurtarır. Karacaoğlan ise Hızır’ı şöyle tarif eder:
inancının oldukça yoğun olarak yaşatılığı Tunceli (Dersim)’de adı oldukça sık kullanılır. (Golê Xızırı), (Pırde Xızıri), (Gavanê Xızıri), (Lıngâ Xızıri) ve veya (Bone Xızıri) vardır. Hâttâ her ilçenin bile ’ı vardır. ’ı (Xızırê Xozati) veya ’ı (Xızıre Pırdê Suri) gibi. Alevi insanı kendi inançsal ihtiyaçlarını yine kendi karşılamıştır. Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi, her köyün, her mezranın, hâttâ her aşiretin kendi ’ı vardır. ’a verilen değer, biçilen misyon araştırıldıkça daha net ve çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Öyleki, Aleviler veya adından çok adını kullanmaktadır. Anadolu halk inançlarına göre, genellikle dilenci ve fakir derviş kılığında ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyar kılığında dolaşmaktadır. Genel inanca göre ’ı kolay kolay tanımak mükün değildir. Ancak orta parmağıyla şehadet parmağının aynı boyda olduğu söylenmektedir. Hâttâ parmaklarından birinin kemiksiz olduğu da idda edilmektedir; karşılaştığı her kimseye dediğinden, bu sözü nedeniyle gittiği yerlerde teşhis edilmektedir. sık sık görülmüş değildir. Görüldüğünde de genellikle bozatının üzerindedir. Buna görende Hızır’ın cenazesine geldiği anlatılırken bir tarifi yapılmaktadır. Buna görer:
Deryalar üstünde Bozatlı Hızır
Benli Boz’a binmiş o da geliyor
Halk inançlarına göre Hızır, çok geniş bir coğrafyada görülmüştür. Bu nedenledir ki, görüldüğü her yerde: “Hızır Evi”, “Hızır çeşmesi” adı verilmiştir.
İran: Şirvan bölgesinde Bacervan şehri yakınlarında Hızır evi bulunmaktadır.
Suriye: Şam’da Ümeyye Camisi’nde Hızır makamı vardır.
Lübnan: Cebel eteklerinde Hz. Hızır Aleyhisselâm makamı olduğu biliniyor.
Kudüs: Mescit’i Aksâ’da bir Hızır kapısı vardır.
Fas: Fes şehrinde sidi Harazem’de Hızriyye tarikatı bulunmaktadır. Burada da Hızır makamı vardır.
Cezayir: Hz. Musa ile birlikteliği yıkılmak üzereyken düzelttiği duvarın telemsen’de olduğu anlatılmaktadır.
Irak: Bağdat’ta Hızır makamı vardır.
Türkmenistan: Semerkand’da Hızır makamı vardır.
Mısır: İskenderiye kalesinin sahil kapısının adı Hızır kapısıdır.
Azerbaycan: Şirvanlılar Hızır’ı Zinde adında ki bir türbeyi bugün de ziyaret etmektedirler. Söylenceye göre Hızır bu türbede yatmaktadır.
Ayrıca Evliya Çelebi Kudüs yakınlarında Hızır-İlyas makamı olduğunu yazar. Ona göre, İlyas Peygamber burada bir kaya üzerinde ibadet etmiş olup başlarının ve dizlerinin izi çıkmıştır. Evliya Çelebi Ayrıca Çelik üzerinde Mührü İlyas adı ile bir mühürde bulunduğunu yazmaktadır.
Öte yandan Türkiye’de de Edirne, Kütahya, Sivas, Afyonkarahisar, Afyon, Merzifon, Samsun, Çorum, Denizli, Erzincan, İzmir Foça, Amasya ve Tunceli’de Hızır’a ait mekânlar bulunmaktadır. Adını Bingöl’den alan Bingöl şehrinde ki bir gölün Hızır’a ait olduğu biliniyor. İstanbul’da başta Ayasofya camisi olmak üzere bir çok camide Hızır makamı vardır. Hatay’da ise oldukça çok sayıda Hızır mekânı vardır. Asi nehrinin Kızıldağ, Musadağı ve Harbiye’den dökülen kolları arasında kubbeli, kapılı ziyaret yerleri bulunmaktadır.
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi Hızır, bir değil bir çok yerde farklı dillerde, farklı ülkelerde yaşamış/yaşatılmıştır.