Hızır veya Hızır-İlyas hakkında sağlam bilgiler edinebilmek için, geçmişe uzanmakta fayda var. Günümüze değin gelen Hızır’ın hangi tarihlerde yaşadığı ve geçtiği yerler hakkında kısaca bilgi edinmek, konuyu anlamak açısından önem taşımaktadır. Bu nedenledir ki, günümüzde Anadolu’da yaşayan Hızır’ın öncesine yani Kur’ân-ı Kerim’de Hızır ile ilgili ayetlere göz atalım.
Bunun için Kur’ân-ı Kerim’de ki “el-Kehf” (Mağara) sûresinin bazı özelliklerini aktarmakta fayda vardır. Bu özellikleri aktardıktan sonra, konumuza dönerek, el-Kehf sûresindeki ayetleri olduğu gibi aktaracağız.
El-Kehf süresi, Kur’an-ı Kerim’de 83 sûreyi içermektedir. Tamamı 110 ayetten oluşan el-Keyf sürelerinin 28. ayeti dışındakilerinin (28. ayet Medine’de yazılmıştır) tamamı Mekke’de yazılmıştır. Bu sûreyi diğerlerinden ayıran en önemli özelliği, asırlar boyunca tüm müslümanlar tarafından ilgi gören ve süreli olarak tartışılan üç önemli olayı içermesidir.
Anlatılan her üç olay da tasavvuf çevrelerinde geniş yankı bulmuş ve konularla ilgili olarak çeşitli yorumlara neden olmuştur.
El-Kehf sûresinde anlatılan üç olay şöyle geçmektedir:
a)Ashab-ı Keyf adıyla tanınan kişilerin başından geçenler (9.-26. ayetler)
b)Asıl konumuzla ilgili olarak Hz. Musa ile Hızır’ın buluşmasını anlatan (60.-82. ayetler)
c)Zü’l-Karneyn ve Ye’cuc Me’cuc olayıdır. (83.-98. ayetler)
İşte bu üç önemli ve ilgi uyandıran konular nedeniyledir ki, el-Keyf sûresi, müslümanlar arasında Yasin sûresinden sonra en çok okunan sûre olmuştur.
İslam tarihi ile ilgili olarak özellikle de Hallac-ı Mansur (857 yılında Tur’da doğmuştur. “Enel Hak” yani “Ben Tanrı’yım” dediği için uzun yıllar hapis yattıktan sonra 922 yılında verilen fetva ile önce kolları ve bacakları ardından kafası kesilerek derisi yüzülen Hallac-ı Mansur, Bağdat’ta idam edilerek halka teşhir edilir) –üzerine yaptığı araştırmalarıyla tanınan ve 1962 yılında ölen dünyaca ünlü Fransız araştırmacı Louis Massignon, Hallac-ı Mansur ile ilgili ilk kitabını 1914 yılında yayınlar. Massignon, uzun yıllar emek verdiği çalışmasını “Hallac’ın tutkusu; Mistik İslam Şehidi” adı altında 2000 sayfalık eserinde toplamıştır.
Yine Buhari’nin Ubey İbn Ka’b’tan aktardığı bir hadiste Peygamber şöyle demiştir:
“Hz. Musa’ya, insanların en bilgini kimdir diye soruldu? O da, ‘benim’ karşılığını verdi. Tanrı, ‘Allah bilir’ demediği için Musa’ya vahyedip şöyle azarladı: ‘Denizlerin birleştiği yerde bir kulum vardır ki o senden bilgilidir.’ Yorumcular bu kulun Hızır olduğu görüşündeler.
İslam tarihi ile oldukça içli dışlı olan Massignon, Kur’an-ı Kerim’de yer alan bu üç olayın çok önemli olduğunun da altını çizmektedir. Massignon’a göre, bu üç olay, islam dinin en önemli ip ucunu vermektedir. Buna göre, birinci olayda, bütün kalpleriyle kendilerini Allah’ın iradesine teslim eden iman sahiplerinin üstünlüğü; ikinci olayda, Hz. Musa’nın karşısına çıkarılan manevi kılavuz durumundaki bilge, dervişin (Hızır’ın) esrarengiz kişiliğidir. Üçüncü olayda ise, buna rağmen, insanın kendini buna karşı koymaya çalışmaktan alıkoyamamasıdır.
El-Kehf sûresinin bu bölümüne kısaca değindikten sonra, Hz. Musa ile, ona kılavuzluk eden esrarengiz (yani Hızır) şâhsiyet arasında geçtiği belirtilen olay ve konuşmaları A. Yaşar Ocak’ın araştırmasından aktarıyoruz. Kur’an-ı Kerim’in 60. ayetinden itibaren 80. ayete kadar olan bölüm şöyledir:
60- Bir zamanlar Musa, genç bir adamına (bazı kaynaklara göre uşağına) şöyle demişti: “Ben iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayıp gideceğim, yahut maksadıma erinceye kadar uzun zamanlar geçireceğim.
61- Bunun üzerine onlar, bu iki deniz arasının birleşik yerine ulaşınca balıklarını unuttular. Balık bir denize doğru yolunu tutmuştu.
62- Vaktaki oradan geçip gittiler. Musa genç adamına dedi ki, “Kuşluk yemeğimizi getir. Bu yolculuğumuzda andolsun ki yorgun düştük”
63- Genç adam, “Gördün mü kayaya sığındığımız vakit ben balığı unutmuşum. Ona söylememmi Şeytan’dan başkası unutturmadı; o, şaşılacak bir suretde denize atıldı, yolunu tutup gitti”.
64- Musa “İşte, dedi, bizim arayacağımız bu idi” Şimdi izlerinin üzerine gerisin geri döndüler.
65- Derken, kullarımızdan öyle bir kul buldularki, biz ona tarafımızdan bir rahmet vermiş, nezdimizden has bir ilim öğretmişdik.
66- Musa ona (yani Hızır’a) “Sana öğretilen ilimden banada öğretmen için sana tabi olayım mı?” dedi.
67- O (Hızır) da Musa’ya “Doğrusu sen benim beraberimde asla sabredemezsin”.
68- “İç yüzünü kavrayamadığın bir bilgeye nasıl sabredebilirsin?”
69- O (Musa) da: “Allah dilerse beni sabredici bulacaksın, sana hiç bir işte karşı gelmiyeceğim” dedi.
70- O (Hızır) da: “Eğer bu suretle bana tabi olacaksan ben sana kendisini anıp söyleyinceye kadar, bana hiç birşey sorma” dedi.
71- Bunun üzerine kalkıp gittiler. Nihayet bir gemiye bindikleri zaman o (Hızır), gemiyi deliverdi. Musa dedi ki, “İçindekileri suda boğasın diyemi onu deldin? Andolsunki büyük bir iş yaptın.”
72- O (Hızır) dedi ki: “Sen beraberimde asla sabredemezsin demedim mi?”
73- Musa: “Unuttuğumuzdan dolayı, dedi. Beni muaheze etme. Şu arkadaşlığımızda bana güçlük yükleme.
74- Yine gittiler. Nihayet bir oğlan çocuğuna rast geldileri zaman o, hemen bunu öldürdü. Musa dedi ki: “Tertemiz masum bir canı, diğer bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha! Andolsun ki sen kötü bir iş yaptın!”
75- O (Hızır) dedi: “Ben sana beraberimde asla sabredemezsin demedim mi?”
76- Musa, “Eğer, dedi, bundan sonra sana birşey sorarsam benimle arkadaşlık etme!”
O taktirde tarafımdan muhakkak bir özre ulaşmışımdır. Benden ayrılmakta mazur sayılırsın.
77- Yine gittiler. Nihayet bir memleket halkına vardılar ki, orada ahalisinden yemek istedikleri halde kendilerini misafir etmekten imtina etmişlerdi. Derken yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. O (Hızır) bunu hemen doğrultu verdi. Musa dedi ki: “Dileseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın.”
78- O (Hızır) “İşte, bu benimle senin ayrılışımızdır. Sana, üzerinde asla sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim.
79- “Gemi denizde iş yapan yoksullarındı. Onun için ben onu kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında her sağlam gemiyi zorla almakda olan bir hükümdar vardı.
80- Oğlana gelince, onun anası da babası da iman etmiş kimselerdi. Bunun için onları azgınlık ve kafirlik bürümesinden endişe ettik.
81- “İstedik ki onların Rabb’i bunun yerine temizlikçe daha hayırlısını, merhametce daha yakınını versin.
82- “Duvara gelince, bu o şehirde iki yetim oğlanındı. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları iyi bir adamdı. Binaenaleyh Rabb’in diledi ki, ikiside rüştlerine ersinler. Definelerini çıkarsınlar.
Bu Rabb’inden bir merhametti. Ben bunları kendi re’yimle yapmadım. İşte üzerine sabredemediğin şeylerin içyüzü”.
Yukarıdaki ayetlerin içeriğini incelediğimizde karşımıza şunlar çıkmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim 60.- 80. ayetlerinde görüşme ile ilgili olarak bahsedilen iki denizin birleştiği yerler hakkında çeşitli rivayetlerde anlatılmaktadır. Bunlara göre;
1- Karadeniz ve Hazar denizi arası (Azerbaycan).
2- Ermenistan’da Kur ve Res (Aras) nehirleri arası.
3- Akdeniz’le Kızıldeniz arası.
4- Ürdün ile Kuzum nehirleri arası.
5- Antakya.
6- Eyle.
7- Atlas Okyanusu kıyısındaki Endülüste bir şehir.
8- Afrika’da Tanca şehri olduğuna dair görüşler de ileri sürülmektedir.
Kaynaklar bize, İsrailoğullarının peygamberi Hz. Musa, bir adamı ile birlikte, kendisiyle buluşması emredilen yere – iki denizin birleştiği yere yani Mecmau’l Bahryn’e – gittiğini göstermektedir. Hz. Musa gideceği yeri tanıyabilmek için, yanına azık olarak aldığı balıktan yararlanacaktır. Çünkü, balığın canlanıp denize kaçması halinde, bu Hz. Musa için buluşma yerine geldiğine dair bir işarettir. Ancak, Hz. Musa’nın genç adamı, deniz sahilinde uğradıkları bir kayanın yanında balığın canlanıp denize kaçtığını ona haber vermeyi unutmuştur. Yolda acıkıp balığı yemek istediklerinde genç adam olayı hatırlar ve Hz. Musa’ya anlatır. Hz. Musa hemen gerisin geri kayalığa geri döner.
Geri döndüğünde aradığı kişinin gerçekten kayalıkta beklediğini görür. Bekleyen kişi kendisine Allah tarafında rahmet, ve ilim verilen bir “kul“dur. Hz. Musa hemen yanında kalmak ister. Bilge Kul, önce bunu kabul etmez. Hz. Musa’nın ısrarı sonrasınada ayetlerde anlatılan olaylar gelişir ve sonunda Bilge Kul, Hz. Musa’dan ayrılmadan önce yaptığı tüm olayların, Allah’ın emri olduğunu, bunları bu nedenle, gerçekleştirdiğini söyler. Ve böylece Hızır olduğu bir çok ilim adamı tarafından kabul edilen Bilge Kul ile Hz. Musa’nın beraberlikleri sona erer.
Bir çok kaynak, Hz. Musa’nın beraberindeki genç adamının uşağı olduğunu yazar. Hz. Musa’nın uşağının adı Yuşa ibn Nün, Bilgin ve Kul olarak ayetlerde ifade edilen kişinin ise Hızır (Arapça telafuzu Hard )’dır.
Hızır’ın peygamberliği ve ebedi yaşadığı konusunda çeşitli rivayetler vardır. Kimilerine göre Hızır, (Al – Hazir yeşillik anlamına gelmektedir) Hz. Âdem’in kendi oğludur. (İslam ve yahudi inançlarına göre ilk insan Adem’dir. Kumlu toprak ve çamurdan yaratıldığı kutsal kitaplarda yazılıdır. İlk Peygamber’dir. İslam yorumcularına göre, tanrı tüm Meleklerine Adem önünde secde etmelerini buyurmuş. Şeytan buna uymamış ve bu olay Adem ile Şeytan’ın cennetten kovulmasına neden olmuştur. Tanrı tarafından kendisine verilen 1000 yıllık ömrünün 40 yılını Hz. Davud’a bağışlaması nedeniyle 960 yıl yaşamış. Ömrünün 200 yılını tövbe ederek geçiren Adem, Cebrail tarafından Arafat’a götürülerek Hava ile buluşturulmuş. Süryani ve Hiristiyan kaynaklarına göre ise, Tufan’dan sonra Kudüs’e gömülmüştür.)
Bazılarına göre de Hızır, Kabil veya El Yasa’nın oğludur. Bazı önemli kaynaklar ise Hızır’ı peygamber mertebesine koyarken, kimileri de; o’nun Velî veya Nebî olduğunu yazarlar.
Hz. Muhammed bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Hızır’a bu adın verilmesinin nedeni, kuru bir yerde post üstünde otururken hemen arkasında yeşil otlar belirmesindendir” Kimi anlatımlara göre ise, Hz. İlyas ile kardeştir. Biri karada diğeride denizde insanların yardımcısı olmaktadır.
Yine Buhari’nin Ubey İbn Ka’b’tan aktardığı bir hadiste Peygamber şöyle demiştir:
“Hz.Musa’ya, insanların en bilgini kimdir diye soruldu? O da, ‘benim’ karşılığını verdi. Tanrı, ‘Allah bilir’ demediği için Musa’ya vahyedip şöyle azarladı: Denizlerin birleştiği yerde bir kulum vardır ki o senden bilgilidir. Yorumcular bu kul’un Hızır olduğu görüşündedirler.
Ünlü bilim adamı Hazin’e göre Hızır diridir. Yine Hazen’i, Delaliu – Hayat Şerhi Kara Davud adlı eserinde Hızır’ın Hz. Muhammed’e biat etmediğinden yola çıkarak öldüğünü iddia etseler de, hak inancında ve efsanelerde yaşatılan Hızır yaşıyor olsaydı, o halde mutlaka Hz. Muhammed’e biat etmesi ve birlikte savaşması gerekiyordu. Hızır Biat etmediğine ve savaşmadığına göre yaşamıyor.
Ne var ki, Hz. Musa ile gezip dolaşan ona deyim yerindeyse akıl veren Hızır, kimi zaman peygamberlik mertebesine yükselerek Nebî olmuş, kimi zabaman da Hz. Ali’nin kendisi olarak kabul görmüş ve nesilden nesile yaşatılarak günümüze kadar gelebilmiştir.
Hızır’ın ebedileştiğini iddia eden bazı kaynakalar ise, Hızır’ın Zu’l –Karneyn’in veziri olduğunu savunarak, şunu ileri sürerler. Zu’l – Karneyn Ab-ı Hayatı bulmak için yola düştükten sonra, Ab-ı Hayatı ilk bulan, ilk içen ve onunla ilk yıkanan Hızır olduğunu savunurlar. Hâttâ bu arada Zu’l – Karneyn’in yolunu kaybederek geri döndüğü de iddialar arasında yer almaktadır. Hızır’ın yaşadığını iddia eden kaynaklar, Ab-ı Hayat suyunu ilk içenin Hızır olduğundan yola çıkarak, Hızır’ın ebedileştiğini savunmaktadırlar.
Ab-ı Hayatı içtiği anlatılan Hızır’ın Mürşid-i Kâmil olduğunu Şah Hatayi’nin bir kaç nefesinden aktaralım:
Azattır fenadan geçen
Ab-ı Hayat’tan içen
Zulmetin kapısun açan
Hızır sıfat veli gerek
Hayati sözünün manisin verdi
Yar ile ettiği ahdinde durdu
Cebrail Musa’ya Hızır’a var dedi
Mürşid-i Kâmile varmadan olamaz
Öte yandan 17.yy.’da yaşamış olan Teslim Abdal şöyle söyler:
Bülbüller gülşende efgana durdu
Hüseyin Hakk’ içün serini verdi
Doldurdu doldurdu bir dolu verdi
Ol Hızır’ın yeşil eli sabakan
Yine 17.yy.’da yaşamış olan Bektaşi şairlerinden Miskini şöyle yakarır:
Alçaklı yüksekli gaip erenler
Alıver gönlümü zalim elinden
Hızır Nebî isen gerçek er isen
Alıver gönlümü zalim elinden
19.yy.’da yaşamış olan Harabi ise, Hz. Musa ile Hızır’ın görüşmesine şöyle atıfta bulunmaktadır:
Mecmau’l – Bahreyn’e vardığım zaman
Hızır’ı Buldum candan gulam oldum
Ledün ilmin bana eyledi ihsan
Sırr-ı sırru’llah’ın tamamı oldum
Ne var ki, bu iddiaların dışında gözden ırak tutulmaması gereken en önemi bir konu da, Hızır’ın bir koruyucu ve iyilik meleği olduğudur. Bunun için bazı kaynakların “neden savaşa katılmadı” şeklindeki söylemleri, barış, dostluk ve sevgiden yana olan bilge Hızır için doğal karşılanabilir.