• Seyyid Battal Gazi Külliyesi

    Yrd. Doç. Dr. Yağmur Say

    Veli kültü; doğaüstü güçlerle donatılmış, Tanrı’ya yakın olduğu varsayılan bir kimliğin, Tanrı’ya ulaşabilme yeteneğinden, kişisel yardım isteklerine kadar varan, geniş bir majik ve mistik alanda, kişilere ve topluma yardımının olacağına inanılması ve bunu sağlamak için de çeşitli ritüellere başvurma yöntemi ve olgusudur, denebilir. Bu anlayış ve yöntem, veli’nin kutsallaştırılmasıyla da sonuçlanır.

    Veli kültünün, Budizm, Hinduizm, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi dinlerin hakim olduğu alanlarda birçok inanç veya teolojik ve folklorik öğelerle benzerlikler gösterdiği açıktır. Din tarihçileri ve din sosyologları, gerek Hıristiyanlık, gerekse İslam’daki aziz veya veli kültünün kaynağını, bu dinlerin ortaya çıktığı ve yayıldığı alanlarda eskiden mevcut bir takım folklorik yapılanmalara ve teolojik kültlere bağlamaktadırlar. Yine bu araştırmacılar, Hıristiyanlıktaki aziz kültünün ilk çağlardaki çeşitli doğa kültleriyle, mitolojik tanrı veya kahraman kültlerinden kaynaklanıp geliştiğini ortaya koymaktadırlar. Müslümanlıktaki veli kültünün ise kaynak itibariyle İslam’la doğrudan bir bağlantısının olmadığı açıktır. Müslümanlık anlayışı içine de bu anlayışın pagan ve totemik kültler ile yaşam biçimlerinin üzerinde şekillendiği geleneklerden girdiği söylenebilir.

    Veli düşüncesini zamanla ve süre getirilen gelenek yardımıyla içine alan Sünni doktrin, kült temelli ve kült içerikli bir veli anlayışını reddetmesine rağmen, yardımı Allah’tan bilmek ve istemek koşuluyla evliyaya saygının caiz olduğunu savunur[1]. Ancak arzu edilen bu sınırın korunması mümkün olmamış, kavram kültleşerek inancın içine raptedilmiştir.

    Ayrıca, Anadolu da dahil, İslamlaşma sürecine girmiş bütün coğrafyalarda, İslamlaşma sürecinin başladığı dönemlerden beri yaşaya gelen çeşitli veli kültlerini tespit edebiliyoruz. Bunun en önemli sebebi; eskiden mevcut yerel doğa ve ata kültleri, tasavvufun veli anlayışının ister istemez yardımıyla halk içinde yorumlanıp veli kültüne dönüştürülmüş olmasındandır.

    Tasavvufun ana konusunun; “Rızasını elde ederek Tanrı’ya ulaşma” olduğunu biliyoruz. Bu hedefe ulaşmak için de dünyevi yaşamın bütün bağlayıcı etkilerinden kurtulmak gerekmektedir.Tasavvufun bu ana sorunu XIII. yüzyıla kadar bütün İslam düşünce tarihi içinde canlı ve geniş içerikli bir düşünsel yaşam oluşturmuştur.

    Kişinin Tanrı’ya ulaşması ile ilgili büyük duygusal savaş ve kate dilmesi gereken yol sorunu Veli kavramını yaratmış ve bu uğurda savaşan ve başarıya ulaşan kişi “Veli” (Tanrı Dostu) olarak nitelendirilmiştir.[2]

    Velayet kavramı birçok İslam düşünürlerinin ve müelliflerinin eserlerinde Sünni bir tabana oturtulur. Buralarda çizilen perspektife göre Veli olabilmenin ilk ve temel şartı, tüm ayrıntı ve inceliklerine göre dinsel kurallara uymak ve ondan dışarı çıkmama konusunda en fazla titizliği göstermektir. Bundan sonra çok sıkı bir öz benlik savaşı (nefs mücadelesi) ve dünya nimetlerinden sakınma, perhizle (riyazat) öz benliği terbiye etmek ve çok ibadet yapmak gelmektedir.[3]

    Seyyid Battal Gazi Külliyesi

    Burada sorunun içine keramet kavramı da girmektedir. Keramet; Veliler’in ortaya çıkaracakları birtakım doğaüstü olayları ifade eder.Bunun bir başka ifadesi de “Mucize”dir. Bunun içindir ki sorunun burasında veliliğin peygamberliğe benzer bir statü kazandığı dikkat çeker. Bu nedenle sufi teorisyenler bu paralelliği açıklığa kavuşturmak istemişler, peygamberliğin Velilik’ten ayrı ve onunla kıyaslanamayacak ölçüde üstün bir makam olduğunu ısrarla savunmuşlardır. Ancak her zaman mevcut olan bu paralellik IX. yüzyılda Hz. Muhammed için kullanılan “Hatemü’l- Enbiya” terimine benzer bir “Hatemü’l- Evliya” (Veliler’in Mührü) kavramının ve anlayışının doğmasına neden olacaktır.[4] 

    Velayet kavramı IX. yüzyılda kendi içinde de bir sınıflamaya tabi tutulmuştur. Veliler bir piramit şeklinde çeşitli derecelere ayrılırlar.Bunlar sırayla; “Recebiyyun, Müfredun, Asaib, Nükeba, Nüceba, Abdal, Efrad, Evtad, İmaman”’dır. En tepede ise “Kutb” bulunur. Kutb; yeryüzünde bulunan bütün Veliler’in en büyüğü olup evren onun otoritesi altında zikredilen tabakaları oluşturan Veliler tarafından yönetilir.[5]

    Veli ve Velayet kavramlarının XIII. Yüzyıla kadar büyük bir gelişim yaşadığı ve Muhyiddin-i Arabi ile de en gelişmiş şeklini aldığını görüyoruz.[6] Buradan da anlaşılıyor ki; bu tasavvuf anlayışının sadece İslami temel kavram ve geleneklerden kaynaklanmadığı, bu anlayış ve düşünüş biçiminin içinde önceki ve sonraki mistik düşünceler, Eflatunculuk ve Gnostisizm gibi mistik düşüncelerin de büyük payları olduğu görülmektedir. Örneğin, Hıristiyan mistisizmindeki “Saint” (Aziz) anlayışıyla Alevilik ile Hıristiyan ve İslam tasavvufundaki[7] “Veli” düşüncesi arasında benzer noktalar bulunmaktadır ; buradaki “Saint”, (Allah Adamı, Allah Dostu)’dur. Allah Dostu olan Saint yani bütün dünyevi zevk ve bağlardan kurtularak bir takım riyazet ve mücadele yöntemleriyle kendini Allah’a adayan Hıristiyan’dır. Hıristiyan mistisizmindeki bu anlayış Alevilik ve tasavvuftaki Velayet-i Amme (Bütün Müslümanların genel manada veli olduğu) ve Velayet-i Hassa (özel anlamıyla Veli) anlayışına uymaktadır.Ayrıca Alevilik ve tasavvufta olduğu gibi Saint’in “Keramet” mefhumuyla da sıkı ilişkisi bu benzerliğin diğer bir aşamasını oluşturur.

    Battal Gazi’nin Sandukası (Uzunluk : 5.5 m.)

    Veli anlayışı başlangıçta, Sünni ulema ve onlara bağlı halk tarafından tepki ile karşılanmış, özellikle peygamberlik ile velilik arasındaki benzer noktalar reddedilmiştir. Ancak zamanla bu tepkilerin mutasavvıfların önemli fikri girişimleri halk katmanında şiddetle taraftar bulmuş olan veli inancına daha sıcak bakılmasına neden olacaktır. Üçüncü aşamada ise Sünniliğin velilik anlayışını sadece benimsemekle kalmayıp bu anlayışı Tanrı ve ona ulaşma telakkileri arasında adeta vazgeçilmez bir konuma getirdiği görülecektir. Bu aşama öyle bir boyut kazanacak ki artık velilik anlayışını reddetmek bir yana bu anlayışı inancının içine yerleştirmeyenler eksik Müslümanlar olarak kabul edilecektir.[8]

    Türkler’in İslamlaşma sürecinde temel kavramatik olan felsefi tasavvuf anlayışı içindeki veli kavramı, Türk mutasavvıfları tarafından, adeta peygambere veya Hz.Ali’ye denk tutulması, özdeşleşmesi ve onların söylediği her sözün mutlak kabul görmesi gibi bazı temel konularda farklılaşmalar olmasına rağmen benimsenmiştir. Burada bir önemli belirleyici de;  Türk veli tipinin daha askeri ve savaşçı bir kimlik olmasıdır.Türk tasavvufundaki veli düşüncesi, halk için yazılmış tasavvuf eserlerinin popüler hale getirilmesi suretiyle, daha geniş bir halk kitlesine ulaşmıştır.

    Külte konu olan kimliklerin (veli), ait oldukları toplumun sosyal, dinsel ve ahlaki değerlerinin tamamının veya bir kısmının temsilcisi ve simgesi olduğuna inanılır. İkinci aşamada, söz konusu topluluk, ona yüklediği misyon ile temsil yetkisini verdiği bu simgesel varlığı kendi topluluğu ile özdeşleştirir. Simgeleşen ve söz konusu toplum ile özdeşleşen kimlik ancak veli olacak ve bu süreç de aynı zamanda beraberinde yeni yeni ilavelerle “kült”ü oluşturacaktır. Üçüncü aşamada, o veli, o topluluk için artık bir insan değil, olağan ve olağanüstünün bir arada bulunduğu, inanılan değerler bütününün toplamıdır. Bu kavramatiğe ve sürece en iyi örnek hiç kuşkusuz Battal Gazi ve kültüdür.

    Veli kavramının bir diğer boyutunda bulunan “Keramet” olgusu vazgeçilmez bir unsur haline gelir. Yaşamakta iken o veli, bu dünyadakinden farklı, olağanüstü olaylarla süslü bir soyut dünya ile kuşatılır.Veli öldükten sonra, kendisi hayattayken sahip olduğuna inanılan insanüstü kimliğinin , güç ve kudretinin devam ettiğine inanılır. Hatta bu varsayılan güç, mistik bir gizemle süslenerek daha da artar. Artık o veli etrafında kerametlerden oluşan bir menkıbeler sistemi oluşur ve giderek büyür.

    Veli, olağanüstü ruhani güçlere sahip olduğu için, toplumda ona karşı korku ile karışık bir saygı duygusu hakim olmaya başlar. O’na karşı yapılacak saygısızlığın çarpılma, ölme, amansız bir hastalığa tutulma şeklinde ceza ile karşılık bulacağına inanılır. Bunun yanında, velinin varsayılan bu ruhani gücünden iyilik elde etme ve kötülük giderme arzusu da doğar. Son aşamada da dünyada kendisinden bu tarzda yararlanılacak olan velinin öbür dünyada da insanlara yardımcı olması için onu memnun etme çabası ortaya çıkar ki bu da toplumsal tatminin önemli bir ayağı olmanın yanında, kişisel tatminin de önemli bir aşamasıdır.[9]

    Velileşen kült kimliğin toplumdaki sürekliliğini sağlamak için de topluluk çeşitli önlemler alır. Bu önlemler manevi yaşantıda olduğu gibi maddi yaşantıda da kendini gösterecektir. Toplumsal yapıyı, toplumsal barışı, inançları, ahlaki değerleri vb. ögeleri temsil eden veli, bu özelliklerini kalıcı, sürekli, topluluğun günlük yaşantısında her an görebildiği kişisel ritüel ve kurumsal yapılarla kendi varlığını ve önderliğini güçlendirir. Tabii ki bu misyonu O’na topluluk vermiş, ve O’nu bu değerler bütünü içinde aşmak yerine, bu değerlerin temsilcisi, önderi ve devam ettiricisi konumuna da o topluluk getirmiştir. Bu yapılanmayı sağlamlaştırmak ve devam ettirmek adına topluluk ritüele ve günlük yaşamın anlamına konu olacak bazı simgeler veya simgesel yapılar oluşturur; Veli adına yapılmış bir mezar veya türbe, ondan kaldığına inanılan bazı eşyalar topluluk için çok önemli simgelerdir.

    Bu mezar, türbe[10] veya eşyanın uhreviyetinden yardım dileme, onlara dokunarak onların varsayılan mistik ve majik güçlerinden yararlanma, günahlardan arınma, hastalıkların tedavisinde onları kullanma inancın ve ritüelin içine girer. Bu uhreviyete sahip olmak için adak[11] ve kurban kesme gibi bir üst aşama yaşanır ki bu da topluluk içindeki veli anlayışının devamını ve gücünü sağlamlaştıran, kişiye iç tatmini veren çok önemli bir aşamadır. Son aşamada ise kişilerin veya toplulukların inançlarının içinde olmamasına rağmen, Tanrı’ya ulaşmada bir başka önemli olguyu da O’nun adının zikredildiği dualar alır. Kişiler artık o velinin adını dualarında zikrederken bir başka taraftan da onun için de söylenen dualar, inancın içine girmiş ve inanç artık yeni katılımlarla, yeni bir aşamayı yaşar olmuştur.

    Veli’nin mezar ya da türbesinin varlığı, bir anlamda kültün de yaygınlık düzeyini gösterir. Toplumda ; herhangi bir yerde herhangi bir zamanda çok özenle yapılmış olan bir türbe, genellikle içindeki velinin de çok saygın bir kimlik olduğuna, bu velinin dolayısıyla bu kültün yerel değil daha evrensel bir olguya işaret ettiğini göstermektedir. Buna hiç kuşkusuz en iyi örneklerden biri Seyyid Battal Gazi kültüdür. Ünü Balkanlar’a kadar yayılmış olan Battal’ın inananlarının perspektifi oldukça geniştir. Ayrıca mezar ve türbelerinin Anadolu’da 7 ayrı yerde olması, bütün bu bölgelerde ayrı ayrı söylencelere ve yazılı metinlere kaynaklık etmesi de çok önemli ayrıntılardır.

    Anadolu’daki veli kültünün kaynağını İslam öncesi eski Türk inançlarının içinde aramak doğru olacaktır. İslam ve Anadolu’da İslami süreçte gelişen felsefi tasavvuf, bu yeni yapılanmaya yeni açılımlar kazandırır. Türkler İslamlaşma süreci içine girmeden önce ilişkide bulundukları çeşitli kültür çevrelerinde Şamanizm, Hinduizm, Taoizm, Budizm, Maniheizm, Mazdeizm, Zerdüştlük, Hıristiyanlık gibi inançlardan etkilenmişler, inancı tam anlamıyla benimsemeseler de bu inançlardan kendi yaşam biçimlerine uygun olan motifleri, alt yapılarında her zaman varolmuş olan Gök Tanrı inancı içine raptetmişlerdir. Bu tespitte hemen şunu belirtmek gerekir ki ; yeni etkisi hissedilen inanç unsurları kabul edilirken bir önceki inancın etkileri ve ögeleri silinip gitmemiş, bu ögeler ile yeni ögeler birleştirilerek ve kaynaştırılarak daha yeni bir sentez oluşturulmuştur. Anadolu’daki İslami süreçte veli kültü yukarıda zikrettiğimiz uzun serüvenin bir sonucudur.

    Seyyid Battal Gazi Külliyesi/ Yoğun Devşirme Malzemenin Bulunduğu Avlu

    Türkler’deki veli kültünün temelinin Gök Tanrı inancının önemli bir ayağını oluşturan Atalar Kültü[12] ile ve daha sonra da Şamanist etkinin yoğun olarak yaşandığı dönemde atıldığı söylenebilir. Türk Kamları (Şaman)’nın Türk veli tipine çok benzediği açıktır.Gelecekten haber veren, doğa olaylarını etkileyen veya değiştirebilen, felaketleri önleyen, düşmanlara kötülükler getirebilen, hastaları iyileştiren, göğe çıkıp uçabilen, ateşte yanmayan Türk kamlarının bu özellikleri bir süreci ifade eder. Çünkü başlangıçta herhangi bir aile reisinden belli bir ritüeli yönetmesi için o anda seçilebilen Kamlar ile sihirbazlık gösteren kişileri Türk tarihleri birbirinden ayırmaktadır. Yani Türkler’de sihir ve büyü gösteren her kişi Kam olamamaktadır. Türkler’de başlangıçta Kam adeta toplum lideri, yol göstericisi konumundadır. Ancak Şamanizm’in[13], Taoizm’in ve Budizm’in etkisini arttırması ile Kam’a biçilen görev değişmiş, Ataları öldükten sonra onları korumaya devam edeceği düşüncesi geliştirilerek yeni bir Kam göreve başlatılmıştır. Bu Kam; iyi ve olağanüstü bir varlıktır. Ruhlar ve gizemli güçlerle ilişki kurar, Gök Tanrı ile temasa geçip ondan haberler getirir. Bunu yapmak için de İslami süreç içerisindeki veli[14] tipolojilerinde gördüğümüz inziva ve riyazata başvurur.

    Şamanist etkinin yoğun olarak yaşandığı ve buna da Budist önermelerin eklendiği dönemden sonra Türk veli kültü daha da zenginleşir. Burada, Budist azizlerin çok eski dönemlere inen ve Budizm’in yayılmasında önemli bir propaganda aracı olan kerametlerini anlatan metinler ve söylenceler tercüme edilerek Türkler’e özgü motif ve simgelerle süslenmesi geniş bir alana yayılmasına ve geniş bir inanan taifenin oluşmasına zemin hazırlar. Böylece Şamanist, Budist ve Atalar kültü kimlikli yeni bir veli tipi oluşur. Bu yeni veli tipinde ilave olarak; hayvan şekillerine bürünen, eşyaları hareket ettirebilen veliler oluşur ki böylece X. Yüzyıla gelindiğinde, İslami etkinin üzerine bina edilecek veli tipolojisindeki temel hazırlanmıştır.

    Bu üstün ve mistik güçlerle donatılmış kimlikler, Müslümanlık’la ilişkiye girmede ve temel düşüncede bağdaşmada fazla güçlük çekmezler. İslam dünyasındaki, çeşitli mucizeler gösteren peygamberlerle Hz. Muhammed’in kimliği, İslami süreci yaşayan Türkler’e yabancı gelmediği gibi, temel anlayışlarına da ters değildir.Onlar kendi din önderleriyle, süreç içerisinde kendilerine anlatılanlar arasında pek çok ortak noktalar bulurlar. Bu kabulde en önemli öge Türklerin İslami süreci; gelişmiş bir veli anlayışıyla güçlendirilmiş ve renklendirilmiş olan tasavvuf kanalıyla tanımış olmalarıdır. Burada da en önemli işlevi İran din ve medeniyet alanının oluşturduğu görülür.[15]

    Veli kültü, İslami süreçte içerisindeki çeşitli Türk topluluklarında zamanla gelişecektir. Özellikle Yesevilik, bu gelişimde çok önemli bir işlev üstlenecektir. Bu sayede veli kültü yerleşik veya göçebe Türk çevrelerinde yayılır. Ortaya çıkan ve buralarda Türkmen babaları tarafından anlatılıp zenginleştirilen yeni hikayelerle Türkler’e özgü yeni bir veli anlayışının ortaya çıkmasına da neden olmuştur.

    XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya yerleşmeye gelen ve çoğunluğunu Oğuzlar’a mensup boyların oluşturduğu çeşitli Türk toplulukları, kendileriyle birlikte bu anlayışı ve kültü de taşırlar. Özellikle XIII. Yüzyılda Moğol istilasının önünden kaçarak Anadolu’ya gelen şeyh ve dervişler bu konuda baş rolü oynarlar. Selçuklu otoritesi, birçok ekonomik, sosyal, kültürel ve dinsel sebepler yüzünden, toplum önünde sosyal ve psikolojik önderliklerinden yararlanmayı düşündüğü bu kimliklere bir takım imtiyazlar tanıyarak yerleşmelerini ve tekkelerini kurmalarını sağlar.[16]

    X. yüzyılla XII. Yüzyıl arasındaki dönemde, İslam, Orta Asya steplerinde yayılırken tekkelerin çoğu, eski Budist manastırlarının yerine veya onların yakınına inşa ediliyor, zamanla bu manastırlar ve özdeşleştiği aziz ile birlikte Müslümanlaşıyordur. Aynı süreç ve kurgu Anadolu’da da yaşanacak, şeyh ve dervişler tekkelerini terkedilmiş, savaşlar nedeniyle yıkıntı haline gelmiş veya işler durumdaki kilise ve manastırların yerine, yakınına yaparlar. Buradaki temel düşünce arkada saklanan diğer inançların yok sayılmadığı, onların devamı olunduğu, birçok konuda onlardan yararlanıldığı ve önemli simgelerin alındığı gibi tezler olmakla birlikte, onların kullandığı araçları aynen kullanıp bu inançların etkilerini zamanla zayıflatarak onların yerine geçme isteği de olabilir.

    Önceki inançlarla kaynaşma, devam etme olgusu, Anadolu’daki aziz kültü ile de açıkça görülmektedir. Başlangıcı Hıristiyanlık öncesine giden, Hırıstiyanlığın da kullandığı aziz kültleri sadece isimler değiştirilerek adeta olduğu gibi alınacaktır.Böylece Hırıstiyanlıktan alınan ve yüzeysel de olsa Müslümanlaştırılan aziz kültleri ile, Orta Asya merkezli Türk veli tipi, İslami bir kıyafet içinde devam ettirilmiş olur.

    Buna en iyi örnekler; Hacı Bektaş, Sarı Saltuk, Elvan Çelebi, Baba İlyas ve Battal Gazi kült kimlikleridir.Hacı Bektaş’ın XIII. yüzyılda Sulucakarahöyük’de kurduğu tekke, bu bölge Hıristiyanlarının da kutsadığı Saint Charalambus kültünü Müslümanlaştırarak kendisine maletmiş, böylece Hacı Bektaş Hıristiyanlar’ca da benimsenmiştir.Yine aynı yüzyılın ikinci yarısında Balkanlar’daki Dobruca bölgesinde bir Türkmen kolonisinin yerleşimini sağlayan Türkmen babası Sarı Saltuk da aynı şekilde orada eskiden mevcut olan Saint Nicolas kültüyle özdeşleşir. XIV. Yüzyılda Elvan Çelebi tarafından Saint Theodore ve Saint Georges kültünün yaygın bulunduğu eski Eukhaita köyü civarında kurulan tekke, bu kültlerin Baba İlyas’a maledilmesine yardımcı olur[17]. Baba İlyas ile zikredilen kültler arasındaki benzerlik o kadar büyüktür ki adeta kült aynen alınmış ve Müslümanlaştırılmıştır. Bu yüzden Menakıb’a yeni bir ilave ile yukarıda zikredilen isimler ile Baba İlyas’ın arkadaş olduğu rivayeti eklenecektir.

    Burada örnek verilmesi gereken çok önemli kült kimliklerden biri de Battal Gazi’dir. Kültün kurgulandığı yöre Bizans ile Müslüman Arapların kanlı savaşlar yaptıkları, Hıristiyanlığın yoğun olarak yaşandığı, Hıristiyanlık öncesinde de Herakles ve Zeus kültlerinin merkezi konumundaki bir bölgedir. Bölgenin tesadüfi olarak seçilmediği, Battal Gazi Külliyesi’nin ve kült merkezinin, toprak üzerinde hiçbir şey kalmamasına rağmen bir önceki dönemde büyük bir Hıristiyan dinsel alanı üzerine inşa edilmesi, inşası esnasında Hıristiyanlık’ta kullanılan simgelerin veya malzemenin işlev değiştirerek aynen kullanılmaları da tesadüfi olmamalıdır. Bütün bunların yanında meselenin başına dönerek bir varsayımda bulunursak ; savaşçı, kahraman, veli ve hatta kutb şeklinde resmedilen Battal Gazi ile yine bu bölgede Hıristiyanlık öncesi dönemde hemen hemen aynı niteliklerle donatılmış Herakles arasında önemli bir bağ olsa gerek.Bu arada Bizanslıların çok önem verdikleri Digenis Acritas destanı ile Battalname arasındaki inanılmaz benzerliklerde bu senkretizmi görmemek mümkün mü?

     


     

    [1] Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler (Metodolojik Bir Yaklaşım), TTK Yay., Ankara.1992, s.6 ; Ertuğrul Düzdağ, Şeyhü’l-İslam Ebussuud Efendi’nin Fetvaları, İst.1972, s.872-74.

    [2] Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı…………….., s.2.

    [3] A.g.e., s:3.

    [4] A.g.e, s.3

    [5] A.g.e., s.4 ; Kutb : Bir grubun , bir kavmin başı. Allah sevgililerinin başkanı. İsm-i İlahiyesi Abdullah’dır. Kutubları kutub eden, temel direklerin direk olmasına amil olan evliyayı da evliya kılan ancak sultan-ı enbiya Hz.Muhammed Mustafa’ya ta’zimleridir. Kutbun Alametleri :  1- Rahmet, ismet, hilafet ve niyabet babında yardım görmek veya yardım yetkisine sahip bulunmak 2- Arşın hamillerine yardımcı olmak 3- Kendisine zat-ı ilahinin hakikati keşfolmak 4- İlahi sıfatları ihata kudretini kendinde bulmak 5- Şahsen bir hüküm verebilme nimetine ermiş bulunmak 6- Madde ve mana varlığı arasında bir ayırım yapabilme kudretini kendinde bulmuş olmak 7- Evveliyetten bir evvel ayırmak ve sonunda birleştirmek ve ondan sonsuzluğu ile birleşene ayırdetmek 8- Önün hakimi olmak 9- Sonun hakimi olmak 10- Keza evveli ve ahiri olmayanın da hakimi olmak 11- İlmin ilk başlangıç noktasını bilebilmek ki, burası bütün ilimlerin beşiğidir. Hepsi orada toplanır. Bilinecek olan ve bilinmişin hepsi orada yatar. Orası aynı zamanda bir sır alemidir ki bütün bilinenler oradan zuhura gelir. İsmi, künyesi ne olursa olsun her asırda kutb-ı vücud vardır. Kutublar her asırda 124 bin ve daha ziyade olur ve bunlar enbiya makamına kaimlerdir. Kutb-ı vücud tecelli-i Hakk ile vücud bulur (Safer Baba, Istılahat-ı Sofiyye fi Vatan-ı Asliyye-Tasavvuf Terimleri, İst.1998, s.167,168).

    [6] Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı…, s.4; Ebu’l-Ala Afifi, Muhyiddin İbnu’l-Arabi’nin Tasavvuf Felsefesi, Çev.: M.Dağ, Ankara.1975.

    [7] Buradaki “tasavvuf” terimi ile İslam tasavvufu ve felsefi tasavvuf anlayışı anlatılmak istenmektedir. Aleviliğin tasavvuf anlayışı bu terimin dışında tutularak “Alevilik” isimlendirmesi ile verilmiştir.

    [8] Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı…, s.5

    [9] Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı…, s.8

    [10] Mezar ve türbelerin içerikleri hakkında bkz. F.W.Hasluck, The Christianity and İslam under the Sultans, Oxford 1929, C.I-II, s.226-236.

    [11] Adak, adak yerleri ve kurban kesme konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Hikmet Tanyu, Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ank.1967.

    [12] Atalar Kültünün özü, ataların takdis edilmesine, kutsanmasına dayanır. Ancak bu anlayışta atanın kendisine tapılmaz, ata bir simgedir ve onun öldükten sonra dünyadaki yol göstericiliği, diğer dünyada da devam ettiğinden, ondan yine yardım isteme esasına dayanan bir sistematik sözkonusudur. Bu yardımı, şefaati sağlamak için de onların bu simgesel ruhlarına kurbanlar adanır ve kesilir. Böylece kutsallaşan eşyalara ve mezarlara sahip bir ata kültü oluşur. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. M.Fuad Köprülü, Türk Tarih-i Dinisi, İst. 1341 ; A.İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ank.1972.

    [13] Şamanizm, Şamanizmdeki Şaman ve Türklerdeki Kam hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. A.İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ank.1972.

    [14] Ocak, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İst.1983, s.95-97.

    [15] Ayrıntılı bilgi için bkz. Hakkı Dursun Yıldız, İslamiyet ve Türkler, İst.1976

    [16] Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı …, s.15 ; Ocak, “Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, C.XII, Ank.1978, s.35-56 ; Ö.L.Barkan, “Kolonizatör Türk Dervişleri”, Vakıflar Dergisi, C.II, Ank.1942, s.281.

    [17] Ocak, Kültür Tarihi…, s.17 ; Hasluck, Christianity………….., C.I,s.47-49.