Mustafa Düzgün
Alevi Akademisi Başkanı
Derman sende, ama senin haberin yok, derdin senden ama sen görmüyorsun.
Kendini küçücük bir beden sanıyorsun; oysa koskoca bir evren dürülmüş içinde senin.
Öylesine ap-açık, ap-aydın bir kitapsın ki, gizli şeyler onun harfleriyle meydana çıkmada.
Dışarıya, kimseye bir gereksinimin yok senin; gönlünde yazılmış yazılar her şeyden haber verir sana.
(A. Baki Gölpınarlı, İmam Ali Buyruğu, Nehc-ül Belâga ve Hz. Ali Divanı’ndan Seçmeler, sh. 240-241)
Şekil bakımından insanlar birbirlerine benzerler. Çünkü hepsinin baba ve annesi, Âdem ile Havva’dır.
(Hz. Ali Divanı, Tercüme ve şerh eden Müstakimzade Süleyman Saadeddin Efendi, s. 3)
Eğer insanlar soy bakımından övünüp kendilerinden daha aşağı derecede bulunanlara bir üstünlük taslıyorlarsa, uzak soyları balçık, yaratıldıkları yakın madde de anne ve babanın belindeki menidir.
(Hz. Ali Divanı, Tercüme ve şerh eden Müstakimzade Süleyman Saadeddin Efendi, s. 5)
Eğer sen soy ve sopunla övünürsen, biz de cömertlik ve benzeri iyi özelliklerle övünürüz.
(Hz. Ali Divanı, Tercüme ve şerh eden Müstakimzade Süleyman Saadeddin Efendi, s. 6)
İftihar ve şeref, ancak ilim ve irfan erbabına yaraşır. Çünkü bunlardan her biri, bilgi ve tecrübeleriyle diğer insanlara hak ve doğru yolu göstermektedirler.
(Hz. Ali Divanı, Tercüme ve şerh eden Müstakimzade Süleyman Saadeddin Efendi, s. 7)
Oğulcağızım, nefsini kendinle başkaları arasında bir tartı haline getir; kendine yapılmasını, başına gelmesini sevdiğin, dilediğin şeyi başkaları için de sev, dile; sana yapılmasını, başına gelmesini istemediğin şeyi onlar için de isteme. Nasıl zulme uğramayı istemezsen sen de, öylece kimseye zulmetme. Nasıl sana iyilik etmelerini istiyorsan sen de başkalarına öylece iyilik et. Başkasında görüp, duyup, çirkin bulduğun şeyi, kendin için de çirkin bul. Sana yapılınca râzı olacağın şeyi insanlara da yap. Bildiğin az bile olsa zararı yok, fakat bilmediğini söyleme. Sana söylenmesini istemediğin şeyi sen de söyleme başkalarına. Bil ki kendini görmek, beğenmek, gerçeğin zıddıdır, akıllıların âfeti.
(Nehc-ül Belâga, Hazırlayan: Abdülbâki Gölpınarlı, Sıffın’dan döndükten sonra İmam Hasan’a yazdığı vâsiyetnâme’den, s. 382)
• Gizlice yapılan, fakat açıkça yapılınca utanılan her işten sakın. Sahibine sorulunca inkâr ettiği işi yapma; yahut özür dilediği işe yaklaşma.
(Nehc-ül Belâga, Hazırlayan: Abdülbâki Gölpınarlı, Hâris-i Hemdânî’ye Mektupları’ndan, s. 349)
İnsanlara insafla muamele edin; ihtiyaçları olan şeyleri almayın, dayanın, çünkü siz halkın hazine memurlarısınız, o hazineyi koruyanlarsınız; ümmetin vekillerisiniz, imamın elçilerisiniz.
Bir işe koyulanı, işinden alıkoymayın; onu arayıp elde etmesine engel olmayın; haraç hususunda kışın, yazın giyecekleri şeyleri satmaya kalkışmayın; kendilerine gereken şeyleri taşıdıkları hayvanlara, iş gördükleri kişilere dokunmayın. Bir pul için dahi onları dövmeyin; namaz kılan Müslümanların, yahut Müslümanların amanında bulunan Kitab ehlinin mallarına el atmayın. Yalnız İslam ehline karşı kullandıkları sabit olan atlarına, yahut silahlarına elkoyun; çünkü onları İslam düşmanlarının ellerine vermek, onlara kuvvet temin etmek elbette caiz olmaz ve bu, şer’a da uymaz.
(Nehc-ül Belâga, Hazırlayan: Abdülbâki Gölpınarlı, Haraç memurlarına emirlerinden’den, s. 357)
• Nice oruçlu vardır ki orucundan elde ettiği ancak açlıktır, susuzluktur. Nice geceleri ibadetle geçiren vardır ki o kulluktan elde ettiği şey, uykusuzluktur, yorgunluktur. Ne mutlu aklı başında olan âriflerin uykusu ve yemesi.
• Akıl gibi zenginlik, bilgisizlik gibi yoksulluk, edeb gibi miras, danışmak gibi arka olamaz.
• Gerçekten de noksan sıfatlardan münezzeh olan Allâh yoksulların geçimlerini zenginlerin mallarında taktir buyurmuştur. Hiçbir yoksul aç kalmaz ki bir zengin onun hakkını vermiş olsun; yüce Allâh da zenginlere bunu soracaktır.
Bir olan, şeriki bulunmayan Allah’dan korkarak yürü. Vazifene git; hiçbir Müslümanı ürkütme; rızası olmadıkça, haber vermeden yanına gitme; malındaki haktan başka birşey alma.
Bir kabileye vardın mı evlerine, çadırlarına gitmeden sularının başına in. Sonra sakin, vakur bir halde yanlarına var; onlara selam ver; hal ve hatır sormakta kusur etme; ondan sonra olanlara ey Allah’ın kulları de; Allah’ın velisi ve halifesi mallarınızdaki Allah hakkını almak için beni size yolladı; mallarınızda Allah velisine vereceğiniz Allah hakkı var mı? Birisi yok derse sözünü tekrarlama. Sana hakkını verecek bulundu mu da onu korkutup ürkütmeden, ona karşı sert muamele etmeden, yolsuz davranmadan, zulmeylemeden onunla beraber git, altından, gümüşten ne verirse sana, onu al.
Öküzü, davarı, devesi varsa, hayvanların bulunduğu yere sahibinin izniyle gir. Çünkü onların çoğu sahibinin malıdır. Hayvanların bulunduğu yere şiddet göstererek, sert bir surette değil, sahibinin izniyle gir. Ne hayvanları ürküt, ne sahiplerini korkut. Onları ikiye ayır, sahibi hangi bölüğü isterse almasına müsaade et. Geri kalanı da ikiye böl, gene onu, hangi payı almak isterse alsın, muhayyer bırak. Seçtiği, almak istediği hayvanlara dokunma. Böylece böle böle Allah’ın hakkı olan o hakka ulaşan payı ondan al. Bu taksimi bozmanı isterse kabul et; onları birbirlerine karıştır. Önce yaptığın gibi ayırmaya başla; Allah’ın hakkını alıncaya dek, bu muameleye devam et.
Kocalmış, yaşlı, arık, azası kırık, hasta, ayıplı ve bir gözü kör hayvanı alma. Bu işe birisini memur edecek olursan dininden emin olduğun, Müslümanların mallarını alırken onlara yumuşak ve iyi muamelede bulunacak kişiyi seç. Böylece Allah malını Allah velisine ulaştır; o da bunları Müslümanlara bölüştürsün. Bu işe, öğüt veren, esirgeyen, emin olan, koruyan kişiyi memur et. Sert davranan, zarar veren, müslümanları yoran kişiyi memur etme. Sonra topladığın malı bize yolla; biz de Allah nasıl emrettiyse öyle hareket edelim.
Emin olduğun kişi onları toplayacaksa, tenbih et, dişi deveyi, sütüne tamah ederek almasın; yavrusuna zarar vermiş olur. Bir de ona binerek yormasın onu. Binmekte, sütlerini sağmakta adâlete riâyet etsin; getirirken yorulanları dinlendirsin, ayağı sürçen, yürümekte güçlük çeken hayvanları yavaş sürsün. Hayvanları suya rastladıkça sulasın, otlak yere gelince otlatsın; vakitten vakite onları dinlendirsin; sulak, otlak yerlerde onları suvarıp yaysın. Böylece de size semiz, yorulmamış, sağlam hayvanlar getirsin de onları Allah’ın emrine, Allah’ın salatı O’na ve soyuna olsun Peygamberinin sünnetine göre Müslümanlara bölüştürelim, gereken işlere kullanalım. Bu, Allah’ın izniyle ecir ve sevap bakımından daha büyük, doğru iş işlemene daha yakın bir harekettir.
(Nehc-ül Belâga, Hazırlayan: Abdülbâki Gölpınarlı, Amillerine gönderdikleri emirnâme’den, s. 353-354)