• Küreselcilik: Bir Değişmenin İdeolojisi

     

    Prof. Dr. İşaya ÜŞÜR

    Para uluslararası paraya dönüştükçe meta-sahibi de kozmopolitleşir. Orijinal biçiminde insanlar arasındaki kozmopolit ilişkiler, sadece meta sahipleri olarak birbirleriyle olan ilişkilerini kapsar. Metalar, metalar olarak (as such) bütün dini, politik, ulusal ve dinsel engellerin karşısında kayıtsızlardır. Onların evrensel dili fiyat, ortak bağı [ise] paradır. Fakat uluslararası paranın ulusal paralara karşı olarak gelişmesi ile birlikte, meta-sahibinin kozmopolitanizmi [de], pratik aklın bir kültü biçiminde, beşeriyetin metabolik sürecini engelleyen geleneksel dini, ulusal ve diğer önyargılara karşıt olarak gelişir. Meta – sahibi, ulusallığın, “guinea’nın damgasından başka birşey olmadığıını” kavrar, çünkü İngiltere’ye, Amerikan kartalları biçiminde ayak basan aynı miktardaki altın egemenliğini kurmuş, üç gün sonra nepoleonlar şeklinde dolaşıma girmiş, belki de birkaç hafta sonra Venedik’te dükalar kılığında karşımıza çıkmıştır. Meta-sahibi açısından bütün dünyanın içinde mecz olduğu âli fikir piyasa fikridir; yani, dünya piyasası fikridir (***).
    Kabaca 1980’lerden itibaren giderek yoğunluk kazanan küreselleşme üzerine yapılan tartışmalar Hegel’in bir deyimini ödünç almama izin verirseniz  “zamanın ruhu” (zeitgeist) nu yansıtır niteliğe bürünmüştür, tarafların iddialarına bakılırsa lekesiz ve bembeyaz giysiler içinde her daim ve her yönümüzde dolaşan bir ruh.

    Fakat, küreselleşme tam olarak ne anlama gelmektedir? Ben burada, kısa tutmam istenen bu konuşmamda, küreselleşmeyi niteleyen fiili süreçler, diyelim fiili iktisadi süreçleri üzerinde çözümlemeler sunmayacağım-bunu diğer konuşmacılar yaptılar, yapacaklar. Ben burada küreselcilik ideoloji dediğim konu üzerinde bazı tezleri (on tez) tartışmaya sunacağım. Ne var ki küreselcilik ideoljisi üzerine tezlere geçmeden önce, genel nitelikte bazı düşünceler ve kavram farklılaşmaları/ açıklamaları yapmak durumundayım; izninizle bu hususa geçiyorum.

    Bana öyle geliyor ki küreselleşme, karmaşık ve ara geçişleri de olan çok katmanlı/katlı bir kavram fakat toplumsal bir olgu. Görebildiğim kadarıyla henüz tam bir tanımlanması bile yok-genelde bir cliché, bir mit biçiminde taktim ediliyor. İlke düzeyinde, mekânın (coğrafyanın) “sıkışması”ndan öte bir şey de ileri sürmemektedir: Bir; sermaye ve/veya malların, iki; ma’lümat ve/ veya fikirlerin, üç; insanların giderek artan boyutlarda gerçekleşen uluslar arasındaki akımlarının/dolaşımlarının bir sonucu olarak daha yoğun ve “sıcak” bir biçimde birbirlerine bağlanmalarını ifade ediyor. Bu kadarıyla fazlaca bir sorun, bir tartışma ortaya çıkmıyor gibi görünüyor. Tartışma/sorun sözünü ettiğim bu “üç akım/dolaşım” özgürleştirilmek istendiğinde meydana geliyor. Bu üç akımın boyutları, nitelikleri nedir? Bunlar arasında bir ilinti var mıdır? Varsa bu ilinti nasıl kuruluyor? Bu üç akım/dolaşım “yeni” bir olgu mudur, değil midir? Bu üç akımın ortaya çıkış nedenleri nedir? Hangi mekanizmalarla işlemektedirler? Ulus-devlet ve toplumsal yaşamın (yeniden) örgütlenmesi açısından neleri imâ ve telkin etmektedirler? “Kültürler” üzerinde nasıl bir etkide bulunuyorlar? Fiilen gerçekleştiği iddia edilen bu üç akım (kendiliğinden) daha fazla özgürlükler (serbestiyet) ve daha fazla demokrasi mi getiriyor? Bu fiili süreçlerden bazı sınıflar ve bazı devletler diğerlerinden daha fazla mı yararlanıyor? Bu ulus içinde ve uluslar arasında daha fazla eşitlik mi, yoksa daha fazla eşitsizlik mi yaratıyor?

    Bildiğimiz gibi bunlar ve benzeri sorular bilimsel/akademik tartışmaların/değerlendirmelerin konusu olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Şurasını da vurgulamalıyız ki “küreselleşme”, bu bilimsel/akademik tartışmaların çok ötesinde de uzantıları/vargıları olan bir “konu” haline gelmiştir; küreselleşme artık egemen bir politik, kültürel, iktisadi söylem biçimi almıştır.

    Bu yargımızın (ampirik) dayanak ve tutamakları için medyada yer alan haberlere, “analiz”lere, “haber analizler”e; politik program ve metinlere; iş hayatına yön ve akıl veren yazılara bir göz atmak yeterli olacaktır. Buradan bir sonuç çıkarılabilir: küreselleşme söylemi, başlangıçtaki (orijinal halindeki) ve hâlâ sürdürülmekte olan güçlü ve iddialı retoriğine rağmen kendi zıttına dönüşmüştür.

    Söylemek istediğim husus şudur: hepinizin çok iyi bildiği gibi küreselleşme retoriği “birey”i unutulmuşluktan kurtardığını, modernizmin yerine “post-modernizm”in geçtiğini ve bu bağlamda “büyük anlatı”ların zamanlarını doldurduklarını/eskidiklerini de ileri sürmüştü. Fakat bu iddiaların ortaya atıldıkları yaklaşık yirmi yıla geri dönüp baktığımızda, bütün bu iddialarına rağmen küreselleşmenin kendini bir kamusal söyleme bürünmüş, bununla da kalmamış bu kamusal söylem, büyük anlatıya dönüşmüştür. Buna, “küreselleşmenin paradoksu” nitelenmesini yakıştırabilir miyiz?
    Bu “büyük anlatı”nın ideolojisine (tezlere) geçmeden önce ona temel hazırlamak üzere faydalı bir ayırımı hatırlatmama izin veriniz.

    Bu faydalı ayrım/farklılaştırma küreselcilik (globalizm) ile küreselleşme (globalization) arasındaki ayrımdır.
    Küreselcilik kavramı, düzenlenmemiş küresel kapitalizmin mutlak doğruluğunu yani büyük harf ile başlayan doğruluğunu ve arzu edilirliğini vaaz eden serbest-piyasa neo-liberalizminin ideolojisine katışıksız ve saldırgan ideolojisine gödermede bulunuyor. Buna karşılık küreselleşme, zaman ve mekânın görece kısalmasına daralmasına yol açan fiili iktisadi, teknolojik ve toplumsal süreçlere işaret ediyor. Küreselleşme yazınında bu iki kavram iç içe geçmiş bir tarzda farklılaştırılmaksızın, dolayısıyla birbirleri yerine rahatlıkla kullanılabiliyor.

    Ben bu ayrımı sadece ve yanlızca teorik berraklıklar sağlıyabileceği açısından değil, pratik tavır alışlar/konumlanışlar açısından da yararlı buluyorum. Fakat bu kısa tutulması gereken konuşmada kureselleşme üzerinde durmaktan ziyade onun ideolojisi üzerine (Küreselcilik), eğer bunu bir “mit” olarak niteleyeceksek onu mitlerinden arındırmaya yönelik tezler üretmekte yoğunlaşacağım.

    1. Küreselleşme diye bir şey yoktur. Söz konusu olan kapitalizmi küresel boyuta getirme çabasıdır. Bunun bir uzantısı olarak:

    2. Küresel kapitalizm evrensel bir olay değil, tarihsel bir olaydır; dolayısıyla:

    3. “Tarihin Sonu” gelmemiştir; zaman genişliyerek büyümektedir. Bununla bağlantılı olarak:

    4. Ampirik temeldeki küresel kapitalizmin sonuçları toplumsal güç ilişkilerine, yerel gelişme yöntemlerine bölgesel (territorial) toplumsal kurumlara ve mümkün toplumsal eylemlerin doğasına bağlı olacaktır.

    5. Küreselcilik, tüketmeciliktir: (tüketimcilik demeğe dilim varmıyor) sözünü ettiğim sadece ve münhasıran mal ve hizmetleri tüketmeciliği ile sınırlı değildir: Birey tüketilmektedir. Devlet değil ama devletler tüketilmektedir. Politika tüketilmektedir. Toplumsallık tüketinmektedir. Kısaca beşer (human) tüketilmektedir.

    6. Serbest -piyasa ve “görünmeyen el” düşüncesi daha ilk ortaya çıkışında birer “mit” idi. Bugün her zamankinden daha fazla “mit”dir. Çok uluslu Şirketlerin elleri görünmez kılınmak istense de piyasanın içindedir. Piyasalar serbest değil, manipülatifdir.

    7. Küresel kapitalizm demokrasiyi değiştirmemektedir. Çünkü demokrasinin özü sadece beşer aklına referansla karar alma/karar verme süreçlerine katılımdır. Oysa ampirik temelde geçerli olan hem aklın sınırlarını daraltmak, hem de alınmış/verilmiş kararları onaylamaktır.

    8. (Küresel) kapitalizm doğuşunda var olan kozmopolitanizmi dahi, geniş kitleler açısından ortadan kaldırmaktadır. Bununla bağlantılı olarak:

    9. Küreselleşme “yabancı” düşmanlığının temellerini kurmaktadır. Küreselleşme ve küreselcilik karşıtı olmak yabancı düşmanlığı ton ve renklerini (arasyonalite ve irrasyonalite) taşıma eğilimine girebilmektedir. Sol, bu arada Türkiye solu, bu bakımdan çok duyarlı olmak ve kendini (arasyonaliteden ve irrasyonaliteden) -hem teorik, hem de pratik olarak- farklılaştırmak durumundadır.

    10. Küresel kapitalizm kendini “sanal”laştırarak -“sanal kapitalizm”- gölge oyunu oyna(t)maktadır . Bu kendini hedeften kaldırmak anlamına gelir. Sol, her bir somut durumda kapitalizmin “sanal”lığının kotlarını çözerek gerçekliğini orta yere koymalıdır.

    DİP NOTLARI

    (*)  Bu yazı 14 Temmuz 2001’de Öğretim Elemanları Sendikası’nın düzenlediği, “Başka Bir İktisat-Dünya-Zihniyet-Yaşam Mümkün” başlıklı sempozyum’a sunduğumuz bildiri metnidir.

    (**)  Gazi Üniversitesi İltisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesi.

    (***) K. Marx. A Contribution to the Critiquc of Political Economy, Progres Publishers, Moscow. 1970 [1977]. pp 152. 153