Abidin Özgünay
Yurdumuzda yaşayan ve yurtdışında bulunan Anadolu kökenli Alevilerin sosyal, kültürel ve siyasal zeminlerde verdikleri örgütlü – örgütsüz mücadelelerde öncelikli amaçları; batıl (bozuk ve yok) sayılarak horlanan Aleviliği layık olduğu saygınlığa kavuşturmak; “Benim gibi düşünecek, benim gibi yapacaksın” diye dayatan Diyanet teşkilatının asimilasyonundan Alevileri korumak; özgün ve aşkın niteliğiyle, durağan islam anlayışının kucağından taşan Aleviliği Anayasamıza ve evrensel insan haklarına sığınmaya gerek kalmadan huzurla taşınabilir bir insan hükmü noktasına ulaştırmak; ve nihayet yetkin bir demokrasi için görev ve sorumluluk yüklemek olduğu sanırım herkesin kabulleneceği seçeneklerdir.
Her şey bir sebep iledir… Bu amaçların seçiminden de anlaşılmaktadır ki, Aleviler kimliklerine, kişiliklerine, inançlarına ve düşüncelerine yönelik onur kırıcı bir zulümle karşı karşıyadır. Ve bu zulme karşı bilinçli bir direnme içindedir.
Insanı içten çökerten itham ve iftiralar için, kendimize olan güven duygularımızla, ahmak müfterilerin acınacak tepeden bakışlarını merhametimize havale ederek kaale almasak bile, Alevi toplumunun bütün bireyleriyle üzerinde ittifak edip kararlıklarını sergiledikleri konuların tükenmeyen varlığı göstermektedir ki, Alevilik ve Aleviler huzurun değil, zulmeden sorunların içindedir!
Bu zulüm ısrarla gündemde tutulmakta, adeta Alevilerin direnme gücü test edilmeye, aşındırılmaya çalışılmaktadır. Sanırım böylece, bir zamanlar bir Diyanet Başkanı’nın ağzından kaçırdığı “Alevilik bitmiştir” noktasına ulaşma amaçlanmaktadır.
Bu siyasetin yeni örneklerinden biri geçtiğimiz aylarda tekrar ortaya konmuş, “Alevilik” adının kullanılması yasaklanmak istenmiştir.
Bu konuda dikkat çekici olan, artık vukuatı adiye’den sayılan; hukuken de, vicdanen de tutarlılığı olmayan bu tür saçmalıkların gündeme sokulması değil, bu istekler karşısında Alevi örgütlerinin ve kendisinde konuşma yetkisi bulanların, Aleviliği savunma adına ortaya koydukları anlayış ve istemleri oldu. Basına yansıyan haberlere göre, bütün beyenat sahipleri, Alevi adını yasaklayan bu dayatmaya karşı savunmalarını ve istemlerini “Aleviliğe hürriyet!” tezi üzerine oturttular.
Çok iyi bilinmektedir ki, “Hürriyet verilmez…”Aleviliğe hürriyet vermemek Osmanlı teokrat devlet düzenin de, hukuken laik(!), fiilen sünni olan Cumhuriyet devletimiz iktidarlarının da temel siyaseti olmuştur. Ancak inançlar insanların onurlarıdır. Bunu böyle bilenler, Aleviliğe hürriyet verilmedi diye Aleviliklerinden vazgeçmemiştir. Aksine ilimle Ali’yi özdeşleştirip yar Ali!.. diye çağıranlar, hayatlarına kasdedilirken, kesilip yakılırken dahi bedelini canlarıyla ödeyerek, inançlarının sahibi olmayı sürdürmüş, o’nu bugünün kuşağına teslim etmiş, o hürriyeti iradelerinde yaşatmışlardır.
Geçmişte de günümüzde de, hem Aleviler ile yönetimler arasında devam eden sürtüşme, Aleviliğin islamdan dışlanmasına, yok sayılmasına çanak tutan meşruiyetsizlikten kaynaklanmaktadır.
Bu nedenle, anayurt’ta da, yurt dışında da can’lar ile paylaşacağımız, yöneteceğimiz ortak amaç ve istem:
Aleviliğe Hürriyet değil Meşruiyet’tir!…