Hazırlayan: İsmail Kaygusuz
İsmail Kaygusuz, SAVAŞLI YILLAR Son Görgü Cemi/Çileli Günler, ISBN 975-335-055-04, Alev Yayınları, İstanbul, 2006, 374 sayfa, 7 fotograf.
Malzemenin toparlanması, tasarlanması ve diğer hazırlık çalışmaları 70’li yılların ortalarına dek uzanan bu romanı, ancak 1986 yılının son aylarında Paris’te kurgusal bağlamda biçimlendirerek yazmaya koyuldum. Bir sonuca bağlamak, noktalamak öyle kolay olacağa benzemiyordu. 1990 Mayıs’ında çok sıkıntılı yaşam koşulları ortamında yazmayı bırakmak durumunda kalmıştım ve böylece romana kendiliğinden bir son oluştu ve değiştirmeyi de düşünmedim.
İki ayrı bölüme ayırdığım romanın birinci bölümü, Alev Yayınları, 1991 yılı içinde “Savaşlı Yıllar I, Son Görgü Cemi” adıyla yayınlandı. İkinci bölümün yayınlanması ertesi yıla bırakıldı. Ancak yayınevinin, mali yetersizlikler ve bazı siyasal görüş çatışmaları içerisinde sık sık yönetici ve yer değiştirmesi yüzünden, bilgisayar dizgisi iki-üç kez yapılan romanın bu ikinci bölümünün disketleri her seferinde ya ortadan kayboldu ya bilgsayardan silindi. Aradan geçen bunca yılllar içinde de sık sık ev değiştirmelerim ve taşınmalarım nedeniyle, kendi yaptığım ilk daktilo nüsha da kaybolmuştu. 2006 Şubat ayı içerisinde orijinal nüsha hiç beklenmedik bir yerde bulunarak bana ulaştırıldı. Hemen iki bölümü tek kitap halinde yayına hazırlayarak, aynı yayınevinde en kısa zamanda yayınlamayı kararlaştırdık.
Birinci bölümün yayınlanmasının hemen ardından kitap hakkında açılan dava, bir yıldan fazla sürmüştü. Yazarı yurt dışında bulunduğundan, yayınevi sorumluları sürekli mahkemeye taşındı, yargıç önüne çıktılar. Bir genel seçim dönemine girilip, arkasından bir iktidar değişikliğinden olacak, dava düşürüldü. O yıllarda adını şimdi anımsayamadığım bir Prof.’un kitap hakkındaki bilirkişi raporunu göndermişlerdi. Kitabın sakıncalı oluşunu rapor eden yazıdan şu düşünceyi belirten ifadeyi hiç unutmayacağım:
“Yazar, romanında Adana’dan Erzincan çevresinden bazı örneklemelerle Ermenilerin de Türkleri öldürdükleri ve onlara yaptıklarından sözetmiş. Ama, Türklerin Ermenilere yaptıklarına daha fazla yer vermiş bulunmaktadır…”
Bu söylemden şöyle bir anlam çıkmaz mı? “Evet, Türkler Ermenileri öldürdü kabul, ama yazarın bunu anlatması, fazla vurgu yapması sakıncalıdır..” Yani ne demek oluyor? Yazarın, çocukluğundan beri, kendini bildi bileli köyünde, çevresinde savaşlı yıllara dair anlatılanları ve olayların içinde yaşamış en yakınlarından duyup işittiklerini romanında kullanmış olması, “devletin-milletin bütünlüğüne”, ulusal onurumuza zarar mı veriyordu? Onun için mi kitap sakıncalı bulunmuş ve yazarı, yayımcısı hakkında dava açılmıştı?
Tarihçi ve arkeolog kökenli bir yazar olarak tarihsel olayları yargılamak benim işim olamaz; ben tarihsel araştırma ve incelemelerimde olayların çıkışının yaşanmış zamanın öznel ve nesnel koşullarında gerçek nedenleri, nasıl geliştikleri üzerinde diyalektik yaklaşımla sebep-sonuç bağlantıları kurmaya ve sonuçların uzantılarını keşfetmeğe çalışırım. Avrupamerkezci tarih anlayışı ve yöntemlerinin çoğuna karşıyım. Yönetenlerinki değil; yönetilenlerin, yani halk topluluklarının tarihi beni daha çok ilgilendirir. Çünkü gerçekte yönetenlerin tarihini belirleyen de yönetilenlerdir.
Benim anlayışımda, içinde bulunduğumuz zaman da tarihin bir parçasıdır: Toplum olarak , birey olarak, hatta devlet olarak çok yararlı doğruları ve büyük yanlışları yaşayarak, tarihin bize en yakın anını, yani şimdiyi tanıdığımız ve ona damgamızı vurduğumuz gibi; tarihin bize uzak anlarını, yani geçmişimizi de doğru ve yanlışlarımız, yiğitlik ve kahpeliklerimizle tanımak/tanımlamak ve yüksünmeden onlarla yüzleşmek çağdaş insan ve demokratik birey ve toplum olmanın gereğidir.
Tarih yazımına gelince; eğer alttakilerin, yani yönetilen çoğunluğun tarihi yazılırsa, üsttekilerin, yani egemen yönetimi tutan ulus ve dinsel inancın tarihi gerçek anlamını kazanır. Bu yapılmadıkça, Türk tarihi de İslam tarihi de gerçeklikten uzak kalmayı sürdürecek ve yeni kuşaklara bilimsel doğruları aktarma görevi yerine getirilmemiş olacaktır.
Kuşkusuz burada bir tarihsel araştırma ve inceleme yapıtı üzerinde konuşmuyoruz; sözkonusu olan bir romandır. Ayrıca, bu romanda anlatılan tarihsel Ermeni olaylarından bazı yerel ayrıntılar ya da kesitler, Alevi inançlı bir köy toplumunun tapınma ritüelleri içinde, yani Görgü Cemi’ndeki sorgulamalarda, kabahat olarak algılanarak meydana dökülenler/itiraflar, eleştiri ve özeleştirilerdir. Yaşanmış olaylar bu kurgu içerisinde verilmiştir.
Elinizdeki “SAVAŞLI YILLAR/ÇİLELİ GÜNLER” bir tarih kitabı olmadığı gibi, sadece belirli bir dönemin olaylarını, kişilerini anlatan tarihsel roman da değildir. Ama yeri geldikçe ilgi bağı kurularak, yakın ve uzak geçmişimizden bazı önemli tarihsel olaylardan da sözedilip irdeleniyor. Ayrıca tarihsel roman yazımında da çok, ama çok dikkatli olmak gerekir; tarih değil de roman yazıyorsunuz diye gerçek olayları saptırmak ya da tam tersine çevirmek, dönem içinde yaşanılmayan ve yaşanılması olasılık dışı olaylar yaratmak hakkına sahip olamazsınız. Tarihsel roman ya da oyun kurgulamak başka bir şeydir; gerçek tarihsel olayları tersine çevirerek, yatağından saptırıcı olaylar yaratıp farklı biçimlendirmek başka bir şeydir; belli bir amaca yöneliktir ya da belirli bir düşünsel ve siyasal akıma hizmettir. Büyük yanlıştır; tarihe, insanlığa ihanettir.
Romanımda, inançlarını ortak yaşama geçirmiş; yönetimi, adaletin suçlama, yargılama, cezalandırma ve aklanma veya bağışlanma süreçlerini bu inançlarının uygulamalarına bağlamış; tapınçlarından, yeme-içmelerine ve çalışmalarına dek ortaklaşalık ve özeleştiri ilkeleriyle yaşayan bir kırsal toplumun savaşlar içinde geçen yılları anlatılıyor. İnancının gerektirdiği özyönetim ve adalet anlayışı içinde ortak üretip, aralarında eşit üleşen, kendine yetme çabasıyla ayakta duran; kusuru hep kendinde arayıp toparlanması, ayağını yorganına göre uzatması gerektiğine inandırılmış barışçıl, ama edilgen bir ahlak ve dirlik-düzenlik anlayışına sahip Alevi köylük yerinde savaşlı yıllar!
Alevilerin toplu tapınması olan görgü cemlerinde, dâr meydanında hiç bir can yapmış olduğu bir kusuru-kabahatı saklayamaz; “heybesinin her iki gözünü boşaltır ve döktüğünü doldurmak ağlattığını güldürmek zorunluğu” vardır. Bu tören boyunca edeb erkân içinde diz kurmuş kıpırdamadan oturan ve dâr çekenlerin yorgunluklarına ortak olan cemaattan sorulurlar. Cemde bulunanlar toptan razılık vermeden dârdan inemezler. Kitabın bu birinci bölümünde Boyveren canların itirafta bulunduğu, yani heybelerinden boşalttıkları ya da Pir huzurunda kendilerini savunmak için anlattıkları olaylar ayrıntılanır: 1900’lerin başından itibaren, korkunç ve yürekler burkan olaylar; Makedonya, İstanbul, Adana, Sivas ve Erzincan’dan savaş olayları, terör, şiddet, ve ölümlerden kesitler! Köy Erzincan’dan, Kemah-Eğin ve Arapkir üzerinden Harput’a(Elazığ) giden yol üzerinden bulunduğundan, 1915 yazında tanık oldukları ve içinde yaşadıkları Ermeni sürüşü sırasında yapılan yağmalar, baskı, saldırı ve kırımlar anlatılır.
Büyük çapta görgü tanıklarına dayandırılan olayları üçüncü kişi (o) gibi gözleyip izleyerek verirken, birden çocukluğumdan, çiftçilik-çobanlık günlerimden anılarla, veya doğrudan günümüzden birinci kişi (ben) olarak da anlatmayı denedim. Bazan ikisini içiçe vermekten de çekinmedim. Örneğin Mılla İsmail, Büyük Ocak tekkesi cemevinde ya da “tahtalı odasında” bir sohbette köyümüzün kurucusu evliyanın, Şeyh Hasan Onar’ın yüce erdemlerini ve kerametlerini anlatırken, sanki birkaç saniyelik suskunluğundan yararlanmışçasına yetmiş yıl sonrasına gelip kız torununun oğlu olarak, İstanbul AKM salonlarının birinde aynı evliyanın tarihsel kişiliği üzerinde teypli ve slayt gösterimli anlatım ve bilimsel yorumlar geçiyorum. Ya da Kafkas ülkelerinden birinde çok değişik bir savaş tutsaklığını yaşamakta olan Vakarlı Mehmet’in ve köylüsü Kopulu Hüseyin’in tartıştıkları konunun içine girerek, oniki-onüç yaşlarındayken katıldığım bir “tezek vurumu” imecesini sergilemekten kendimi alamadım. Kısacası çocukluk, yeniyetmelik ve yetişkin dönemlerimin tüm uyumlu ve uyumsuzluklarıyla, tutkuları ve çelişkileriyle, yazarı olarak kendim de romanın kişilerinden biriyim.
Zaman zaman insanın sekso-psikolojik karmaşıklığını olabildiğince açık, yalın ve saklantısız, yani büyük sözcük ve kavramların arkasına gizlenmeden verme denemesine girişirken, Ermeni yağmasından kaynaklanan sermayesiyle bezirganlaşan kasabalı tefeci Taşkal Rasim’in köylüleri nasıl iliklerine kadar sömürdüğünü sergileyerek açık diyalektik vurgulamalar ihmal edilmedi kuşkusuz. Yalnız Taşkal mı? Fırsatçılar, koruma gözleme altında emek sömürenler; bir iki çuval un-bulgur karşılığında bağ-bahçe kapatanlar, tarlalara el koyanlar; yetkililerle çeşitli yollarla yakınlıklar kurup cami imam-hatipliğine atanarak veya yerel yönetimlerde birer devlet memurluğu, katiplikler bulup savaşa gitmeyenlerden boş meydanlarda at oynatarak varsıllaşanlar, hepsinden örneklere rastlayabilirsiniz bu çalışmada. Ve efsaneleşen, ama sözde üstlendiği köyün namusunu koruma görevine ihanet eden Eşkıya Sefer’in çiftlikleri, konakları soyma maceraları.
Çok büyük çoğunluğu yaşanmış, ama yer ve zaman birlikteliği olmayan öyküler çok kez kendi içlerinde bağımsız olarak işlenmektedir. Kişilerin köken birliğinden ve yakından uzaktan düğüm atmalar, bazan ancak hissedilebilen bağlarla; dışavurumlar, geriye dönüşler, geleceğe atlamalar, çağrışımlar gibi biçimsel denemelerle bütünlüğe ulaştırma çabasına giriştim. Özdeki birbirinden ayrılmaz bütünlük ise, toplumun geçmişi, şimdisi ve geleceğini etkileyen savaşlı yıllar tragedyasıdır. Hemen hepsi, köyümde benim ve benden önceki kuşağın duyup işittiği ve bildiği yaşanmış gerçek olaylar ve olayları yaşayan, yaratan gerçek kişilerdir. Ancak yanlış algılanma ve anlaşılmalar nedeniyle kimse rahatsız olmasın diye isimlerin çoğunu değiştirme gereği duydum.
“SAVAŞLI YILLAR/ ÇİLELİ GÜNLER” tarihsel ile güncelin birleştirildiği, bireyin değil, toplumun romanı. Alışılmış roman yazımı düzeninden farklı bir denemeye girişildiğinden ve zaman boyutlamasındaki yöntem değişikliğinden dolayı, ille de tek bir sonuç arama isteği ve böyle bir çabaya girme gerekmiyor bu roman için. Ben Eşkıya Sefer’in kaçınılmaz sonu ile romanıma noktayı koydum, ama okuyucu isterse arzu ettiği bir öyküyü seçip kafasında geliştirerek, değişik sonlamalar yapabilir. Çünkü savaşlı yıllarda olup bitenler yazmakla tükenmez ki…
Kitabın yazarı, “SAVAŞLI YILLAR/ÇİLELİ GÜNLER”in tamamını, on beş yıl sonra okuyucuyla buluşturabilmenin mutluluğunu yaşamaktadır. Hizmeti geçenlere teşekkürlerimi sunuyorum
İsmail Kaygusuz Mart 2006, LONDRA