Hazırlayan: Kazım Balaban
“Her kim ki şeriatın on makamından birisini dahi yerine getirememişse Tarikat makamına, Tarikatın on makamından birisi dahi eksik olsa Marifet makamına , Marifetin on makamından birisi dahi eksik olsa, Hakikat makamına eremez. Ol kişi dört kapı kırk makamı eksiksiz olarak yerine getirirse ancak sırrı Hakikat’a ulaşır”. HACI BEKTAŞ VELİ (168)
Dört Kapı şunlardır:
1. Şeriat
2. Tarikat
3. Marifet
4. Hakikat
Bu her kapının on makamı vardır.
1. İman etmek Tövbe etmek, EDEB’li olmak Alçakgönüllü olmak,
2. İlim öğrenmek Mürşid öğüdüne uymak Bencillik, kinden uzak olmak Kimsenin ayıbını görmemek,
3. İbadet etmek Temiz giyinmek, Perhizkarlık Yapabileceğin iyiliği esirgememek,
4. Haramdan uzaklaşmak İyilik için savaşmak, Sabır ve kanaat Allahın her yarattığını sevmek
5. Nikah / Ailesine faydalı olma Hizmet etmeyi sevmek, Haya (Utanma) Tüm insanları bir görmek,
6. Çevreye zarar vermemek Haksızlıktan korkmak, Cömertlik Birliğe yönelmek
7. Peygamberin emrine uymak Ümitsizliğe düşmemek İlim, Gerceği gizlememek
8. Şefkatli olmak İbret almak, Hoşgörü, Manayı bilmek
9. Temizliğe dikkat etmek Nimet / cömert olmak) Özünü bilmek ve Tanrısal sırrı öğrenmek
10 Yaramaz işlerden sakınmak Özünü fakir görmek. Ariflik. Tanrısal varlığa ulaşmak ve Hakla bir olmak.
1. Rüzgâr Ateş Su Toprak
2. Derya Gemi Dalgıç Cevahir
3. Kul Bilim Erme Görme
4. Et / Kemik Damar Beyin Can / Ruh
5. İşitme Görme Duyma Bilme
6. Lamba Fitil Yağ Işık
7. Kapı Eşik Anahtar Kilit
8. Nadas Tohum Hasat Ürün
9. Niyet İkrar Yol Durak
10. Göz Kulak Ağız Cemal
11. Ağaç Kökü Dal Çiçek Meyve
12. Köy Ülke Dünya Evren
13. Doğum Nişan Evlilik Hakka Ulaşma
14. İlk Okul Orta Okul Lise Üniversite
15. Peygamberler Çağı Evliya / Erenler Çağı Şimdiki Zaman Gelecek Çağ
1. İman etmek,
2. Ilim öğrenmek,
3. İbadet etmek,
4. Haramdan uzaklaşmak,
5. Nikahlanıp evlenerek Ailesine faydalı olmak,
6. Çevreye zarar vermemek,
7. Peygamberin emirlerine uymak,
8. Şefkatli olmak,
9. Temizliğe dikkat etmek ve
10.Yaramaz işlerden sakınmak.
Şeriat, insanın kendi öz benliğini kötülükten arıtmaya, yeterince gelişmemiş olgunlaşmamış hali ile din kurallarını, şekil biçiminde uygulamasıdır. Bu kapı kişinin yaşama başladığı ilk okul olarak kabul edilebilir. Esasta toplum ve onu şekillendiren değerlere uyumu içerir.
Hz. Ali, Müslümanlığı ilk kabul ve ilk İman eden kişidir. Hz. Muhammed bir Hadisinde ‘’Benden sonra fitne (huzursuzluk ) olacaktır. Bu oldu mu, Ebu Talip oğlu Ali tarafını tutun. Çünkü O bana ilk iman edendir. Kıyamettede benimle ilk dostluk edecek odur. O Sıddık-ı Ekber’ dir. O bu ümmetin Faruk’udur. O müminlerin ulusudur, reisidir.’’ Diyerek onun ilk iman eden olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca kendisi ‘’Allah Elçisi Muhammed, bir Pazartesi günü peygamber olduğunu açıkladı. Aynı günün ertesi Salı günü ben İslam Dini’ne girdim, onun Peygamberliğine inandım’’ diyerek bunu teyit etmiştir.
Hz. Ali’nin İslamiyeti ilk benimseyen insan olması, onun diğer kapılarda göreceğimiz gibi ‘’Evvel Ali, Ahir Ali’’ tanımlamaları ile çelişmez, tam tersine yerinde bir tespit olur. Zira Alevilik diğer semavi dinleri de benimser ve onları Hak kabul eder. Ancak kavimlerin sürekli inanç ve toplumsal ahlâk ihlalleri yaşaması sonucu, bu dinlerin gerek içerik ve gerekse motivasyon olarak özellikleri yitirdiğini ve Allahın yeni Elçiler ve Kutal kitaplar gönderdiğine inanır. Bu vesile ile inançlarda ve Allahın gönderdiği Kitap ve Peygamberlerde bir uyum ve devamlılık vardır.
Bu vesile ile Hz. Ali’nin ilk müslüman olması zahiri yani dünyevi bir olgudur. ’’Evvel Ali, Ahir Ali’’ durumları ile batini, yani bir insanın yaşamının olgunlaşmasının en üst seviyesinde görüp varabileceği bir durumdur. Bu vesile ile burada bir kavram karışıklığı olmamasına dşkkat etmek gerekir.
Her zaman Hz. Muhammed’in yanında bulunmuş ve onun sohbetinden yararlanmış, onunla birleşmiş, bütünleşmiş ve onunla Hak olmuştur. Ondan büyük İlim öğrenmiş ve Hz. Muhammed onun için ‚’’ Ali benim ilmimin haznedarıdır’’ hadisini söyleyerek onun ne kadar bilgili ve alim olduğunu vurgulamıştır.
Hz. Ali süreki ibadet eden ve oruç tutan bir insandır. Hatta 3 gün üst üste oruç tutuğu, 3 gün üst üste tam orucunu açmak istediği zaman kapısına yoksul veya kölelerin gelip sadaka istediklerini, Hz. Ali’nin de bu rızkını onlara vererek orucuna devam ettiği bilinir.
Hz. Ali haramdan hep kaçınmıştır. Hz. Muhammed onun için ‚’’ Ya Ali benden sonra yola gidenler, Senin gösterdin yoldan giderlerse selamete ererler’’ diyerek fena işlerden uzak olduğunu beyan etmiştir.
Tüm ömrü boyunca iyilik, insanlık ve İslamiyet için çalışmıştır. Etrafına ve ailesine sürekli faydalı olmuş ve bunu her fırsatta vurgulamıştır. Onun Gerek oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e yaptığı öğütlerde ve gerekse hutbelerinde, Mısır’a tayin ettiği Vali Malik Ejder’e göderdiği mektupta bu görüşleri defalarca vurgulanmıştır. O hiç bir savaşta yenilmemiştir. Hz. Muhammed tarafından ona hediye edilen ve Zülfikâr (171) adı verilen efsanevi çift ağızlı kılıç ve Düldül adı verilen atı ile savaş meydanlarında büyük kahramanlıklar göstermiştir.
Onun olağanüsüt cesareti, yiğitliği, kahramanlığı yüzyıllardır sevenlerinin gönlünde taht kurmuştur.
Bu vesile ile ona Aleviliğin ilk kapısı olan Şeriat kapısında Allahın Aslanı unvanı takılmıştır. Hz. Ali son derece güvenilir ve yiğit bir insan olduğu için 622 yılında Hz. Muhammed ve diğer iman edenler Mekke’den Medine’ye göç (Hicret) ettiklerinde, Hz. Muhammed onu kendi yatağına yatırmış ve Mekke’lileri oyalamasını sağlamıştır. Hz. Ali yüzyıllarca mazlumun dostu, haksızın ve zalimin korkulu rüyası olarak zihinlerde yer edinmiştir. Onun hakkında bu vesile ile yüzlerce Cenk (Kahramanlık) kitabı yazılmış, bilhassa Hayber kalesinde gösteriği olağanüstü kahramanlıkları yüzyıllarca dilden dile aktarılmıştır.
Ona savaş meydanlarında boyun eğmek zorunda kalan düşmanları pusuya yatarak fırsatlar kollamış ve gerek Hz. Muhammed’in Hakka yürümesi sonrasında ve gerekse Hz. Ali’nin şehadetinden sonra intikamlarını ondan, onun ailesinden ve onu sevenlerden almaya kalkışmışlardır.
Bu vesile ile ellerine geçen fırsatları çok zalimce kullanmış, gerek Kerbela ve gerekse daha sonraları çocukları ve torunlarından intikam almışlardır. Hz. Ali ise İslam içinde kan dökülmemesi Hz. Muhammed’in ’’Müslümanlar benden sonra birbirine kılıç çekmesinler’’ Hadisine bağlı kalarak ilk yıllarda uğradığı haksızlıklara rağmen şiddet kullanmamış, taraftarlarını şiddet kullanmaktan men etmiştir. Bütün bunlara rağmen Ehli Beyt ve 12 İmam’ların uğradığı zulüm ve haksızlık adeta tarihte eşine az raslanan zulümler arasına girmiştir. Hz. Ali’den sonra onun torunlarından İmam Cafer Sadık ve son İmam Mehdi dışında tüm soyu kesilerek, vurularak, zehirlenerek, sürülerek yok edilmişlerdir. Sadece kendileri değil, diğer aile bireyleri ve sevenleri de bu zulümden paylarında düşeni almışlardır.
Hakkında Camilerde, meydanlarda, kamu kurumların da sövme ve küfür etme fasılları oluşturulmuş, bilhassa Emeviler devrinde Camiler de Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’e sövmek ve hakaret etmek zorunluluk haline getirilmiş, buna uymayanlar ise şiddetli bir şekilde cezalandırılmışlardır.
Hz. Ali için ayrıca Hz. Muhammed şunu söylemiştir. ‘’Ali’den üstün yiğit (feta), zülfikardan üstün kılıç yoktur’’. Bütün bunlardan dolayı Hz. Ali’ye Allahın Aslanı adı verilmiştir. Hz. Ali’yi temsil eden fotoğrafların çoğunda bu işlenmiş ve Hz. Ali bir Aslan ile birlikte sembolize edilmiştir. Ancak bu sembolize sadece Hz. Ali’nin kuvvet ve kudretini temsil etmek için değil, aynı zaman da Hz. Muhammed’in Mirac’a giderken karşısına çıkan Aslan’nın ağzına yüzük atarak ve daha sonra Hz. Ali’nin bu yüzüğü kendisine iade etmesi ile de ispatlanmıştır.
Hz. Ali çevresine sürekli yararlı olduğu, onun ‘’ Adalet, halkın dirliği ve düzeni, idarecilerin ise süsü ve güzelliğidir. ‘’ veya ‘’Yakınlarına yardımı bırakan, düşmanlarına yardım etmiş olur’’ sözlerinden de anlaşılmaktadır.
Hz. Ali, Hz. Peygamberin emirlerine, sözlerine ve icraatlarına sürekli uymuştur. Peygamber onun için ‘’ Ali benim bilgimin kapısıdır. Tebliğe memur olarak gönderdiğim şeyleri benden sonra ümmetime bildiren, açıklayan kişidir. O’nu dinleyin. O’na baş kaldırmak nifaktır’’ diyerek bunu teyit etmiştir.
Hz. Ali sadece şefkatli değil aynı zamanda ‘’Merhamet ve ibâdetlerin en hayırlısı, gizli sadaka vermek ve inzivâ köşesinde ibâdet etmektir.’’ Diyerek yoksulları korumanın da merhametlerin en iyisi olduğunu vurgulamıştır.
Hz. Ali son derece temiz bir zattır. Bu temizliği sadece dış görünüşü, elbiselerinin temiz olması değil, beden ve ruh temizliğde içerir. Onun ‘’Bedenin orucu, irâde ve ihtiyarla azaptan korkup sevâba girmeyi, ecre nâil olmayı dileyerek yemekten kesilmektir. Nefsin orucu, beş duyuyu öbür suçlardan çekmek, kalbi de bütün şer sebeplerinden ayırmaktır. Kalbin orucu, dil orucundan; dilin orucu, karnın orucundan hayırlıdır. Veya ‘’Dilini küfre alıştırma. Tatli dilli ol. Yoksa önüne gelene havlayan köpeklere dönersin. Halkı zorla kendine nefret ettirirsin.’’ Sözleri bunun kanıtıdır. O bu sözleri ile yaramaz işlerden de kaçınmayı da öğütlemektedir. Haksızlık önünde eğilmeyiniz. Çünkü haksızlıkla beraber şerefinizi de kaybedersiniz.
Haksızlıklara isyan etmeyenler, onlardan gelecek her musibete katlanmalıdır.
1. Tövbe etmek,
2. Mürşidin öğütlerine uymak,
3. Temiz giyinmek,
4. İyilik yolunda savaşmak,
5. Hizmet etmeyi sevmek,
6. Haksızlıktan korkmak,
7. Ümitsizliğe düşmemek,
8. İbret almak,
9. Nimet dağıtmak (cömert olmak) ve
10.Özünü fakir görmek.
Tarikat kapısı, İnsanın dünyevi işlerde kendine özgü ve tamamen bağımsız iradesiyle nefsini kontrol altına alarak, her türlü kötülüğü kendinden uzaklaştırmak için bir yola girmeye denir. Bu kapıda kötülükler kişiden uzaklaştırılırken aynı zamanda iyi huyların ve iyiliklerin o kişide bir araya getirilmesi demektir.
Şöyle bir benzetme de yapabiliriz. Kişinin bir meslek okuluna girerek (örneğin tornacılık, elektrik teknisyenliği… gibi) orada yetenek ve becerilerinin geliştirilmesi ve aynı zamanda olgunlaşması ve olgun bir kişilik elde etmesidir.
Hz. Ali olağanüstü güzelliklerinin yanında sürekli nefsini tevbe /tövbe etmeyi savunur ve bunu herkese önerirdi. Bir sözünde ‘’Tövbe etmek elindeyken, ümidini kesene şaşarım’’ diyerek tövbe etmenin ve insanların kötülüklerden uzak durmalarının önemine dikkat çeker. Sadece tövbe ederek insanların ruhlarını temizlemelerini değil aynı zamanda hiç günaha girmemelerini sürekli telkin ederdi. Onun ‘’Günah işlememek, tövbe etmekten daha iyidir.’’ Veya ‘’Kötü alışkanlıkları terketmek en büyük ibadetlerdendir’’ sözleri bunun kanıtıdır.
O büyük zat aynı zamanda yüzlerce güzel sözünde halka hep güzel öğütlerde bulunmuş ve bilgeliğini halkı ile paylaşmıştır. Üstelik öğüt ve nasihatlarda bulunurken de sonsuz tevazu göstermekte ve öğütlerin başkalarının yanında verilmemesini talkin etmektedir. ‘’Bir insana başkaları yanında verilen öğüt, öğüt değil, hakarettir.’’ Sözü onun ne kadar ulu bir insan olduğunun kanıtıdır. Öğütlerinde her türlü güzelliği sıralayan ve iyiliği telkin eden Hz. Ali, ‘’ En akıllı insan, öğütleri dinlemekten vazgeçmeyen insandır’’ sözü ile insanları öğüt dinlemeye davet eden bir mürşittir. Kendisinin de, Hz. Muhammed’den çok şey öğrendiğini ifade ederek ‘’Ben Peygambere bir şey sorunca beni bilgilendiriyordu. Ben sessiz kalınca da O konuşmaya başlıyordu’’ diyerek bir Mürşide bağlanmanın öneminden bahs etmektedir. ‘’ Söyleyene değil, söylenene bak’’ sözleri ile bilginin önemine vurgu yaparken aynı zamanda ‘’En faydalı bilgi, uygulanabilendir.’’ Diyerek insanları yararlı bilgi vermene teşvik etmektedir.
Hz. Ali, temiz giyinen, temizliğe itina gösteren bir ulu zattı. Ancak her zaman iç temizliğin çok daha gerekli ve önemli olduğunu ifade etmiş, yaşamını adeta buna endekslemiştir.
Hz. Ali haksızlıktan sürekli kaçınmış ve kimseye özellikle haksızlık etmemeye çalışmış, gerek öğütlerinde ve gerekse Valilerine gönderdiği genelgelerde İyilliği ve iyilik yolunda savaşmayı önermiştir. ‘’Haksızlık önünde eğilmeyiniz. Çünkü haksızlıkla beraber şerefinizi de kaybedersiniz.’’ ve ‘’Haksızlıklara isyan etmeyenler, onlardan gelecek her musibete katlanmalıdır.’’ Diyerek iyilik yolunda başkaldırıyı teşvik etmiştir. Zaten onun savaş meydanlarında gösterdiği kahramanlıklar iyilik yolunda savaşmanın gerekleridirler.
Özellikle Hayber’in fethi sırasında Hz. Ali’nin iyilik yolunda nasıl büyük kahramanlıklar gösterdiği bilinmektedir. Hz. Muahmmed, Hayber savaşında şöyle der ‘’ Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki, Allahü Teala onu sever. Ben de, onu çok severim’’ ve Hz. Muhammed sancağı ertesi gün Hz. Aliye verir. Sancağı alan Hz. Ali askerleri ile beraber kaleye yürür ve en başta da kendisi bulunur. Onun Hayber kalesi kahramanlıkları, bir tutuşta kale kapısını koparması, orada yarattığı olağanüstü direnç yiğitlik ve iyilik yolunda savaş için güzel bir örnektir. Kaldı ki Hz. Ali sadece orada değil, diğer yerlerde de en önde savaşmış ve zaman zaman yaralanmıştır. Sadece Uhud savaşında 16 yerinden yaralanmış fakat gerek Hendek ve gerekse diğer savaşlarda görüldiği gibi en önde savaşmaktan geri durmamıştır.
Hayber kapısında Merhab adlı bir Yahudi savaşçıyı yenip onlarca insanın zor oynattığı kale kapısını sökünce, orada bulunan bir asker Hz. Ali’ye kimliğini sorunca ulu zat : Ben Ebu Talib oğlu Ali’yim, sizin Tevrat’ta ismim “İlya”dır’’, der. Yahudi asker derhal orada secdeye kapanıp iman eder.
Kuran-ı Kerim de Hayber’i fetih olayı şöyle anlatlıır : “Onlar, husunlarının (Kalelerinin) kendilerini Allah’tan koruyacağını zannetmişlerdi. Halbuki Allah, onlara hesaba katmadıkları yerden gelince kalplerine korku saldı. Kendi evlerini kendi elleriyle yıkmaya başladılar, müminlerde aynı tahribatı yaptılar. İbret alın ey basiret sahipleri. (Haşr : 2-3)
Şair Kumru“…Hayber Kalesi’ni yıkmak senin için zor bir iş değil, senin saçının her bir teli isterse bin tane Hayber kalesi yıkar ya Ali. Eğer Cebrail kanadını yeryüzüne açmasa idi, Merciyik savaşında senin kılıcın ile dünya bölünüp parçalanacaktı. Senin kılıcından çıkan kıvılcım eğer şimşek olsaydı, İslam düşmanlarını yakıp kavurur, evlerini harap ederdi…” diyerek Hz. Ali’nin yiğitliğini övmüştür:
Hz. Ali tüm yaşamı boyunca bildiklerini halk ile paylaşan, halka hizmet etmeyi ibadet olarak gören ve hizmeti paylaştıran bir zattır. Onun için Hz. Muhammed Hadislerinde ‘’ Ali benim bilgimin kapısıdır. Tebliğe memur olarak gönderdiğim şeyleri benden sonra ümmetime bildiren, açıklayan kişidir. O’nu dinleyin. O’na baş kaldırmak nifaktır’’ diyerek insanların yüzlerini Hz. Ali’ye dönmelerini ister.
Onun en çok önem verdiği şey bilimdir. İnsana hizmetin en doğru yolunun Alimlerin düzeyli bilgilerini halka sunma ve onlara kullandrmaya yöneliktir.
Hz. Ali haksızlıklara karşı son derece hassastır. Onun ‘’ Adalet için en büyük talihsizlik, devleti idare edenin zalimliğidir.’’ sözleri kendisinin adalet konusunda ne kadar kapsamlı düşündüğünün bir ifadesidir. Tüm yaşamı boyunca adaletten sapmamış ve yaşamı ile de buna örnek olmuş bir büyük Veliullahtır. Bu konuda o kadar net konuşmuştur ki ‘’Adalet ve eşitliği gözetme, siyasetlerin en iyisidir.’’ Diyecek kadar adaleti gözetir ve haksızlıklardan kaçınır.
Adaletli davranmayı yayınladıkları genelgelerde de sürekli vurgulayan Hz. Ali, yöneticilere yönelik ‘’Adalet, halkın dirliği ve düzeni, idarecilerin ise süsü ve güzelliğidir.’’ Sözleri ile adaletli davranmayı sürekli teşvik etmiştir.
Hz. Ali son derece sabırlıydı, bu sabrı herkesde görülemeyecek kadar fazlaydı. Bu konuda ‘’Kendini güçlükler karşısında sabretmeye alıştır, çünkü haksızlık karşısında Hak için sabretmek en iyi ahlâktır.’’ Sözleri bunu çok iyi yansıtır. Keza ‘’..Sabrediniz, çünkü sabır îmana nispetle cesetteki baş gibidir. Başı olmayan bedenden hayır, sabır olmadıkça da imandan hayır gelmez’’ sözlerinden de anlaşılacağı gibi sabrı imanın bir boyutu olarak yansıtır.
Hz. Muhammed’in Hakka yürümesinden sonra babası Hz. Peygamber tarafından eşi Hz. Fatıma’ya verilen Fedek hurmalığının, Halife Ömer tarafından zorla alınması, Babasının Hakka yürümesi vesile ile zaten acılı olan eşi Hz. Fatıma’nın dövülerek kaburga kemiklerinin kırılması ve benzeri son derece büyük haksızlıklara dahi sabır göstererek katlanır.
Aslında haksızlıklara karşı son derece hassas olan Allahın Aslanı ünvanlı, gücü ve kuvveti destanlara sığmayan Hz. Ali’nin şahsına ve ailesine yapılan bu zulümler karşısında sessiz kalmasının nedenlerinden bir tanesi de sabrını göstermeye yöneliktir.
Bir Hadisinde ‘’ Benden sonra Islam kanı dökülmesin’’ diyen Hz. Muhamammed’in sözleri doğrultusunda bu sorunu şahsileştirmeyerek büyük bir tevazu göstermiştir. Onun ‘’ Sabır iki türlüdür. İstemediğin, hoşlanmadığın şeye sabretmek; Sevdiğin, istediğin şeye sabretmek.’’ Sözlerinde sabrı ikiye ayırarak bunu çok güzel açıklamaktadır. ‘’Sabır en güzel huy, ilim de en şerefli süs eşyasıdır’’ sözlerinde Hz. Ali, Sabrı en güzel huy olarak göstermekte ve insanların karşılaştıkları olaylar karşısında sabır göstermelerini önermektedir. Gene ‘’Kendini güçlükler karşısında sabretmeye alıştır, çünkü haksızlık karşısında Hak için sabretmek en iyi ahlâktır’’ sözlerinden de anlaşıldığı gibi Hz. Ali insanlar hem zorluklar karşısında sabırlı olmayı, aynı zamanda da sabrın adaletle karşılık bulmasının doğruluk olduğunu beyan etmektedir.
Hz. Ali Insanlara sabırlı olmalarını telkin ederken, aynı zamanda onların ümitsizliğe düşmemelerini, her olgunun koşullarının kendisine uygun elverişli duruma gelmelerini, bununda azim ve çaba gösterilerek elde edilebileceğini göstermektedir. Onun ’’Azim ve sebat, insanların en büyük yardımcısıdır’’ sözleri bunu açıkça göstermektedir. Yaşanılan şeylerden ders çıkarılmasını, bunun yaşam için önemli olduğunu ‘’Her şeye ibretle bakınız. Ve gördüklerinizden ibret alınız’’ sözleri ile vurgulamaktadır. Yaşamın ibretlerle dolu olduğunu, yeteri kadar ibret alınacak konunun bulunduğunu, ancak insanların genellikle bundan ders çıkarmadıklarını dahiyane bir şekilde izah ederek ‘’İbret alınacak şeyler ne çok, ibret alanlarsa ne az’’ sözleri ile bunu açıklamaktadır. Onun ayrıca ‘’Çok akıllı kimseler, başkalarının hatalarından öğrenirler ve hata yapmazlar, akıllı insanlar hata yapar ve ders çıkararak bir daha yapmazlar. Ahmak insanlar da sürekli hata yapar gene ders çıkarmazlar’’ sözleri yaşamdan ders çıkarma konusunda ne kadar derin bir sınıflandırmaya sahip olduğunu ortaya koyar.
Hz. Ali imkânların sosyal bir biçimde paylaşılmasından yanadır. Bu yüzden elindeki tüm imkânların / nimetlerin adil dağılımını savunur, söyler ve uygular. ‘’Akıllı olan kemal, cahil olan mal ister’’ sözünde görüldüğü gibi dünya malını fazla tasarruf etmenin erdem olmadığını vurgular ve Kemaletin maldan daha hayırlı olduğunu telkin eder. Bu şu anlama da gelebilir. Dünya malına fazla yatırım yapmaktan ise sosyal ilişkilere ve bilime, adalete yatırım yapılması anlamındadır. Yoksul ile dayanışmayı savunurken de, onun onurunu son derece gözetir. ‘’Yoksula yardımı dilenmeden yap. Sen onu el açmak zorunda bırakırsan, verdiğin sadaka ile, onun sadakadan daha değerli olan haysiyetini satmaktan kurtarırsın’’ sözlerinde ki büyük erdem de gösteriyor ki, yoksula yardım edilirken başa kakılmamasını ve karşılıksız biçimde yoksul onuru gözetilerek yapılmalıdır.
Hz. Ali insanların dünya malı için çok fazla tasarrufta bulunmasına hoş bakmaz. Kimsenin yerin altına fazla bir şey götüremiyeceğinden hareketle ‘’Ey Âdemoğlu, ihtiyacından fazla kazandığın şeyi, başkası için biriktirmedesin’’ diyerek buna özellikle dikkat çeker. Cömertliğin, paylaşmacılığın çok büyük erdem olduğuna dikkat çekmek için ‘’Kendini cömertliğe alıştır ve her ahlakın en iyisini seç; çünkü iyilik alışkanlık haline gelir.’’ Veya ‘’ Dünyada yoksulu doyurmak kadar büyük iyilik yoktur. Bunu yapanlar, âhirette mutlaka mükafatını bulur’’ sözleri ile insanları elindeki nimetleri, olanakları başkaları ile yaplaşmayı önerir. Tabii eldeki olanak veya nimetleri sadece dünya malı ile de sınıflandırmez.
Onun gözünde bilgi de bir servettir ve bunu defalarca belirtmiştir. Onun için bilginin de paylaşılmasından yanadır ve bunu ‘’Bildiği halde susmak, bilmediği halde konuşmak kadar çirkindir’’ sözleri ile açıklamıştır. Ayrıca nimetlerin ve olanakların paylaşılması konusunda da dikkatli olmakta ve son derece temkinli önerilerde bulunmaktadır. ‘’ Bilgiyi ehli olmayana veren, o bilgiye zulmetmiştir’’ sözleri buna çok önemli örnektir.
Hz. Ali son derece büyük bir alim, saygın ve dinlenilir kişi olmasına ve bir ara Halife olmasına rağmen son derece mütevazidir. Alçakgönüllüdür. Tevazu sahibidir. Özünü fakir gören Şahı Merdan’dır. Bu tevazuluğunda ‘’ Akıllı insanlar az konuşur. Çok söyleyenler, yalnız ahmaktırlar’’ diyerek alimlerin dahi çok fazla konuşmamalarını, az ve öz, ayrıca yerine göre konuşmalarını önerir. Alçakgönüllüğün bir erdem olduğuna dair söylediği ‘’ Alçak gönüllülük, ilimin meyvesidir’’ sözleri alimlerin dahi bu konuda tevazu göstermelerini talep etmeye yöneliktir. Onun ‘’ Alçak gönüllülük, en büyük şereftir’’ sözleri ile kişinin özünü fakir görmesine yönelik ciddi bir göstergedir.
Hz. Ali’nin ’’ Bilmediğin şey hakkında konuşmayı ve üzerine düşmediği halde söz söylemeyi terk et’’ sözleri insanları alçakgönüllüğe ve tavazuya davet eden beyanlarıdır.
Şahı Merdan Ali’nin özünü fakir görme konusunda son derece belirgindir. ‘’ Bin kapıdan, yüz bin kaleden içeri girebilirsin de küçücük bir gönülden içeri giremezsin’’ sözlerinden anlaşılacağı gibi gönül yapmanın, özünü fakir görmenin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu vurgular. Ayrıca bunu sağlarken adaletten vaz geçilmemesini de özellikle vurgular. Onun ‘’ Bin defa mazlum olsan da bir defa zalim olma’’ sözleri bunu bir ön koşul olarak gösterir.
Hz. Ali için söylenen Şahı Merdan, mertlerin, doğruların Şahı anlamına gelir. O Tarikat kapısında Mürşüt olan Hz. Muhammed’den sonra ki en önemli kapının eridir. Orada ki yeri ve makamı Pir’lik makamıdır. O Pir’lerin Piri, Şah’ların Şahı’dır.
Hz. Ali, Peygamberin bir çok Hadisinde ve Gadirhum da yerine vekil tayin ettiği Halife’dir. Tarikatta ona erkânı ve ilkelerini gözeten de denir. O Ulu zat Hz. Muhammed ile defalarca Cem’e girmiş Can ile Canan, bütünleşen olmuştur.
1. Edepli (EDEB) olmak,
2. Bencillik, kin ve garezden uzak olmak,
3. Perhizkarlık,
4. Sabır ve kanaat,
5. Haya (Utanma),
6. Cömertlik,
7. İlim,
8. Hoşgörü,
9. Özünü bilmek ve
10.Ariflik.
Marifet Kapısı, kişinin Tarikat kapısında öğrendikleri ve ulaştıkları ile duygu ve ilimde en üst düzeye ulaşmak. Ve Tanrısal sırlara erişmektir. Bildiklerini özümseyerek bunu Tanrının sunduğu verilerle derleyip yorumlama ve sunabilmektir. Basit bir dille ve anlatmak gerekirse örneğin Tornacık Mesleğini başarı ile öğrenen bir ustanın hünerlerini ortaya koyarak sanatını sergilemesidir. Demiri ateşte döverek ondan tabak, kaşık yapmaktır.
Hz. Ali, 18 bin Alemi var eden nura gösterdiği tam rızâdan olayıda ona „Mürteza“ adı da verilmiştir.
Hz. Muhammed, 23 Şubat 632 tarihinde (2) Veda Hutbesinde 100 bin civarına ulaşan Ashaba dönerek şöyle demiştir. Ey Ümmetim, Size 2 emanet bırakıyorum. 1- Allahın kelamı Kuran-ı Kerim, 2- Ehli Beyt’i. ‘’Kuran ve Ehli Beyt ipine sım sıkı sarılın. Kevser Havuzunda her iki emanet bir birinden ayrılmadan bana ulaşacaktır. Ehli Beyt’im, Nuh’un gemisi gibidir. Gemiye binenler kurtuldular, binmeyenler helak oldular’’. (Ehli Beyt, Hz. Muhammed’in ailesi demektir ve 1- Hz. Muhammed, 2- Hz. Ali, 3- Hz. Fatma, 4- Hz. Hasan ve 5- Hz. Hüseyin olmak üzere toplam 5 kişidirler. (172)
Hz. Muhammed bu vasiyeti elbette sadece akrabası olduğu için yapmamıştır. Bu vasiyet Allahın emridir.
Maide Sûresi’nin 55. ayeti olan ve “Velâyet Ayeti” diye adlandırılan, “Sizin veliniz, yalnız Allah, O’nun Peygamberi ve iman eden, ibadet eden ve rükû halinde zekât verenlerdir.” Ayette kast edilen Evliyalar Şahı Hz. Ali’dir.
Hz. Muhammed dönemi Evliyaları ve İslam dini uğruna canlarını feda etmekten çekinmeyen inanan ulu zatlar varken inen şu sure bir anlam ifade edebilir. “(Ey Peygamber!) Sen ancak bir uyarıcısın ve her topluluk için bir hidayet önderi vardır.” (Ra’d : 7). Hz. Muhammed bu ayeti kast ederek ‘’ Hidayet önderi sensin ya Ali! Benden sonra hidayet arayanlar seninle hidayeti bulacaklar’’ buyurmuşlardır.
Keza „Acaba Rabbinden apaçık bir delile sahip bulunan, onu yine ondan bir şahit izleyen (…) kimse mi (yalanlanacak)?“ (Hûd : 17) için de, Ayette zikredilen “Rabbinden apaçık bir delile sahip bulunan“ kimse Ulu Peygamber, „onu izleyen şahit“ ise Hz. Ali’dir.
‘’İman edenler ve iyi işlerde bulunanlarsa, işte onlardır yaratılmışların en hayırlıları.” (Beyyine : 7) nail olduğunda Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye dönerek şöyle buyururlar “Ya Ali! Ayette sözü edilen kişiler, sen ve seni sevenlerdir (yolundan gidenlerdir).“
Kuranı Kerim de Hz. Ali üzerine inen çok sayıda ayetler vardır. Bu vesile ile Hz. İmam Murteza’ya ilgileri, onun için söylediği ‘’Ali’nin eti benim etimdir. Ali’nin canı benim canımdır. Ali’nin kanı benim kanımdır. Her kim ki Ali’yi severse, beni sever, Beni seven de Allahı sever. Her kim ki Ali’ye düşman olur, bana da düşman olur, Bana düşman olan Allaha da düşman olur. Ali’nin dostluğunu kazanan benim dostluğumu, benim dostluğumu kazanan da Allahın dostluğunu kazanır’’ sözleri sadece akrabalık bağları ile açıklanamaz.
O Ulu zat Yüce Allahın da sevgili bir kuludur. Hz. Ali’yi anlatmak için okyanus kadar çok mürekkeplerin dahi yazmaya yetmeyeceği erdemleri, Hz. Muhammed’in onu meth eden sayısız Hadisleri vardır.
Bu Hadislerin birinde Hz. Muhammed şöyle buyururlar. ‘’Ali dinin direğidir’’ Hz. Ali’nin uğruna canlarını seve seve verenler, onun eşiğine yüz sürmek için bir birlerini adeta ezenler, kabri olduğuna inanılan Necef’te sırf bu aşk için gönüllü turap olanların hikmetlerinde aradığı Ali tüm Evliyaların Şahı oluşudur. Tüm Evliyalar Hz. Ali’nin aşkı ile tutuşur ona sevgi ve bağlılıklarını söz ve şiirlerinde büyük bir coşku ile aktarırlar. Tüm Erenlerin, Babaların, Dedelerin, Dedebabaların, Alp Erenlerinin Evliyalar Şahı diye bahsettikleri ve ‘’onu anmak ibadettir’’ dedikleri, tüm dualarında adı geçen Hz. Ali, son derece huyu güzel bir zattır.
Adına ‘’Adı güzel, kendi güzel’’ denilerek deyişler okunan, mersiyeler dizilen Hz. Ali, edebi ciddiyetle önemseyen bir Evliyadır. ‘’Akil kişi, kemâl taleb eder’’ sözünde gördüğümüz gibi Hz. Ali Kemalete önem vermektedir. ‘’Başkasında gördüğün fena bir huyu hemen nefsinde ara ve ondan kaçın’’ diyerek insanlara bunu başka bir şekilde daha aktarmaktadır. ‘’Cehalet ve gaflet alimin kalbinde olmaz. Fakat alimler, zengin cahillerin karşısında, ancak ilim sayesinde yükselirler’’ beyanları ile ve ‘’Ayıbın en büyüğü, ona benzer bir ayıp sende de varken, başkasını ayıplamandır’’ diyerek insanları iyi huylu olmaya ve edepli olmaya davet etmektedir.
Hz. Ali insanları Bencillik, kin ve garezden uzak tutmak için son derece anlamlı sözler buyurmuşlardır. ‘’Affetmekten utanmayın. Cezalandırmada acele etmeyin. Emriniz altında bulunanların hataları karşısında hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyiniz’’ sözlerinden de anlaşılacağı gibi bu alışkanlıklardan caydırmaya davet eder. ‘’Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkını verebilmek, her halde Allah’u Teâlâ’yı hatırlayabilmek, kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir’’ diyerek insanların hoş olmayan alışkanlıklarından caymaları hakkında yol gösterir. Burada nefsin kontrol altına alınması, başka bir deyim ile nefse perhiz uygulamayı önerir. Onun ‘’Cenabı Hak, Kibir edenleri bayağı ve aşağılık kılar’’ deyimleri nefsine gem vurmaya yönelik beyanlarıdır. ‘’Geçimini mertce kazanmaya çalış. Nefsini alçaklıktan koru ki, fakir olsan bile şerefli kalasın’’ sözleri nefsini kontrol altına almaya yönelik örneklerdir.
Hz. Ali yaşamında her zaman sabır göstermiş ve kanaatkâr olmuştur. ‘’Hayatın, karşısına çıkardığı müşkül hadiselere sabır ve tahammül et. Onları, hiç kimseden bilme ve hiç kimseye karşı kalbinde bir buğz ve adâvet besleme; hiç kimseye hiddet ve şiddet gösterme. Bu suretle hareket edersen, en büyük müşkülleri bile yenersin ve sen de “İnsân-ı kâmil” mertebesine erersin’’ diyerek insanlara erdemli olmanın güzel örneklerini sunar.Bu söylemlerini gene doğruluk ve doğru bilgi ile güçlendirir. ‘’Doğruluk en iyi yol, bilgi en iyi kılavuzdur’’ ve ‘’ Doğru söz söyleyenin delili kuvvetli olur’’ açıklamalarından görüldüğü gibi sürekli doğruluğu ve iyiliği rehber edinilmesini salık verir.
O Ulu zat sadece tek tek bireyleri değil, yöneticileri ve yönetici adaylarının da dikkatini çok yönlü erdemli olmalarını telkin eder. Aleviliğin en temel yaşam değerleri ve güncel kavramları olan edep ve haya konusunda bakınız neler buyuruyorlar. ‘’ Halkın önderi olmak isteyen biri önce kendisini ıslah etmeli, daha sonra başkalarını ıslah etmeye başlamalı ve söz ile diğerlerine edep öğretmeden önce güzel davranışı ile onlara edep öğretmelidir’’ demektedir. Burada Hz. Ali insanlara öncelikli olarak yasalarla değil güzel davranışlarla örnek olunması gereketiğini anımsatmaktadır. “İnsandaki edep, onun altınından daha iyidir’’ ve ‘’İnsanların güzel edebe, altın ve gümüşten daha çok ihtiyaçları vardır’’ beyanlarından anlaşılacağı gibi edepli olmanın varlık olmaktan çok daha önemli ve gerekli olduğunu izah etmiştir. Gerçekten insanoğlu sadece kendi kantarına çektiği iyi amellerden vefa bulabilir. ‘’ Hacı (Hace) Bektaş Veli’nin buyurduğu EDEP (Eline, Diline ve Beline sahip olma) kavramları önce onun tarafından dile getirilmiş, aynı inancın devamı olan Anadolu Evliyaları da bu söylemi yüzyıllardır devam ettirmişlerdir.
Hz. Ali biraz da bu söylemlerin öncüsü olarak Evliyalar Şahı’dır. Deyişlerde okunan Güzeller Sultanıdır.
Hz. Ali efendimiz ‘’Cömertlik alışkanlıkların en üstünüdür’’ derken sadece maddi bir bedeli olan malı değil, bilgiyi, iyi huyu, acılara ortak olmayı ve toplumu çok yönlü ilgilendiren her şeyin paylaşımını esas almaktadır. ‘’ Kendini cömertliğe alıştır ve her ahlakın en iyisini seç; çünkü iyilik alışkanlık haline gelir’’ sözleri ve ‘’Sizler mallarınızla halkı kuşatamazsınız (onların gönüllerini hoş edemezsiniz); öyleyse açık yüzlülük ve güzel davranışınızla onları kuşatınız; çünkü ben Allah Resulünün şöyle buyurduğunu duydum: „sizler, mallarınızla halkın gönüllerini hoş edemezsiniz; o halde ahlakınızla onların gönüllerini hoş edin“ beyanları bu konuda ne kadar geniş ve çok yönlü düşündüğünün en açık kanıtıdır.
Hz. Ali ilim konusunda zamanının en büyük alimlerindendir. O sadece Kuran, Hadis ve din bilimi konusunda değil, zamanın en ileri Matematikçisi, Fen bilimcisi, Tarihçisidir. Onda var olan bilginin derinliği karşısında onu incelemeye çalışan araştırmacılar adeta bir birleri ile yarışırlar. O büyük zat mütevazi ve Kemaleti ile insanları gelip kendisinden ihtiyaç durdukları alanlarda bilgi edinmesi için defalarca çağrılarda bulunmuştur.
Onun derin bilgisinden sadece dostları ve sevenleri değil, ona bir türlü mesafeli olan kişiler de yararlanmış ve bunu da kendileri gene açıkça ifade etmişlerdir. Hz. Ali bir mübarek sözünde ‘’Hz. Peygamber’den duyduğum hiçbir şeyi unutmadım’’ diyerek açıklamışlardır.
Ayrıca ‘’Allah’a yemin olsun ki, inen bütün ayetlerin ne hakkında, nerede ve kimin hakkında nazil olduğunu biliyorum. Allah bana düşünen, sorgulayan bir kalp ve açık bir dil vermiştir’’ ve ‘’Allah’ın Resulü bana her birisinden bin kapı açılan tam bin ilim kapısı öğretti’’ sözleri ile de beyan etmektedirler. O ulu zat bir çok defalar ‘’Sorun bana bilmediğiniz konuları’’ anlamında yaptığı çağrılar ile bilgisinden insanları yararlandırmaya çalışmışlardır.
Hutbelerinde ve yayınladıkları genelgelerde, Valilere yazdığı mektuplardan anlaşıldığı gibi o bilgi donanımı bakımından gerçek bir dehadır. Onun en büyük özelliklerinden biri de bilgiyi insanların yararına kullanmaya gösterdiği olağan üstü çabasıdır. ‘’İlim bütün iyiliklerin anahtarıdır.’’ Sözleri bunu çok açık ifade etmektedir.
İlme yaptığı vurgularda alimi sürekli gözeten, kollayan ve bilgiye yatırımı teşvik eden özellikleri görülür. ‘’İlim maldan hayırlıdır: İlim seni korur, malı sen korursun. Mal vermekle azalır, ilim öğretmekle artar. İlim hakimdir, mal ise mahkum. İlim sahibi cömert olur, mal sahibi cimri olur. İlim ruhun hakimidir. İlim sahibi cömert olur, mal sahibi cimri olur. İlim ruhun gıdasıdır, mal ise cesedin gıdasıdır. Mal uzun zaman sürecinde tükenir, ilim uzun zaman sürecinde tükenmez ve eksilmez. İlim kalbi aydınlatır, mal ise kalbi katılaştırır. İlim peygamberlerin mirasıdır, mal ise eşkıyaların mirasıdır’’ sözleri ile insanları dünya malı yerine bilgiye yatırım yapmaları ve bunu insanların yararına kullanmaları konusunda sürekli çağrıda bulunur.
’’İlimden başka her şey azaldıkça değeri yükselir. İlim ise çoğaldıkça değeri yükselir’’ tespitleri de gene onun deyimleridir.
Hz. Ali son derece hoşgürülür. Bunu güncel yaşamına sürekli uyarlıyan, insanları da buna davet eden bir kişiliktir. ‘’Gerçek karşısında öfkelenmek ayıptır’’ ‘’ Güler yüz göstermek, cömertlik yerine geçer’’ beyanları ile insanları hoşgörülü olmaya, tevazu göstermeye, mütezavi olmaya davet eder. Hoşgörüşünden sadece yol ve inanç konusunda taviz vermez ve diğer insanları buna riayet etmeye davet eder ‘’ Yol cümleden uludur’’ beyanları bunu açık şekilde izah eder. ‘’Hizmetçiniz Allah’a itaat etmezse onu cezalandırınız, ama eğer size itaat etmezse onu bağışlayabilirsiniz’’ açıklamalarında görüldüğü üzere sadece yol konusunda tavizkâr değildir.
Hz. Ali özünü bilen ve buna riayet edendir. ‘’Haddini bilen kimse, hakaret görmez’’ açıklamaları ile insanları özünü bilmeleri, haddi olmayan konularda süküt göstermelerini, bilmedikleri konularda konuşmamaları, gerekli olmayan yerlerde konuşmamalarını, telkin eder. ‘’İnanan insanın yüzünde güleçlik vardır, kalbindeyse hüzün. Gönlü her şeyden geniştir, nefsi her şeyden alçak. Yücelikten nefret eder, şöhrete düşmandır, gamı gussası uzundur, düşünmesi derin, susması fazladır. Vakti yoktur, çok şükreder, çok sabreder, düşünceye dalmıştır. İhtiyacı olanları görünce, kendi ihtiyacını hatırlamaz bile. Hûyu güzeldir, geçinmesi hoş ve yumuşak. Şeref ve din bakımından serttir, hûy bakımından alçak’’ tanımlamaları ile insanların hem özünü tanımalarını, hem de her konuda diğerlerine örnek olmaları gerektiğini açıklar.
İnsanların konuşurken bir birlerine saygılı olmalarını, bir birlerinin sözlerini kesmemelerini, sohbetlerini bir muhabbet ortamında sürdürmelerine yönelik şöyle bir örnek sunar ‘’ Ben Peygambere bir şey sorunca beni bilgilendiriyordu. Ben sessiz kalınca da O konuşmaya başlıyordu’’
Elbette Hz. Ali bu misali, diğer insanların örnek almaları için açıklamıştır. Burada elbette gözetilen ayrıntı, bilindiği gibi kişinin kendini bilmesidir. Anadolu Alevileri arasında söylenen bir söz vardır. ‚’ Sen, seni bil ki, alem de seni bilsin’’. Kişi kendini bilmek istiyorsa özünü bilecek ve Arif olacak.
Hz. Ali’nin ’’Hiç kimsenin hatasını yüzüne vurmayınız. O hatayı işleyene hatasını, başka birini misal göstererek anlatınız’’ örneği, gene ’’ İnsanlarla öyle güzel geçinin ki öldünüz mü ağlasınlar size; sağ kaldınız mı sevgiyle çağırsınlar sizi’’ beyanları onun ne denli İnsan-ı Kamil olduğuna örnektir.
Gene ‘’ Ben mü’minlerin emîriyim; onların en yoksulunun geçindiği gibi geçinmek zorundayım’’ açıklamasında, Halife olduğu ve devletin tüm olanaklarından yararlanma imkânlarına rağmen bunu kişisel imtiyazlar olarak kabul etmediği, tam tersine Halkın en yoksulunun yaşadığı düzeyde yaşamayı hedeflemesidir. Kurani Kerim de Cenabı Allah ‘’ Bana kul olarak yaptığınız kusurlarınızı af edebilirim, ama karşıma kul hakkı ile gelmeyiniz’’ demektedir. Bu anlamda Allah bile kul hakkına karışmamakta ve sorumluluğu muhatabına havale etmektedir.
Ebu Hureyre’den aktarılan bir Hadis de Hz. Peygamber, ‘’…üzerinde kul hakkı bulunan kişilerin kendilerini mazlumlara bağışlatmalarını…’’ öğütler.
Böyle ulvi değerler ve inançlar manzumesinde Hz. Ali’nin yada aynı görüşleri paylaşan başka bir Ulu insanın kul hakkına riayet etmemesi düşünülemez.
İşte Hz. Ali’nin buyurduğu, ‘’…onların en yoksulunun geçindiği gibi geçinmek..’’ deyimi hem dünya malı, hem de itibar ve diğer nimetlerin palaşılmasını içermektedir.
Onun bu saygın duruş ve söylemi ile günümüz varlıklılarının ve devlet erkânının bu konuda ki sorumsuzlukları kıyaslandığında ne kadar büyük bir fark olduğu açıkça görülebilmektedir. Onun geçen bunca Çağlara ve yüzyıllara damgasını vuran, bunca zamana rağmen tarihe karışmak yerine daha büyük bir sevgi ve saygı ile anılmasının hikmetlerinden biri de bu olsa gerektir.
‘’Halka hürmet edenler, hürmete mazhar, halkı tahrik edenler hakarete layık olurlar. Hakiki dost; sıkıntılı zamanlarda, senin gurur ve izzet-i nefsini kırmadan, sana yardım edenlerdir’’
Hz. Ali ayrıca Hz. Muhammed’in vahiy katipleri arasındadır. Kendisinden aktarıldığına inanılan Hadis sayısı 586’dır. Büyük ilim sahibi olmasının, Hz. Muhammed’in tüm sırlarına vakıf olmasının hikmetlerinden biride budur.
Cemlerde, Dem’lerde, Ayin’lerde, her türlü aşkı niyazlarda Erenler, Evliyalar, Ulu’lar onun için,
‘’Elim erde, yüzüm yerde,
Ererenlerin dâr-ı ma’sûnunda,
Hak yolunda, Muhammed Ali Divanı’nda …’’
diyerek yakarmış, aşkı niyazlarını sunmuş, eşiğine yüzler sürmeyi niyet edinmiş, duaların kabul edilmelerini temenni etmiş ve şefaat dilemişlerdir.
Bütün bu söylemler, yol göstericilikler, örnek duruş ve beyanlar, olağanüstü çaba ve özellikleri onu tüm Evliyaların Şahı yapmıştır. Evliyalar onu öyle görmüş ve inanmışlardır. Hz. Ali ismi tüm Evliyaların gözünde büyük bir Şah, Ulu’ların en Ulu’sudur.
1. Alçakgönüllü olmak,
2. Kimsenin ayıbını görmemek,
3. Yapabileceğin hiçbir iyiliği esirgememek,
4. Allah’ın her yarattığını sevmek,
5. Tüm insanları bir görmek,
6. Birliğe yönelmek ve yöneltmek,
7. Gerceği gizlememek,
8. Manayı bilmek,
9. Tanrısal sırrı öğrenmek ve
10.Tanrısal varlığa ulaşmak ve Hakla bir olmak.
HAKİKAT: Hakkı görmek, zaman ve mekan içinde Tanrısal alemin gücü içerisinde erimektir.
Peygamber Efendimiz, Hz. Ali’ye bir Hadisinde iltifatta bulunarak „Ebû Türâb“ demiştir. Hakikat kapısının dört anasıra göre karşılığı Turab olmak, ona ermektir. Toprak her şeyi karşılıksız verir, karşılıksız alır. Her zaman ayaklar altındadır yani en alçak gönüllüdür. Herkes tarafından çiğnenmiş olmasına rağmen kimseye dert yanmaz. Herkese hoşgörü ile, sevgi ve şevkat ile yaklaşır. Toprak cömerttir. Toprak berekettir. Toprak, onla başlayıp onla bitmektir.
Ebu Türap, Alevilikte Hz. Ali şahsında toprağın babası anlamına gelir. Bu onun mütevaziliği yanında evrenin – Her şey doğadan gelir, doğaya gider- felsefesinden kaynaklanır. İnsanoğlu doğar, büyür, yaşar, ölür ve toprak olur. İnsan günü gelince toprak olur, toprakla birleşir ve bütünleşir. Ona karışır.
Turab, bitki, hayvan ve insanda gizli olan gerçek öz hep Hakk’ın kendisidir. Kendini kendisine ancak dördüncü kapıdan sonra anlatabilmiştir. Eba Turab’ın anlamı da, bütün varlık alemi Hz. Ali’nin nurundan olmuştur. Bütün bu aşamaları yaşayan, bilinmesini isteyen Ali’nin kendisidir.
Hz. Ali, İslamiyette, Hz. Peygamberden sonra en büyük temsilcisidir. Onun bu Ulu zat hakkında buyurduğu ‘’Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır, şehri dileyen kapıya gelsin, Ben hikmetin şehriyim, Ali kapısıdır hikmetin dileyen kapıya gelsin” deyimi bunu doğrulamaktadır.
Diğer bir Hadislerinde de: “ Ali bendendir ben ondanım, ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlâsıdır. Ali insanların hayırlısıdır. Kim bu kabul etmezse, gerçektende kafir olmuştur…” buyurmuşlardır.
Hz. Muhammed, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Ali ilişkisini şöyle anlatıyorlar. “ Ali, Kur’an iledir ve Kur’an Ali ile; ikisi havuz kenarında benimle buluşuncaya kadar ayrılmazlar.”
Buhari’den aktarılan bir Hadise göre ise şöyle buyurmuşlardır. ‘’Ya Ali, bana, Harun’un Musa’ya yakınlığı gibisin. Yalnız benden sonra peygamberlik yoktur’’
Asbağ bin Nebate’den aktarıldığına göre ‘’
‘’Kuranın çeyreği Ehli Beyt’i kapsamaktadır. Hz. Ali de Ehli Beyt’in reisi konumundadır. Yalnız Hz. Ali için özel olarak inen ayetler üç yüzün üstündedir’’
(*) Bu makale Kazım Balaban’ın Ehlibeyt’ten Dersim’e adlı kitabından alınmıştır.