Değerli dostlar,
„Bırak o masalları, bizlerin masala karnı tok“ diyenlere inat sizlere çok etkilendiğim bir masalı anlatmak istiyorum.
İnsanın fantazi ufkunu geliştirdiğine inandığımdan masalları çok severim. Fantazileri geniş insanların yaratıcığı çok olur. Avrupa’da çocuklar bol bol masal dinletilerek büyütülür. Bunun için masal kaynakları oldukça zengindir. Alman ve Macar masalları kadar, Çin ve Hint masalları gibi bizim de Dede Korkut masallarımız ünlüdür.
Bence masallar efsanelerin, efsaneler de halk hikayelerinin ürünleridir. Anlatılırken bunlara, anlatanlar tarafından da bir şeylerin katılmış olması güzelleşmelerine neden olmuştur. Halk hikayelerinin de birçoğunun gerçeklik payı hepimizin malumudur. Bundan dolayı da masalların hemen hepsi insanlara ve insanlığa yol gösterici olurlar.
Öyle ise, masallara uyduruk düşünceler demek ve ret etmek gerçeklik ile bağdaşmasa gerektir. Alabildiğine açık olmalıyız. Gönül; enginliğine, evrene sığmayan tanrıyı sığdırmıştır. Demek ki; var olan her şey bizdedir. Ve biz kendimizi keşfetmekte oldukça tembel kalıyoruz.
Bir varmış bir yokmuşuz masalımız şudur:
Zamanın ve ülkenin birinde güzel mi güzel nur topundan bir yavru doğar. Daha doğar doğmaz güzelliği insanların dikkatini cezbeder ve onları etrafında toplar. Bu çocuğu seyretmek bile onlara keyif verirken, bu sihirli güzellikten aydınlanırlar ve ondan bir daha ayrılmazlar.
Aradıkları mutluluğu burada bulduklarına inanan bu insanlar, daha da bir güzelleşerek, güzellik uğrunda yaşadıkları acıları bile mutluluğa dönüştürler ve kendilerine bir zaman „mutluluğun kardeşleri“ ismini verirler.
Bu çocuğa olan sevgi ve bağlılıkları öyle bir hadsafhaya gelir ki, artık ona kendilerinin ve bütün insanlığın umudu gözü ile bakarlar. Sevgileri de bir tutkuya dönüşür. Bu tutku, onlara kendi kimliklerini bırakıp onun kimliğine büründürmesi de yeterli gelmeyince, onun vücudunda yok olarak bedenin uzuvlarını, hücrelerini oluştururlar.
Her şey karşıtı ile vardır, bu inkar edilemez. Güzelliği seven, güzellik için var olan insanların olduğu gibi; sadece kendileri için var olup güzelliğin karşısında olan insanlar da her zaman olmuşlardır. Bunlar da o çocuk doğduğu andan beri ondan ve etrafında toplanan insanlardan hoşlanmamışlar, onları yok etmek; en azından dağıtmak için uğraşıp durmuşlardır. Fakat var olduğu her yerde ve süreçte kendi güzelliğine başkalarını da imrendiren bu çocuğun, gelişip serpilmesini engelleyememişlerdir. Böylece kendisini çekemeyenlerin ve rakip görenlerin de baş düşmanı olmuştur. Özellikle onun hümanist yapısı, eşitlikçi kişiliği, çıkarcı çevrelerce hiç sevilmemiş, onların binbir türlü iftiralarına, saldırılarına maruz kalmıştır.
Yüzyıllar boyunca çok badireler atlatan, kimi kesilen kimi yakılan bu beden, bazen kaçıp gizlenmiş, bazen de zorunlu kavgalar ederken ölümlere meydan okumuş ve bugünlere gelebilmiştir. Sadece sevmek, paylaşmak gibi güzellikler için var olduğunu haykırdıkça savaş ortalarına çekilmiş, devamlı mücadele etmek zorunda bırakılmıştır.
Hümanist yapısından dolayı onu korkak sananlar, kavgaya tutuştukları her seferinde pişman olmuşlar, karşısına çıkan kimisi oldukça iri çok pehlivanın sırtını zamanla hep yere yapıştırmıştır. Bu amansız mücadele ikisinden birisi yok olana dek süreceğe benzemektedir.
Anlayamadığı ve çok üzüldüğü nokta, kendisinin çok kişi tarafından bir türlü anlaşılamaması olmuştur. Oysa bütün toplumlar kendisi gibi olsa ne kadar çok mutlu olacaklar. Onların bu kadar basit bir durumu anlayamamalarına çok şaşıyordu.
Ne olduysa tarih boyunca olduğu gibi, yakın geçmişte de bu birlikteliğin sürekliliğini sağlayabilme yöntemlerini geliştirmek isterken oldu. Bu sefer dışarıdan gelen birileri ona, bunun mümkün olduğunu ve en doğru yöntemin de kendilerinde bulunduğunu söyleyerek ona kendi düşüncelerini empoze etmeye çalıştılar. Başlangıçta herşey olumlu görülmesine rağmen, gönlünün daralmasına bir anlam veremiyordu. Vücudunun bazı organları bu farklılığa uyum sağlayınca ateşlenmeye, alışık olmadığı tuhaf hallere bürünmeye başladı. Öyle ki; şevkati kin bürümüş, yaratıcılığı anarşisi ile yerle bir olmuştu. Artık hümanizmi kavgacı kimliğe, beyaz güvercinleri de şahine dönüşmüştü.
Yaptıklarının yanlış ve tehlikeli olduğunu söyleyerek onu devamlı uyaran, dinlenilmediğinde zaman zaman isyan da eden gönül, sonunda iyice mahzunlaştı. Oğlan artık herşeyi akılda arıyordu. Kendini maddenin dışına kaptırınca özüne yabancılaştı ve herşeyi bildiğini iddia eden akıl tarafından kendisini köhnemişlik, geri kalmışlıkla suçlayarak redetmeye başladı. Oysa yüzyıllardır insanlığın cevheri olan bu güzellik birdenbire kendi özünde çelişkilere düşerek, aklın mekanı baş hezeyanlar geçirmeye başladı. Bu, vücutta hızla yayılan ve organlarında olabildiğince farklılaşmaların başladığı ölümcül bir hastalıktı.
Yüzyıllardır yaşanılan bir sürü olumsuzluğa rağmen bilinç ve birliktelik ile ayakta kalmayı başaran sağlıklı vücut, bu hastalığa nasıl ve ne kadar direnebilecekti? Bazı organları kontrolden çıkmışçasına kendi düşüncelerine göre hareket etmeye başladılar. En hasta organı, sinir başlarının sayesinde adını bile yanlış telafuz eden dili oldu. Her gün bir başka telden ünlenen ses telleri de akordunu kaybetmek üzere. Buna da neden tel başlarının gevşekliği ve asıl baş olmak istemeleridir. Bunun olanaksızlığını bildikleri halde, ısrarla hadlerini bilmek istemiyorlar ve kalın telden bas yapmaya çalışarak tuhaf bağırtılarına devam ediyorlar.
Halbuki başlangıçta birliktelik, her koşulda beraberlik için yeminler edilmiş, büyük sözler verilmişti. Benlikten geçmeyince de bir olunamamıştı. O zaman birlik için can atanlar zamanla herbir organda birer hücre olmuşlar ve bu hücrelerden üreyerek bugünlere gelmişlerdir. Bunların bazıları, birliği dağıtıp tekrar benliğe dönmek için uğraşmaktadırlar.
Bu çocuk tamamen hafıza kaybına da uğramadan bir an önce kendisi ile konuşup kendisini dinlemeli. Yani özünü dara çekip yargılamalıdır. Bu da hastalığına doğru teşhis koyulmasına faydalı olacaktır. Bundan sonrasında, hastalığın kaynağı her ne kadar dışarıdan gelmiş olsa da, vücut, panzehirini kendisinin üretebileceğini anlar. Öyle ise öz yine belirleyici olmalıdır. Öze ulaşabilmek için de önce samimi, sonra da gayretli olmak gerekir. Binbir çiçek ile bezenmiş bu güzel bahçe, önce bir bütün olarak kabul görmeli, sonra uygunsuzlar ayıklanarak güzel kokan ve sağlıklı olanlarından bir buket yapılmalıdır. Bunu gönlün arılığında dikkatlice aşk ateşi ile bir güzel kaynatıp elde edilen bal, iksir olarak kullanılmalıdır. Bu vücut eğer zamanında tedavi edilip sağlığına kavuşturulmazsa durumu pek te iyi gözükmemektedir.
Kimbilir belki de kendi kendini iyileştirmenin yöntemlerini aramaya başlamıştır bile. Yoksa, vücut kalbi rolantaya aldı, gönül de oldukça mahzunlaştı.
Aşk-ı muhabbetimizle
fakir (Ali Kaykı)