Hangi „hal“da olursa olsun hiçbir nesne yoktur ki mekanı olmasın. Mekan içerisinde olmayan varlık değildir. Bütün varlık aleminde var olan ve bütün varlık aleminin var olduğu mekanı da kendinde barındıran fakat kendisi lâmekan olan „Bir“ vardır. o da O’dur, Hakk’tır.
Her nesnenin kendine özgü varlığını sürdürebileceği mekanlar küçükten büyüğe (ya da tersi) doğru birbiri içindedir. içerdeki tek parça birey, bireyin içinde de özdür. Gözlemleyebileceğimiz şekli ile göle atılan bir taş parçası birey ise, taşın göle düştüğü yerde ki en son dalga ile gölün kenarına varan ilk dalga ve birbiri içinde bulunan bütün dalgaları birer mekan içinde mekan olarak algılayabiliriz. Bir başka şekli ile birçok elektrona sahip olan herhangi bir maddenin atomunda ki elektronların hareket alanları olan içiçe yürüngeler gibi.
Ya da bütün bir evren galaksi kümelerini (Eski deyimi ile yedi kat gök ile yedi kat yer), galaksi kümeleri (Samanyolu bunlardan biridir diye düşünüyorum) galaksileri, galaksiler yıldız kümelerini, yıldız kümeleri yıldızları, yıldızlar kendi sistemlerinde ki gezegenleri, gezegenler uydularını, uydular (Yaşamın çeşitiliğine ve elverişliliğine göre gezegenler) içerisinde barındırdığı cansız varlıklar, bunların barındırdığı canlı varlıklar, bunların aşama sırasına göre bitkiler, hayvanlar ve canlı varlıkların en gelişmişi insanlar. İnsanlarda uluslar, uluslarda aşiretler, aşiretlerde aileler ve ailede „Bir“ey. Bu „Bir“ey aynı zamanda dışında ki her şeyi kendinde barındırır. Öyle olmasa o „Bir“ey var olmazdı. Bu varoluşta bireyi yanıltan, yeterince gelişmemiş olan yetenekleri ve bilgisi ile görmüş olduğu kendisinden dışarıya gidiş ve burada ki çokluktur.
Her „Bir“ey İnsan-ı Kâmil mertebesine ulaşarak, kendi iç alemini görebilseydi, dışarıda ki bütün varlık alemini kendisinde seyredebilecek ve „Bir“den „Bir“e oluşumu tüm gerçekliği ile bilecekti. Gerçeğe varışta bu seyrediş onu bütün varlık alemine ve onun mekanına hayran edecek, bu hayranlığı sevgiye, keşifler arttıkça ve var olan gerçeğe yaklaştıkça sevgisi sevdaya dönüşecek, devamında dayanılmaz bir serhoşluğa bürünerek Aşk’a ulaşacaktır. Aşk’a varış öyle bir „hal“dır ki, deriin bir aahhh çekerek kendinden geçiştir. O an bu üçü (birey-mekan ve varlık alemi) hakiki kimliğinde bir olur. İşte Gerçek= Hakikat= Hakk ile Hakk olmak budur. Ve görür ki; ne mekan ne de varlık alemi, O’ndan başka hiçbir şey, hiçbir kimse yoktur. Ve „En-el Hakk“ der.
Bu aşamaya gelebilmek için mutlaka „hal“ içinde „hal“ olmak, zahir alemi bilimi ile ve batın alemi gönül ile seyran edip düşünceye dalarak gerçekliğini alamaya çalışmak/ anlamak gerektir.
Bu sevda yolunda çıkılan her basamak, ya da erişilen her menzil ancak muhabbet ile mümkündür. Gülün dalına konabilmek için bülbül olmak gerekmektedir. Dalına konmasına izin veren gülünü seyre dalan bülbül, her seferinde gülün ayrı bir cazibesini keşfeder. Keşfettiğine hayran kalır, hayran kaldığını sever, sevgilinin nazına kendini kaptırarak için için yanmaya başlar. Bu yangınlar sevdasının ateşidir. Gül, bülbülün bu yangınından hoşnut olur. Zaman zaman ona mest eden kokularını sunar. Gonca iken açar/açılır gizlerinden güzelliğinden bülbüle haber verir. Bülbül gülün bu ikramlarından öyle bir serhoş olur ki, artık yanık yanık öten sanki gülün kendisidir. Bu „hal“dan sonra bülbül bir daha gülünden ayrılmaz. Yanında olduğu halde gülüne hasret kalır. Sarılmak ister, incitmekten korktuğu için dikenine öyle bir sarılır ki, o nazenin bedeninden akan kanı/canı gülün gövdesinden toprağa iner ve köklerinden emilerek gülün özünden güle ulaşır. Artık kendisi gül olmuş kanını, canını rengine vermiştir.
Erenlerim,
Şah Hatayi Sultan Erenlerin „Bir derdim var benim bin dermanıma değişmem“ dediği gibi Hakk-Muhammed-Ali yolunda yürüyen ve zahir ömrünün sonuna kadar yana yana binbir halden „Bir““ Hal“a dönen/dönüşen Aşk yolcusu bu garip bülbül, Hakk’ı arayan candır. Gülüne ezgileri, yalvarış yakarışları, methiyeleri kısacası dili-gönlü-yüreği „Muhabbet“tir. Bu muhabbetten ikisi de mestaneliğe düştüklerinde, arının çiçegi ile bir olması gibi muhabbetleri „Bal“ olur ki tadını yalnız ikisi bilir.
Erenlerim, işte En-el Hakk denilebilinen makam Aşk’tır. Aşk, Kızıl Gül’dür. Gül Canan’dır. Canan Muhammed – Ali’dir. Hakk Teala kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’de sevgili peygamberi Muhammed Mustafa (S.A.A)’a buyurduğu „Ey habibim, bütün varlık alemini sana olan muhabbetimizden yarattım. Hoşnut olmaz mısın?“ ayetinde ki muhabbet budur. Bu Elest Bezm-i’nden beri böyledir. Hakk-Muhammed-Ali ile başladı, Cebrail AS ile devam etti. Cebrail AS ondört bin yıl pervanilikte, ondört bin yıl divanelikte ve oniki bin yıl da harabatilikte toplam kırk bin yıl Hakk-Muhammed-Ali Aşk’ı ile yandı tutuştu. Hakk Teala bütün melekleri, Cebrail AS’ın bu yangınından zuhur etmiştir. Bu Aşk yangını daha sonra Kudret kandilindeki „Nur“‚dan Adem AS’a ve ondan da bütün peygamberlere, onlardan Veli’lere, Veli’lerden İnsan-ı Kamil’lere gelmiştir. Bu gelmenin aslı, pervane olup aşığın, kendisinin ışığına „Nur’una“ (Her şeyin aslına rûcû etmesi kavlince) yönelmesidir. Hayranlığı seyranlığa dönüşüp döne döne seyretmesi ve en sonunda vecd’e gelerek kendini O’na teslim etmesidir. „Aşik“lık budur. Ölmeden önce ölmektir. Mutlak teslimiyet gerektirir. Olmadığı sürece sana da, cevr-ü cefayı çeken „Can“a da yazıktır. O zaman adama „Sen var git dünya işleri ile haşır-neşir ol, bu sana göre değil“ derler.
Alevi-Bektaşi Tasavvufu’nun sonsuz derinliği/yüceliği, Gül-Bülbül ve ikisinin arasında ki Muhabbetir. Bu muhabbet; Derviş Yunus’un, şeyhi Taptuk Emre’nin Dergâhına taşıdığı odunlarda, Kaygusuz Sultan’ın Dem’inde, Hayyam’ın kadehinde, Nesimi’nin, Harabi Baba’nın dolusunda, şah Kızıl Deli Sultan’ın Dört Köşe’sinde olduğu gibi, cümle Erenlerin-Evliyaların-Enbiyaların-Velilerin-Sultanların-Abdalların gönüllerinden- dillerinden akmıştır.
Her bülbül gülistanda ki o kızıl gülünü arar. Dalına konar gülüne ulaşana kadar muhabbet eder. Her bülbülün Güle olan muhabbeti kendi gönlünden, kendi yüreğinden, kendi dilinden olur. Aslı bir olduğu halde, „Her gönülden bir yol gider Hakk’a“ sözü bu anlamdadır.
Muhabbeti olmayan yoldan Hakk’a ulaşılmaz.
Geriye gidecek olursak eğer, Aşk’tan önce sevda, sevdadan önce sevgi gelir. Sevginin de bir öncesi beğenme, onun bir öncesi de hoşlanmadır. Merkez sevgidir. Aşağı ve yukarı kavaramlar sevginin değer dereceleridir.
Hiçbir varlık yoktur ki içinde sevgi olmasın.Yaradılanı yaradanından ötürü sevdiğimiz içindir ki, „SEVGİ BİZİM DİNİMİZDİR“.
Sevdaların şu gönlüme dar gelir
Erdir artık erdir aşkı bulayım
Sensiz olup yalnız kalmak zor gelir
Hiç olmazsa düşlerimde sarayım
Yana yana hasretinle kor oldum
Alev sardı her yanımı nar oldum
Bir sevdadan diğerine yar oldum
Doldur ahı taslarında kanayım
Ne gümüştür ne de altın muradım
Ne köşkündür ne de cennet sarayın
Kim düşünür huri ile gılmanın
Gamzen olup yanağında kalayım
Canım canı dinle n’olur sesimi
Boş bırakma uzattığım elimi
Budak Ali’n serden geçmiş serseri
Dost bağının güllerinde kokayım
Gökyüzünde turna olsam
Ötsem Ali Ali diye
Necef deryasına konsam
Yüzsem Ali Ali diye
Dikenlerde bir gül olsam
Açsam Ali Ali diye
Bülbülüme hayran kalsam
Koksam Ali Ali diye
Erenlere yoldaş olsam
Koşsam Ali Ali diye
Şu gönlüme haldaş bulsam
Coşsam Ali Ali diye
Budak Ali’m pervaneyim
Dönsem Ali Ali diye
Şah aşkına ateşteyim
Yansam Ali Ali diye
Yolumuz gözlenir karşi dağlara
Gidip bir mürşide mihman olmaya
Erenler bağında güller dermeye
Şah Kızıldeli’ye varasım gelir
Bağında bahçende açınca gülüm
Sevdanda tutuşur köz olur külüm
Sığmayıp bendine taşinca gönlüm
Damlanda deryanda coşasım gelir
Akıyor yaşlarım sellere döndü
Yakıyor hasretin bağrımı deldi
Şu ömrüm geldi de geçiyor sanki
Zamanın tez eyle himmetin gelir
Ayrılık ne zormuş aşik olana
Sürerek gelsemde yüzüm turaba
Cefana vefadır garip canımda
Uğruna ser verip ölesim gelir
Dilimde besmele özümde sensin
Dinimde imanım önümde yolsun
Nerede arasam orada varsın
Kıblemi yönüne dönesim gelir
Budak Ali’nim yanmışım özümden
Hiç kötülük geçmez deli gönlümden
Bilmem ki ne kaldı geri ömrümden
Tabuta koysalar göresim gelir
Biliyorum öyle bir deryaya daldım ki yüce kelimesi ona damla olur. Halimizce deryadan bir damla anlatmaya çalıştık ki mutlaka onda da çok eksik kaldık. Yalnız yolumuzu ve yolumuzda yaşanan güzellikleri de anlatmaya dil yetmiyor. Zaten o güzellik ile buluşulduğunda da sadece gönül konuşuyor. Çünkü O’da gönüle hitap ediyor. Dil sadece göz ile seyrediyor.
Aşk-ı Muhabbetimizle
fakir Ali Kaykı