• Aleviliğin Arapça yazılı kaynakları ve El yazmaları


    10-11 Haziran 2006’da Bremen’de gerçekleştirilen Alevi Akademisi Bilim Kurulu Sempozyumu’nda Bilim Kurulu üyesi Enis Emir‚in sunduğu bildirge şöyledir;

     

    Hz. Muhammed’in döneminden Oniki Ehl-i Beyt İmamı’nın son dönemine kadar, Alevilerin inancını ebedileştiren en önemli kitapların bazılarını tanıtmak istiyorum.

    Hz. Muhammed’in döneminden kalma en önemli iki kaynak, Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’lerdir. Hz.  Muhammed’in hayatında Hz. Ali’ye Kur’an’ın asıl metni ve iniş sebebi imla edilmişti (Ebu Ferec Muhammed bin Ebi Ya’kub el-Verrak en-Nedim (ö.380/959) “El-Fehrest”kitabında; Bu habere yakın İbn Sa’d (ö.230/809) “Tabakaat el-Kubra” adlı kitabında; Ahmed bin Abdillah Ebu Nu’aym el-İsfehaniy (ö.430/1009) “Hilyet’ul-Evliya” adlı kitabında; Suleym bin Kays el-Hilaliy (ö.76/655) “Kitabu Suleym” adlı kitabında…)

    Şia’nın ve Sünni’lerin muteber kitaplarındaki haberlere göre, Hz. Ali’nin kitap haline getirdiği bu iki ana kaynak, halife olan Ebu Bekr ibn Ebi Kuhafe ve yardımcısı ‘Umar ibin Hattab (Ömer)  tarafından red edilmişti. (Suleym bin Kays el-Hilali “Kitabu Suleym”; Ahmed bin Ebi Ya’kub el-Ya’kubi (ö.284/863) “Tarih” adlı kitabında; İbin Ceziy (ö.741/1320) “El-Tshiyl ila ‘Ulum el-Tenzil”; Celaluddin Abdurrahman bin Kemaleddin es-Suyuti (ö.911/1490) “El-İttikaan fi ‘Ulum el-Kuraan”; Ebul-Feth Muhammed bin Ebil-Kaasem eş-Şehristaaniy (ö.548/879) “Tefsir” kitabının mukaddemesinde…)

    Bu iki ana kaynak Aleviliğin temel inancını ihtiva etmekteydi. Hz. Ali bu iki ana kaynağı en yakın çevresine, Hz. Selman-ı Farisi, Hz. Ebu Zerr al-Ğaffari, Hz. Mikdad bin Esved el-Kindi Ammar bin Yaser gibi seçkin ilk Alevilere öğretmişti.

    Tarih kitaplarında aktarıldığı gibi, bu iki ana kaynağın içindeki gerçekleri, hayatını feda etme pahasına da olsa Hz. Ebu Zerr insanlara yaymaya çalışmıştı. Bu ilk Aleviler Ehl-i Beyt’in hakkını iki ana kaynak olan Kur’an’a ve doğru hadislere dayanarak kanıtlamak için zorlu bir mücadele etmişlerdi.

    İlk Alevilerin bu hareketi Ebu Bekr’i ve Ömer’i tedirgin etmişti. Hz. Peygamber’in hadisleri Kur’an’ın tefsirini ve tevilini öğretiyordu. Hz. Ali, Kur’an’ı bu şekilde hazırlamıştı: Kur’an’ı okuyan, aynı anda ayetlerin tefsirini ve tevilini de birlikte okuyordu. Ebu Bekir ve Ömer bunun ne gibi sonuçlar doğuracağını iyi bilenlerdendi. Bu yüzden Ebu Bekir halifelik makamına geçtiğinde halka hitaben şöyle demişti:

    “Sizler aranızda Peygamberin hadislerini zikrederek ihtilafa düşüyorsunuz. Sizden sonra gelecek olan insanlar, bu hadisler konusunda, sizden daha fazla ihtilafa düşecekler. Peygamberin hiçbir hadisini anmayın!!! Size bu konuda herhangi biri soru sorduğunda ona şöyle deyin: Aramızda Allah’ın kitabı var, helal kıldığını helal ve haram kıldığını da haram bilin, bu size yeterlidir!!!” (Şemsuddin el-Zehebi (ö.748/1327) “Tezkiret’ul-Huffaz”, Ebu Bekr maddesinde).

    Ömer, halifeliği esnasında hadislere karşı olan siyaseti daha bariz bir şekilde beyan etmişti. Kendisi, hadislerin böylece tefsirin ve tevilin, Kur’an açıklamasından çıkarılmasını alenen emrediyordu. (Muhammed bin Cerir el-Taberi (ö.310/889) “Tarih”; İbin Sa’d “Tabakaat’ul-Kubra”; Zehebi “Tezkiret’ul-Huffaaz”; El-Hakim el-Nişaaburi (ö.405/984) “Mustedrek” Hatib el-Bağdaadi (ö.463/964)  “Cami’ Beyaan el-‘İlm”; Abdillah bin Behraam el-Daremi (ö.255/834) “Sunen” ; Muammed bin Yezid el-Kazvini bin Maace (ö.275/854) “Sunen”; ‘İmaduddin İsmail bin ‘Umar bin Kesir (ö.774/1353)  “Tarih”…)

    Ömer bununla yetinmemiş ve yasaklara riayet etmeyenleri dayak ve başka cezalarla cezalandırmıştı (Muhammed bin Cerir el-Taberi “Tefsir”; Hakim “Mustedrek”; Suyuti “Durrel-Mensur” ve “El-İttikaan fi ‘Ulum el-Kuraan”; İbin Kesir “Tefsir”; Daremi “Sunen”; Muhammed bin Mukrim bin ‘Asakir (ö.711/1290) “Tarih”…) 

    Bu olumsuzluklara karşı, Ehl-i Beyt İmamları hayatları boyunca Kur’an-ı Kerim’in esas olan mesajını en yakın çevrelerine anlattılar. Kur’an’ın tefsirini ve tevilini oluşturan ve İslam dininin esasını aydınlatan hadisler, kitaplar halinde günümüze kadar ulaştırıldı.

    Oniki İmamlar’ın yaşamlarına baktığımızda, onlara bağlı olan o zamanki Alevilerin durumunu anlamamız daha kolaylaşır.  Hz. Ali halifelik makamına geçtiğinde, önceki halifelerin yapmış oldukları tahribatın enkazı ile karşı karşıya gelmişti. Düzensizlik ve adaletsizlik had safhaya varmıştı(Taberi Tarihi’ni incelemek yeterlidir). Hz. Ali’nin çevresinde olan Şia (Hz. Ali’ye uyanlar) Aleviler, aynı göz ile Hz. Ali’yi görmüyordu. Hz. Ali’yi görenler de onun hakkında aynı kanaate sahip değillerdi. Tıpkı Peygamber’i görenlerin hepsinin ona inanmadığı gibi, ona inanmış görünüp fakat ihanet edenlerin de olduğu gibi.

    Hz. Ali’nin ilk mücadelesi onu hiç sevmeyenlere karşı olmuştu. Nitekim onu sevmeyenler ona karşı halkı ayaklandırıp savaş yolunu açmışlardı. Bu savaşlar esnasında Hz. Ali’nin seçkin ashabının kimlerden oluştuğu da  belli oldu. Hz. Ali’de gördükleri insan üstü güce tam manası ile inananlar, Hz. Ali’nin seçkin eshabı konumuna geçtiler. Hz. Ali’nin vefatından sonra halifelik makamına geçen Hz. Hasan, toplumun ihanetine uğramıştı. Hz. Hasan toplumun isteksizliğini gördüğünde Muaviye ibn Sufyan ile barış antlaşmasına gider. Hz. Hasan’ın tek gayesi gerçek Şia’yı (Alevileri) kurtarmaktı. Antlaşmanın maddelerinden biri şu önemli şartı koşmuştu: Hz.  Ali yandaşları takib edilmeyecek ve soruşturmaya tabi tutulmayacaktı. Tarih kaynakları bu antlaşmayı tesbit etmişlerdir. Bu antlaşmaya rağmen Muaviye, Alevileri takip ettirmiş ve birçoğunu şehid etmişti. Hucr ibn ‘Adey olayı en muteber tarih kaynaklarında zikredilmiştir. Hucr ve ashabı Aleviler’in en önde gelenlerinden idiler. Kufe’de yaşayan Hucr, Hz. Ali’ye lanet okutulmasına karşı çıkmıştı.Vali’nin şikayeti üzerine Muaviye’nin emriyle Hucr ve eshabı şehid edilmişlerdi.

    Hz. Hasan devrinden sonra Aleviler saklanma dönemine girmişlerdi. İmam Hüseyin’in Kerbela’da şehid edilmesi, gerçek Alevilerin daha da gizli bir şekilde yaşamasına neden olmuştu. Bu dönemden bize ulaşan en önemli kaynak, Hz. Ali’nin ashabından olduğu bilinen ilk Aleviler’den Suleym ibn Kays el-Hileli al-Kufi’nin kitabıdır. Suleym, İmam Muhammed al-Bakır zamanına dek yaşamış ve hicretin 76. yılında vefat etmişti. Emevilerin zulmünü tatbik eden Hacac el-Zalim, Suleym ibn Kays’ı öldürtmek için takib ediyordu. Bunu fark eden Suleym, Eban bin Ebi ‘Ayyaş’ın evine sığınıp, orada saklanmıştı. Ömrünün sonuna doğru Eban bin Ebi ‘Ayyaş’a, Hz. Ali’den öğrendiklerini yazdırmıştı( İbn Nedim “Fehrest”kitabında bu haberi, 151 hicri yılında vefat eden meşhur tarihçi Muhammed bin İshak’tan almış; Şeyh Muhammed Muhsin al-Tahrani “Ez-Zeri’a ila tasanif al-Şi’a” adlı geniş çalışmasında Suleym bin Kays’ın kitabı hakkında geniş bilgi vermiştir, cilt: 2, sahife 152-159).   Bu yazılan sayfaların içeriği bizim zamanımıza dek ulaşmıştır. Suleym’in kitabından haber aktaran bazı meşhur bilginler: Hicri 345 yılında vefat eden Ebil-Hasan Ali bin Huseyn al-Mes’udi “Al-Tenbih vel-İşraf”adlı kitabında, Suleym’in kitabından alıntı yapmıştır. Hicri 260/Miladi 839 yılında vefat eden Fadıl bin Şazan “Muhtasar isbat al-Rac’a” adlı kitabında, Suleym’in kitabından haber aktarmıştır. Hicri 769 yılında vefat eden Kadı Bedreddin al-Subki “Mahasin al-Vasail fi ma’rifet al-Avail” adlı kitabında, Suleym ibn Kays’ın kitabını Şia’nın tasnif ettiği ilk kitap olarak zikretmiştir. Şia’nın en önemli kaynaklarından sayılan, Kuleyni’nin “Al-Kâfi” kitabı, Şeyh Mufid’in “Al-İhtisaas” kitabı  Suleym’in kitabındaki haberleri aktarmışlardır.

    Kerbela olayı ve sonraki olaylar da, o zamanki Alevilerin (Şia’nın) aynı samimiyet ile Ehl-i Beyt İmamları’na bağlı olmadıklarını göstermişti. Ehl-i Beyt İmamları da bu durumu en iyi bilenlerdendi.

    Hz. Ali’nin çevresinde yetişen Aleviler, Hz. Muhammed’i görüp tanıyan kişilerden oluşmuştu. Daha sonraki Aleviler de en azından Hz. Muhammed’i gören ve tanıyan Alevilerin ışığı ile aydınlanmışlardı. Hz. Ali’nin etrafında yaşayan ve onu dinleyen Aleviler, Hz. Ali’yi nasılsa öyle anlamış değillerdi. Hz. Muhammed’in zamanında durum daha farklı değildi. (Kuran’da Muhammed suresi, ayet 16: “Ve onlardan seni dinleyenler de var; sonradan yanından çıkınca kendilerine bilgi verilenlere (gerçekten inananlara), demin o ne söylüyordu derler. Onlar öyle kişilerdir ki Allah kalplerini mühürlemiştir. Onlar kendi hava ve heveslerine uyarlar. “) Hz. Muhammed’i dinleyip ona itibar etmeyen müslümanlar gibi, Hz. Ali’yi dinleyip onu anlamayan Aleviler de vardı. Bu durum sonraki Ehl-i Beyt İmamları çevresinde de değişik değildi.

    Alevilerin o zamanki durumunu bize çok iyi bir şekilde beyan eden bir olayı aktarmak istiyorum. Bir adam Hz. Ali’nin huzuruna gelip ondan makamının yüceliğine dair bir şeyler göstermesini ister. Hz. Ali o adama ve etrafta bulunanlara dedi ki:

    “Sizlere gerçek kudretimden bir nebze gösterseydim, buna dayanmayıp inkâra sapmanızdan korkuyorum.” Hazır olanlar bunda israr ettiklerinde, Hz. Ali hepsinden inkâr etmiyeceklerine ve onu tekzib etmiyeceklerine dair yeminli söz alır. Hz.Ali seçkin olan ashabından 70 kişi ile birlikte Kufe’nin dışına, sahraya çıkar. Hz. Ali oraya vardığında toplumun anlamadığı kelimelerle dua eder. Bu dua üzerine hazır olanlar yüzlerini ona doğru çevirdiklerinde etrafın türlü türlü yemyeşil bahçeler, çeşit çeşit ırmaklar ve saraylar ile dolduğunu ve bunların yanında yakıcı ateşlerin yükseldiği yerler görürler. Bu iki yerin cennet ve cehennem olduğundan kimsenin şüphesi kalmamıştı. Bunu gördüklerinde 68 kişi bunun büyük bir sihir olduğunu söyleyip verdikleri yeminli sözlerinden cayıp inkâr ederler. İki kişi sadece olanların gerçek kudretin sonucu olduğuna inanırlar. Hz. Ali bu iki kişi ile Kufe’ye geri döner. İbadet ettikleri yere vardıklarında Hz. Ali ikisinin duyduğu halde bir duada bulunur. Bu iki kişi yerin üzerindeki çakıl taşlarının mücevherlere dönüştüğünü görürler. İkisinden biri verdiği yemin sözünden dönüp gördüklerini sihir ile niteleyip inkâr eder. Geri kalan bir kişi ise yerdeki bu cevherlerden birini alıp saklar. İnsan oğlunun daha hiç görmediği bir cevheri ertesi güne kadar evinde tutar. Hz. Ali ertesi gün adamın  bunu neden yaptığını sorduğunda, o adam dedi ki : “Bu cevherin gerçek olup olmadığını bilmek için saklamıştım!!!” (Kutbeddin Sa’id bin Hibettullah al-Ravendi (ö.573/854) “Al-Haraic vel-Cerayih”; Hasan bin Suleyman al-Hilli (ö.8.hicri yüzyılı) “Muhtasar Basair al-Derecaat”; Muhammed Bakır al-Mecliysi (ö.1111/1690)  “Bihar’ul-Anvaar”; Seyyid Haşim al-Bahrani (öl.12.hicri yüzyılı) “Mediynet’ul-Me’aciz”)

    Hz. Ali’nin en yakın ashabları arasında da Ali hakkındaki görüşler aynı olmamıştır. Şia’nın gruplaşmasındaki en önemli faktör, imamlara olan bakış açılarında ortaya çıkan farklılaşmadır. Bu nedenle İmamlar’ın gerçek mahiyetini bilenler azınlıkta kaldı. Önemlisi ise bu azınlığın bildiği gerçekleri, kendi toplumundan gizlemeye çalışmış olmalarıdır. İmamların devrinden kalma, bu gizliliğe işaret eden çok sayıda değinme var. Bu bilgilerin ortaklaşa ifade ettiği değerlere en önemli kaynaklardan örnekler vermek istiyorum.

    İmam Muhammed al-Bakır, ashabına hitaben şöyle buyurmuştur:

    “Allah’ın elçisi (Hz. Muhammed) buyurdu ki : Al-i Muhammed’in (Ehl-i Beyt’in) hadisi (hakikati) zorun zorudur. Al-i Muhammed’in hakikatine, ancak Allah’a yakın olan bir melek veya Allah tarafından haber alan bir Peygamber veya kalbi iman ile sınanmış halis müminler iman edebilirler. Al-i Muhammed’in hakikatlerinden size bir haber ulaştığında onu anlayıp ve kalpleriniz de onu kabullenirse kendinize alınız. Şayet kalpleriniz bu hakikate tahammül etmez ve size ağır gelirse, bunu Allah’a, Peygamber’ine ve Al-i Muhammed’in alimine (imamına) bırakınız. Bu hakikati duyup ona tahummül edemeyen ve inkâr edip: Allah’a yemin olsun ki bu hakikat değildir, bu hakikat değildir, diyenleriniz helak olacaktır. İnkâr etmek küfrün ta kendisidir.” (Bu haber aynen, biraz değişik kelimelerle veya muhtasar olarak İmam Ali bin Ebi Talib, imam Ali Zeynunabidin ve imam Ca’fer al-Sadık’tan nakledilmiş (Kuleyni “Al-Kafi” c:1, s:401; Ebi Mansur Ahmed bin Ali al-Tabrasi “Al-İhticaac”  c:1, s:175; Ebi Ca’far Muhammed bin Ali İbn Babuveyh al-Kummi al-Saduk “Al-Aamali” veya “Al-Mecaalis”s:1-4 ve  aynı müellifin “Ma’ani al-Ahbar” s:188; Ebi Abdullah Muhammed al-‘Ukbari al-Bağdadi Şeyh Al-Mufiyd “Al-İhtisaas” s:163; Ebi Ali Fadıl bin Hasan al-Tabrasi “İ’laam al-Vara” s:435 ; Muhammed al-Bakır al-Mecliysi “Bihar’ul-Envaar” c:2 , s:182-212 ve başka yerde; Al-Radiy Muhammed bin Huseyn bin Musa “Nahc’ul-Balağa”  İbin Ebil-Hadid şerhi cilt: 6 s: 182 , c:7 s:99, c:13 s:104-107; Sa’d bin Abdullah al-Kummi “Basair al-Derecaat” s:30-36 ; Ebi Kaasem Furat bin İbrahim al-Kufi “Tefsir Furat al-Kufi” s.114 ve 425; Suleym bin Kays al-Hilali al-Kufi “Kitab Suleym” s:555-561; Reşideddin Muhammed bin Ali ibn Şehraaşub “Menakib Al Ebi Taalib” c:4 s: 238 …) 

    Bu meşhur haberde görüldüğü gibi Al-i Muhammed’in sırrı herkesin kalbine sığmıyordu. O zamanki Aleviler’in arasındaki ihtilafı daha açık bir şekilde bize aktaran bir haberi daha zikretmek istiyorum.

    İmam Ali bin Ebi Talib en yakın ashabı ile beraber meclisinde  otururken, ona dediler ki:

    ”Ey müminlerin emiri, bize hakikattan haber etseydin.” İmam Ali dedi ki: “Eyvah size! Benim sözüm zorun zorudur, bunu ancak bilginler anlıyabilir!” Hazır olanlar dediler ki: “Bize haber etmende ısrarlıyız.” İmam Ali dedi ki : “Beni takib edin!” imam Ali adamlarla evin içine girdiğine şöyle dedi:

    “Benim yücelerin yücesi olup kahreden! Benim ölüleri diriltip ihya eden! Benim dirileri ölü kılan! Benim her şeyden evvel olan evvel, benim her şeyden sonra son(ahir) olan! Benim görünen, benim gizli olan !!!”

     Adamlar bunu duyduklarında: “Kafir oldu!” deyip evden dışarı çıkmak için kapıya doğru yürüdüler. İmam Ali kapıya hitaben dediki:

    “Ey kapı! Dışarı çıkmalarını engelle!” Kapı kapandığında Hz. Ali adamlara hitaben dediki:

    “Ben sizlere sözlerimin zorun zoru olduğunu ve ancak bilginlerin bunu anlıyabileceğini söylemedim mi? Bana doğru gelin de size sözlerimi tefsir edeyim. Size, benim yücelerin yücesi olup kahreden, dedim. Ben bu kılıcım ile üzerinize galip gelerek sizleri kahrettim, ancak böylece Allah’a ve Peygamber’ine iman etmiş oldunuz. Size, ihya eden ve öldüren benim dedim. Ben, Allah’ın yolunu ihya ettim ve  sapıklığı öldürdüm. Evvel olduğumu söyledim, ben ilk olarak Allah’a iman eden ve İslam olanım. Son olduğumu söyledim, Peygamberin cenazesini son görüp defneden bendim. Görünen ve gizli olan benim dedim, görünen ve gizli olan ilim bendedir, anlamında söyledim!!!” Adamlar bu tefsiri duyduklarında: “Üzerimizdeki ağırlığı gidermiş olup bizi rahtlattın, Allah seni de rahatlatsın” dediler.  (Şeyh Mufid “Al-İhtisas” s:163 ; Mecliysi “Bihar’ul-Envaar” c:42, s:189)

    İlk Alevilerin drumunu bu ilginç olay ile irdelemek mümkündür. Hz. Ali’nin sözleri gayet açık ve nettir. Buna rağmen bazılarının bunu anlamaması doğaldı. Nitekim Hz. Ali’nin sözlerini ancak bilgin olanlar anlıyabilirdi. Bu gerçeğe dayanarak Alevileri iki ana gruba ayırmak mantıksal açıdan yanlış olmaz:

    Birinci grup: İmamların sözlerini ve gösterdikleri olağanüstü, insanüstü failiyetleri (mucizeleri) anlamayan, yerli yerine koyamayan kişiler.

    İkinci grup : İmamların sözlerini ve failiyetlerini derece derece anlayan bilginler.

    Bilginlerin içinde bilgiyi basamak basamak anlayanların olduğunu beyan eden bir haberi aktarmak istiyorum. Bu haber İmam Ali, İmam Ali Zeynul Abidin, İmam Muhammed al-Bakir ve İmam Ca’fer al-Sadık tarafından alınmıştır. Haberin metni şudur:

    “Allah’a yemin olsun ki Ebu Zer, Selman’ın kalbindeki sırrı bilseydi onu öldürürdü. Allah’ın elçisi (Allah’ın selamı ve duası ona ve Ehl-i Beyt’i üzerine olsun), Ebu Zer ve Selman arasında kardeşlik bağı kurmuş olmasına rağmen halleri buydu.. Artık geri kalan insanların durumunu nasıl zannedeceksiniz düşünün!? Alimlerin ilmi zorun zorudur, bunu ancak ona vahiy gönderilmiş bir peygamber veya Allah’a yakın bir melek veya Allah’ın onun kalbini iman ila sınamış olduğu bir mümin taşıyabilir. Selman bizden Ehl-i Beyt’ten olduğu için onu alimlere intisab ettim.” ( Kuleyni “Kafi” c:1, sahife:401; Şeyh Mufid “Al-İhtisaas” s:12; Sa’d bin Abdullah al-Kummi “Besair al-Derecaat” s:25; Ebi ‘Amr Muhammed bin ‘Umar al-Kaşşi “Ricaal al-Kaşşi” S.17 ve 26; Mecliysi “Bihar’ul-Envaar” c:2, s:190; Seyyid Haşim bin İsmail al-Bahrani “Ravdat’ul-Va’iziyn” c:2 , s:281)

    Bu haberden anlaşıldığı gibi imam Ali devrinde yaşamış olan en seçkin Aleviler arasında , İmamlar’a yönelik tedrici bir bilgi mevcuttu. İman, kabullenme, Ehl-i Beyt’e yönelik olan görüş ve bilginin mesafesi ile ölçülmüştür. Bunu teyid eden bir haberi daha aktarmak istiyorum. İmam Ca’fer al-Sadık’tan, dedi ki:

    “İman (kabullenmek), bir merdiven misali on basamaktan ibarettir. Bu merdiven basamak basamak çıkılır. Bu merdivenin üzerinde, birinci basamakta duranlar, ikinci basamakta olanlara: sen hiçbir şey üzerinde durmuyorsun (kıymetin yok) demesin. Bunu, daha yukarıdakilere de söylemeyiniz! Sizden daha altta olanları da sakın (küçük) düşürmeyiniz. Bunu yaparsanız üzerinizdekiler de sizi düşürür! Sizin altınızda olanları görürseniz onları dostça kendinizin düzeyiine getirmeye çalışınız. Bunu taşıyamayacağını görürüseniz, ona yüklenmeyiniz! Aksi takdirde onu kırarsınız. Bir mümüni kıran, onu bir daha tamir etmeye (gönlünü almaya) mecburdur! Mikdad (bin Esved al-Kindi) iman merdiveninin sekizinci basamağındadır; Ebu Zer dokuzuncu basamağında ve Selman ise onuncu basamağındadır.” (Kuleyni “Kafi” c:2, s:44 ; Şeyh Saduk “Al-Hisaal” c:2, s:447-448 ; Mecliysi “Bihar’ul-Envaar” c:22, s:341 ve 350; Seyyid Haşim Bahrani “Ravdat’ul-Va’iziyn” c:2, s:281; Muhsin bin Hasan al-A’raciy al-Kazimiy “Vesail’ul-Şi’a” c:16, s:162)

    İmam Ca’fer, müminler arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğine dair çok güzel bir şekilde işaret etmiş. Ehl-i Beyt’e yönelik, Aleviler’in arasındaki görüş ve bilgi farklılığının hoşgörü ve dostluk içinde kabullenilmesi istenmiştir.

    Bu istenilen hoşgörü ve dotluk, tarihin akışı içinde gerçekleşti mi?

    İslam tarihini incelediğimizde, müminlerin (kabullenenlerin) arasında hoşgörünün ve dostluğun yerine, düşmanlığın, horgörüşün, iftiranın, baskının ve zulmün yer aldığını görüyoruz.

    İslam tarihinin ilk yüzyılında Ehl-i Beyt’e karşı yapılan savaşları ve zulümleri kaydeden en eski kaynaklar bütün insanların gözleri önündedir. Bu hakikatın ışığı altında sonraki zamana bakmanın daha doğru olacağı kanısındayım.

    Ehl-i Beyt’e uyanlar ve uymayanlar, Alevi olanlar ve olmayanlar:

    Ehl-i Beyt’e uymayanların ana kaynaklarına baktığımızda, Ehl-i Beyt’e uyanlara karşı horgörüsüzlüğü, iftirayı ve yalanı görmekteyiz. Örneklerin hepsini sıralamaya yerimiz yetmez.. Sadece en önemli hadis bilginlerinin kitaplarına değinsek, gerçekleri görebilmek için yeterli olacağı kanısındayım.

    Sünniler’in (Ehl-i Beyt’e uymayanları) ana kaynaklarının başında gelen “Sahih-i Buhari” veya “El-Cemi’us-Sahih” olarak bilinen Ebu Abdillah Muhammed bin İsmail el-Buhari’nin (öl.256/870) kitabında, imam Ca’fer el-Sadık, hadisi kabul edilecek biri olarak görülmemiş. Bu gibi sünni ana kaynaklarda takib edilen metodları, aşağıda sıralamış olduğum şekilde  tesbit etmek mümkündür:

    a) Hadisi rivayet edenler Alevi ise;

    b) Bu kişiler Ehl-i Beyt’in imamlarını, imamet makamının hak sahipleri olarak görürlerse;

    c) Ehl-i Beyt’in, Ebu Bekr, Ömer, Osman ve yardakçılarından daha faziletli olduğunu ifade ederlerse;

    d) Ehl-i Beyt’in hakkı’nı gasb edenleri ve onlara zulmedenleri zemederlerse;

    İşte bu kişiler Sünni hadis metotunda: Terkedilmiş, yalancı, iftiracı, zayıf, uydurmacı, rafizi … olarak belirlenir ve hadislerine itibar edilmez.

    Şia’nın metot kitapları, hadisleri aktaran bazı Alevi kişiler hakkında, sünnilerin metotu gibi işlenmiş.

    Şia’nın rical (hadisleri aktaran kişileri araştırma metotu) kitaplarındaki tesbitleri şöyle sıralıyabiliriz:

    a) Ehl-i Beyt’e aşırı derecede(!) yücelik verenler;

    b) Mevcut olan şeriat düzeninin getirdiklerini sorgusuz bir biçimde benimsemeyenler;

    c) Kalıplaştırılmış bazı değerleri olduğu gibi kabul etmeyenler;

    Bu kişiler Şia’nın (Alevilerin) metot kitaplarında: Aşırı olanlar, yalancılar, uydurmacılar, imamlara iftirada bulunanlar, yoldan çıkanlar… Olarak belirlenmiş ve buna dayanarak ta hadislerinin çürütülmesi için çaba harcanmıştır.

    Birinci ve ikinci hicri yüzyılındaki önde gelen Alevi kişilere yönelik yapılan çürütme çabalar:

    Hadisleri çürütülmek üzere hedef seçilenu bazı marifet ve hakikat sahibi Alevi büyükleri:

    Mufaddal bin ‘Umar el-Cu’fi

    İmam Ca’fer es-Sadık’ın ashabından.

    Cabir bin Yezid el-Cu’fi

    İmam Muhammed el-Bakır ve imam Ca’fer es-Sadık’ın ashabından.

    Muhammed bin Sinan ez-Zehiriy

    İmam Musa el-Kâzım’ın eshabından.

    Bu tesbiti, aşağıda sıraladığım rical ve hadis kitaplarında görebilirsiniz:

    1. Ebi ‘Amr Muhammed bin ‘Umar bin ‘Abdul’aziz  el-Kaşşi (öl. 4.hicri yüzyılı) “Ricaal el-Kaşşi”

    2. Ebi ‘Abbas Ahmed bin ‘Ali bin Ahmed el-Neccaşi (ö.5. hicri yüyılı) “Ricaal en-Necaaşi”  

    3. Ebu Huseyn Ahmed bin Ebi Abdillah el-Ğadairi (ö.5.hicri yüzyılı) “Ricaal bin Ğadairi”

    4. Ebu Ca’far Muhammed bin Babuveyh el-Kummi (ö.381/960) “El-Fakiyh”

    Örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür.

    Bütün olumsuzluklara rağmen, Şia’nın önemli sayılan bazı kitaplarında Ehl-i Beyt’in yüceliğini ve hakikatini beyan eden haberler günümüze kadar gelebilmiştir.

    Aynı durumu Sünni ana kaynakları için de söyliyebiliriz. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, bazı Sünni ana kaynalarında Ehl-i Beyt’in hakkını tesbit edecek gerçekler bize kadar gelebilmiştir.

    Bütün zorluklara ve olumsuzluklara rağmen bize ulaşabilen, çalışmamın esas konusu olan Alevi kitaplarının bazılarını kısa bir şekilde tanıtmak istiyorum:

    1. “Kitabu Suleym”

    İmam Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin, İmam Ali Zeynulabidin ve İmam Muhammed el-Bakır’ın ashabından olan Suleym bin Kays el-Hilaliy el-‘Amiri el-Kufi’nin (öl.76/655) kitabı. Bu kitapta İslam tarihinin ilk yüzyılındaki en önemli olaylar tesbit edilmiş. Tevella ve teberra’nın sebebini ve  tarihini İmam Ali ve geri kalan imamlardan öğrenmiş ve kitabında tesbit etmişti. Şia’nın en mutebber kitapları, bu kiabın verdiği bilgilerden ışık alarak tarihi olaylara aydınlık getirmişlerdir. Kuleyni (öl.328/907)“El-Kafi” kitabında Suleym’in haberlerini aktarmıştır. Kaşşi (öl.4. hicri yüzyılı) kitabında, Ehl-i Beyt İmamları’nın Suleym’in kitabını tavsiye ettiklerini nakletmiş. Bu konuya dair çok geniş bilgiyi veren “El-Zeri’a ila tasaniyf el-Şi’a” kitabıdır(cilt:2; sahife:152-159). Bu kitap basılı olarak yaygın ve meşhurdur.

    2. “El-Heft el-Şerif min fadail mevlana Ca’far es-Sadek”

    Bu kitap, imam Cafer el-Sadık’ın ashabından olan Mufaddal bin ‘Umar el-Cu’fi (ölümü hicri 2. yüzyılı) tarafından, İmam Ca’fer el-Sadık’ın imlası ile  yazılmıştır. Bu kitapta tevhid, marifet ve hakikat açısından zahiri ve kısmen batini olarak  açıklanmış.Yaratılışın başlangıcı ve varlığın sırrı hakkında bilgi verilmiş. Bu kitap çok sayıda basılmış olup yaygındır.

    3. “Tevhid al-Mufaddal”

    Bu kitap, imam Ca’fer el-Sadık tarafından Mufaddal bin ‘Umar’a imla edilmiştir. Bu kitapta tevhidin esasına beyan getirilmiş. Marifet ve hakikatin batini açısına, bu ilmin ilk kapısından özün sırrına işaret edilmiş. Bu kitap değişik ülkelerde basılmış olup meşhurdur.

    4. “El-Ehliylecet fi el-Tevhid”

    Bu risaleyi imam Ca’fer el-Sadık, Mufaddal bin ‘Umar’ın sorduğu sorulara cevap olarak yazmıştı. Tevhidi ve Allah’ın varlığını beyan eden risale. Bu risale “Bihar’ul-Envaar” kitabında basılmış olarak günümüze yetişmiştir.

    5. “El-Hidayat’ul-Kubra”

    Bu kitap, Ebi Abdillah Huseyn bin Hamdan el-Hasiybi (öl.346/925) tarafından yazılmıştır. Kendisi imam Hasan’ul-Askeri’nin vefat ettiği yılda dünyaya gelmiş ve imam Muhammed el-Mehdi’nin ğaybeti (gizlendiği) zamanında yetişmiştir. İmam Hasan el-Askeri’nin ilminden yararlanmış bilginlerden feyiz almıştı. Bu kitap değişik tarihlerde basılmış ve günümüze kadar gelmiştir.

    Ehl-i Beyt İmamları devrinden günümüze kadar yetişen kitapların hepsini tanıtacak olursak, yüzlerce sayfa bu bilgiyi aktarmaya yetmezdi. Daha geniş bilgi edinmek isteyen, Şia’nın (ilk Alevilerin) kitaplarını tanıtan, 28 cilten oluşan “El-Zeri’a ila tasaniyf el-Şi’a” adlı değerli çalışmaya bakabilirler. Bu geniş çalışmada basılı kitapların el yazma nüshalarının nerede bulunduğuna dair bilgiler mevcuttur.

    Enis Emir