10-11 Haziran 2006’da Bremen’de gerçekleştirilen Alevi Akademisi Bilim Kurulu Sempozyumu’nda Bilim Kurulu üyesi Dr. Krisztina Kehl-Bodrogi’nin sunduğu „Alevilerin Almanya’daki Tanınma Politikası ve Din Dersi Konusu“ başlıklı bildirgesi şöyledir:
Dr. Krisztina Kehl-Bodrogi
Almanya’da Aleviler kolektif olarak, ilk defa 1989’da Hamburg’da düzenlenen “Alevi Kültür Haftası” ile kendilerini gösterdiler. Bu etkinlik hem Türkiye’de, hem Almanya’da Alevilerin örgütleşmesinin başlangıcı olmuştur. Yeni kurulan derneklerin en etkinleri başlangıçta halâ sol gelenek ve söylemler içine sıkışmış olan “Alevi Kültür Merkezleri” idi. Daha çok dinî ve genellikle Türk milliyetçiliği ile özdeşleşmiş topluluk üyeleri kendi organizasyonlarını kurdular. Bununla birlikte yukarıda ele alındığı gibi, Aleviliğin farklı yorumlarını benimseyen fraksiyonlar diasporada da yer buldu.
Almanya’daki Alevi derneklerin politikası, hareketin ilk yıllarında Türkiye’ye odaklaştı. Bu durum, sadece Türkiye ve Almanya’daki örgütler arasındaki sıkı bağlardan belli değildir. Almanya’da derneklerinin, çoğu zaman Türkiye’deki Alevi hareketin önde gelenlerin de katılımıyla düzenlediği etkinliklerde daha çok Türkiye ağırlıklı konular – Alevilerin sosyal ve siyasal durumu, Diyanet ve din dersleri gibi – gündeme alınırdı. Gurbetteki Aleviler memlekettekilerin tanınma mücadelesini desteklenirken, diasporada resmen tanınmaya ve din derslere yönelik faaliyetler ancak 1998’dan sonra ağırlık kazanmaya başladı. Bu gelişmenin, Almanya’da İslam’ın din olarak resmen tanınması ve okullarda İslâmî din dersleri uygulamasının kamuoyunda ve medyada çok şiddetli tartışıldığı zamana denk düşmesi – aşağıda anlaşılacağı gibi – tesadüf değildir.
1977 yılından beri Almanya’daki Sünni cemaatler, Hıristiyan kiliseleri örnek göstererek, kendilerin yönetiminde devlet okullarında din derslerinin verilmesi için çaba göstermektedirler. Ancak bu organizasyonlar her defasında dini toplum olarak tanınma konusunda engellerle karsılaştılar. Almanya’da okullarda verilen din dersleri resmen tanınan dinî cemaatlerinin yetkisindedir. Dolayısıyla, uzun süredir sadece iki büyük Hıristiyan kilisesi din dersleri verebiliyordu. Ancak yakınlarda bu hak Yahudi toplumuna da verilmiştir. İslam’ın kurumsal ve hukuksal olarak yerleşmiş dinlerle bir tutulması için uzun tereddütlerin olmasının özellikle iki nedeni vardır. Birincisi, tanınma kriterlerinin Hıristiyan kiliseleri modeline göre olması, bunun ise İslam gibi bir dine uygulanamamasıdır. Örnek olarak dinî topluluk için “yönetim birliği, dini konsensüs, inanç sorunlarında temel söylemler üzerinde bağlayıcı açıklamalar ve bu söylemlere dayalı bağlayıcı bir otorite” talep edilmektedir. Diğer taraftan İslam’ın resmen tanınması durumunda, öğretisi ve pratiğinin anayasal değerlerle uyuşmayacağı şüphesi gibi politik kaygılar da bulunmaktadır. Şimdiye kadar din derslerine izin verilmesi için uğraşan bütün İslâmî grupların kökten dincilikten inandırıcı olacak kadar uzaklaşamadığı düşüncesi hakimdir.
Berlin İdari Mahkemesi bu kaygıları dikkate almayarak Berlin İslam Federasyonunu, yirmi yıldan fazla süren bir hukuk mücadelesinden sonra 1998’de dinî cemaat (Religionsgemeinschaft) olarak tanıdı ve Berlin okullarında din dersleri vermesi hususunda yetkili kıldı. Eğitim yönetimleri tarafından bu karara yapılan itirazlardan sonra, 2000 yılının Şubat ayında karar Federal İdari Mahkemenin Asliye Hukuk dairesi tarafından onaylandı. Böylece hakimler Müslüman çocukların din derslerinde de anayasal olarak eşit haklara sahip olduğunu tanımış oldular. Eğitim ve Bilim Sendikasının (GEW), birçok laik Türk örgütlerin ve okul yönetimlerinin sert eleştirilerine rağmen, İslam Federasyonu 2001 yılının sonbaharında Berlin’de iki okulda derse başlayabildi. Karara karşı olanlar, Milli Görüş ile bağlantılı olan İslam Federasyonunun İslam dini dersleri vermesiyle okullara demokrasi düşmanı, kökten dinci fikirlerin taşınacağından korkuyorlardı. Bütün bu gelişmelerin sonucu olarak, yabancılarla sorumlu siyasi otoriteler de Müslüman çocuklarının bugüne kadar ihmal edilen dinî eğitiminin sorunu ile ciddi bir şekilde ilgilenmeye başladılar. ‘İslam dersi’ konusu 2000 yılından beri devletin yabancılara yönelik politikasında merkezi bir önem taşıyor.
İdari Mahkemesinin İslam Federasyonu lehine verdiği karar Alevileri de harekete geçirdi. Olaydan birkaç ay sonra Anadolu Alevileri Kültür Merkezi (AAKM) de Berlin’de eğitim makamlarına Alevi din dersleri verilmesi için başvuruda bulundu. Kısa bir süre sonra, Almanya Alevi Federasyonu (AABF) da, kendine bağlı derneklerin adına üç başka eyalette aynı talepte bulundu. Alevileri örgütlerin bu talebi, bir yandan kolektif kimlik tanımında dinin son yıllarda kazandığı önemi göstermektedir. Ama aynı zamanda bu talep kamusal alanda tanınma çabasından ve hiç olmazsa diasporada Sünnilerden farklı uygulamaya ya da ayrımcılığa uğramama isteklerinden kaynaklanmaktadır: “Sünnilerin din dersi varsa, biz de din dersi istiyoruz!” Dindar olmayan – ve hattâ laik bir devlette okullarda din derslerin yer almamasının gerektiğini öne süren – Aleviler bile bu çıkarsamayla derneklerinin din dersi talebini desteklemektedirler. Burada Alevi din dersi genç kuşağın kimliğinin oluşturulmasına yardımcı bir araç olarak görülmektedir.
Din dersi konusunda Alevilerin şansı Alman anayasasının ‘eşit uygulama prensip’inde yatıyor. Ülkede çünkü Protestan ve Katolik çocuklara mezheplerine göre ayrı din dersi veriliyor. Bir kere okullarda dinî cemaatlar tarafından İslam dersi de okutulursa, Hıristiyanlar için geçerli uygulamanın Müslümanlar için de geçerli olması talep edilebilir. Bunun için ki, Aleviliği dış dünyaya İslam’ın bir mezhebi olarak tanıtmak, Alevi din dersi konusunda kolaylaştırıcı bir unsur sayılabilir. Kanunen tanınma talebi, Alevi dernekler arasında ve içinde Aleviliğin tanımı üzerindeki içsel görüş ayrılıkları bu süreç içinde arka plana atılmıştır. Alevilik ne tarihsel, ne de içerik olarak İslam içinde yer alıyor” ya da “Alevilik dinî bir grup değil“ gibi ifadeler bundan böyle bariz bir şekilde azalmıştır.
Berlin AAKM’nin Alevi din dersleri sorumluluğu için verdiği dilekçe iki yıllık incelemeden sonra, 2002 yılının Nisan ayında eyalet hükümetince kabul edildi. İslam Federasyonunun aksine eyalet hükümeti, derneğin dinî topluluk kriterlerini yerine getirip getirmediğinin mahkeme tarafından kontrol ettirilmesinden vazgeçmiştir. Kabullenmenin tek koşulu olarak, dernek tüzüğüne bir paragrafın eklenmesini istenmiştir. Bu paragrafa göre, derneğe sadece Alevi inancını kabullenen kişiler üye olabiliyor. Senato burada, üst idari mahkemenin İslam Federasyonu hakkındaki kararına atıfta bulunmuştur. Buna göre, dini bir topluluğun yapısal özelliği, insanların dinî bir anlayış temelinde bir araya gelmesidir.
İslam Federasyonu vasıtasıyla Türkiyeli çocuklar üzerinde kökten dinci bir doktrinin etkisi korkusu sürerken, Alevilerin başvurusu kamuoyunda olumlu bir yankı bulmuştur. Bunda Alevilerin liberal ve kökten dinci eğilimleri olmayan Müslümanlar olarak görülmesi rol oynamıştır. Medyadan anlaşıldığına göre, Senato da “Alevi din derslerinin, tartışmalı İslam Federasyonu’na rakip bir ders” olacağından umut etmiştir. Berlin Eğitim ve Bilim Sendikası da, konu ile ilgili basın açıklamasında Alevi din derslerini “kökten dinci İslam’ın görünümüne aktif bir karşı koyma” olarak nitelemiştir. Berlin kamuoyu ve medyası Alevi din dersleri genelde bir çeşit liberal Kur’an dersleri olarak algılıyor. Örnek olarak Berliner Zeitung, AAKM’nin başvurusunu “Aleviler okullarda Kur’an öğretmek istiyor” başlığı ile verdi. Aynı gazete, iki yıl sonra Alevilerin doğrudan vereceği “Kuran dersi“ için şu başlık altındaki haberi yayınlanıyor: “Liberal İslam taraftarları Kur’an öğretiyor.” Bu tür ifadeler, toplumun çoğunluğunda temelde yaygın olduğu gibi, kuşkusuz Aleviliği bilmemekten kaynaklanıyor. Derslerle ilgili öğretim planına bakıldığında derste Kur’an’a merkezi bir yer verilmediği anlaşılacaktır. Buna rağmen, Alevilerin bilerek veya bilmeyerek “kökten dinciliğe” karşı yürütülen mücadelede araç olarak kullanılabilecekleri izlenimi bırakıyor. Burada, kendilerine yöneltilmiş bu beklentiler ve üzerlerine yapılan bu tartışmalar Alevilerin kendi hakkındaki fikir ve imajları ne derece etkileyeceğinin sorusu ortaya çıkıyor.
Almanya’da dinî bir topluluk olarak kanunen tanınmak istemesi, Alevi hareketin içinde inanç merkezli söylemi güçlendirdi. Bu söylem, Almanya’da resmen tanınma çabalarında öncülük eden kültür merkezlerinde kısa süre öncesine kadar sadece marjinal bir rol oynamıştır. Hukuki çerçevedeki koşullara uyma baskısı Aleviliği uzun dönemde ne şekilde etkileyeceği sorusuna henüz cevap verilmez. Ancak resmen tanınma ile – en azından kanunen – hem sosyal hem de dini kavramlar üzerine kurulmuş bir topluluk olan Alevilik dinî bir topluluğa dönüşür. Berlin’de olduğu gibi, bir Alevi derneği dinî grup olarak tanınmaktan sonra, teoretik olsa bile, doğuştan Alevi olan ama dini reddedenleri mesela üyeliğe kabul edemez.
Dressler’in belirttiği gibi, “Alevi örgütlerinin tanınma retoriği Türkiye’deki 1980 askeri darbesinin ardından başlayan din olgusunun öneminin artırılmasının bir sonucudur. “ (Dressler 2002:189) Almanya’da da Aleviler arasında gözlenen, kendilerini eskiye göre daha çok dinî kategoriler içinde kamuoyuna tanıtmak eğiliminin, göçmenlik üzerindeki tartışmalarda İslam konusunun ağırlık kazandığı bir zamana denk gelmesidir. Kaya, 1980’li yılların sonlarında Alevilerin öne çıkmasını politik temsil isteyen bir azınlığın stratejisi olarak görüyor. Ona göre o zamanlar Almanya’da hakim olan çok kültürlülük (multiculturalism) söylemi, Alevileri de kendi kültürel faklılıklarına karşı duyarlı kılıyordu: “çok kültürlülük, azınlıklar arasında kültürel düzenlemeye ve etnik alanda yeniden dirilişe öncülük edebilir veya güç verebilir.” (Kaya 1998: 46) Aynı şekilde Alevilerin kamuoyunda tanıtımında „kültür”den “din”e geçiş, göçmen politikasının ağırlık noktası 1990’lı yılların ortalarından itibaren de „kültür”den “din”e geçişe paralel bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Kimlik söylemlerinin değişimi, Ireland tarafından geliştirilmiş institutıonal chanalling (kurumsal yönlendirme) teorisi ile de açıklanabilir. Ireland’a göre, yabancı işçi alan ülkelerin yasal ve kurumsal koşulları göçmenlerin siyasî stratejileri belirlemektedir. (aktaran Kaya 1998:25)
Bunun dışında, Almanya’daki tanınma hedefine ulaşılması, Türkiye’de benzer bir gelişme umuduna bağlıdır: “Bizim en önemli hedefimiz Türkiye’de yasallaşmaktır. Almanya’daki din dersi uygulamaları bu yönde atılan önemli bir adımdır. Burada bir kere tanındığımız takdirde, Türkiye kimliğimizi inkar etmeye devam edemeyecektir.” Alevi hareketinin solcu ve ateist mensuplarının da din dersi konumunu desteklemesi, kanaatimizce genel tanınma ile ilgili bu umutta yatıyor.
Ancak din dersi uygulamasına yönelik istek, sadece stratejik düşüncelerden doğmamıştır. Alevilerin bir çoğu, yeni kuşağa dinî içerikli bilgiler verilmediği takdirde, kolektif kimliğin korunamayacağı sonucuna varmaktadır. Bunlar, demokrasi, hoşgörü, insan hakları ve laiklik gibi değerlere atıfta bulunmak, bu değerleri aynı şekilde kendi değerleri olarak tanımlayan laik ve demokratik bir toplumda farklı bir grup kimliğini yaşatmak ve dış dünya için inanılır kılmaya yeterli olmamasının farkına varmaktadırlar. Dernekler dinî bilgilerin verilmesinde ortaya çıkan boşluğu kapatamadılar. Alevi inancını tam bilmeyen ana baba kuşağı da bu konuda çocuklarına yeterli bilgi veremiyor. Okullardaki din derslerinin buna çare olması umuluyor. AABF’nun bir açıklamasına göre: “Almanya’da devlet okullarında Alevi inancına ilişkin öğretimin verilmemesi, çocukların Alevi inancına, ailelerine, Alevi kültürüne uzaklaştıracağı anlamına gelmektedir.” Din dersleri ile ulaşılmak istenen hedefler arasında “kimliğin teşekkülü” kavramının kullanılması tesadüfi değildir.
Okul eğitimi, şüphesiz Aleviliğin heterojen (çoğulcu) inanç kuramlarının ve öğretilerin standart hale getirilmesi eğilimini güçlendirecektir. Bir çok kişi bu çeşitliliği haklı olarak Aleviliğin temel özelliği olarak anlasa ve ondan vazgeçmek istemese de, bunu okulda verilecek bilgiler çerçevesinde muhafaza etmek mümkün olmayacaktır. Son yıllarda çıkan sayısız Alevi yayını da, yorumların tüm farklılığına rağmen belirli oranda farklılığın giderilmesini desteklemektedir.
Alevilik okulda ders olarak okunduğu zaman, onun gizli inanç öğretisinden açık (public) bir dine dönüştüğü onaylamış olacaktır. Bununla uzun vadede Aleviliğe aidiyette topluluğa doğumla mensup olmaktan vazgeçip geçilmeyeci henüz belirlenmemiştir. Bu soru açık bir şekilde Alevi hareketi temelindeki tartışmalarda henüz ciddi ve açık bir şekilde ele alınmamaktadır. Alevilik dersi ile, „sır vermemek” geleneği de tamamen ortadan kalkmaktadır. İnanç öğretileri gizlemekten vazgeçmekle, endogamiden (grup içindeki evlilik) sonra geleneksel Alevilikte „biz“ ve „öteki“ arasındaki sınırları belirleyen bir başka faktör ortadan kalkmaktadır. Gizliliğe katılım, gruba ait olmayı göstermiştir ve grup üyelerine onların olumlu gördükleri özel konumlarını veriyordu. Bu, sosyal yaratıcılık olarak yorumlanabilir ve yaşanan küçük görülmeyi telafi edebilmiştir.
Modern Alevilik geleneksel bilgi aktarımının yerine geçebilecek topluluk içi eğitim kurumlarını gerçekleştiremedi. Bunun için, okul dersleri uzun süre için bilgi aktarmanın tek olanağını temsil edecektir. Aynı zamanda ders programında dikkate alınmayan inanç geleneklerin zamanla marjinalleştirilmesi ve sadece okullarda öğretilen dinî içeriklerin devam etmesine yol açabilir. Ama belki de Aleviliğin “yol bir sürek bin bir” olarak bilinen çok eklemliliği (segmentarism) öğretinin standartlaşmasını bundan sonra da engelleyebilecek.
Din dersleri Berlin okullarında görev yapan Alevi kökenli öğretmenler tarafından vermektedir. Böylece geleneksel dini otorite sahibi dedelerde, daha önce meydana gelen anlam kaybı daha da güçlenecektir. Dünün kutsal şahsiyetleri modern Alevilikte daha cok sembolik figür haline gelmişlerdir. Onların, kimliğin yeniden tanımlanmasında din bilgilerini aktaran ve yorumlayan kişiler olarak eski otoritelerini kaybetmişlerdir. Modern Alevilik sadece siyasi ve sosyal otoriteyi değil, aynı zamanda dinî otoriteyi de dedelerden alıp taliplere vermiştir. Onların arasından da, bugün Aleviliğe yeni biçim veren Alevi “aydınlar” çıkmıştır.
Alevilik, okullarda ders olarak okutulduğunda, karizmatik kişiler üzerine merkezleşen bir onanç topluluğu karakterini yitirmeye devam edecektir. Ancak bununla onun iç (batinî) karakterinin kaybolması da sürecektir. Zira vahiylerin içsel anlamlarına ancak karizmatik yetenekleri ile vahiyleri yorumlayabilen ve tefsir edebilen aracılar yardımı ile ulaşılabilir: Günümüzde geçerliği kaybeden Alevi bir deyişe göre Tanrısal gerçeğe hiç kimse mürşit (yol gösterici) olmadan erişemez. Batınîlik okulda öğrenmekle ve kitaplarda yazılmakla zahirîliğe dönüşüp gerçek anlamını kolaylıkla kaybedebilecektir.
Kaynakça:
Dressel, M., Die alevitische Religion: Traditionslinien und Neubestimmungen. Würzburg 2002.
Kaya, A. Multicultural Clientelism and Alevi Resurgence in the Turkish Diaspora: Berlin Alevis. In: New Perspectives on Turkey, 18, 1998.