11.yüzylın ortalarında başlayan “Babailer isyanı” ile Heteredoks Türkmen zümrelerin, Sünni merkeze karşı takınacakları tavır yavaş yavaş belirginleşmeye başladı . Moğol tahakkümünün ardından tabela devlet haline gelen Anadolu Selçuklu Devleti’nin otoritesini tamamiyle kaybetmesi üzerine bu Heteredoks Türkmen zümreler yeni süreçte oluşmaya başlayan “Beylikler” içerisinde aktif veya pasif rol oynayarak varlıklarını sürdürdüler.
ÖZKAN ŞAHİN
11.yüzylın ortalarında başlayan “Babailer isyanı” ile Heteredoks Türkmen zümrelerin, Sünni merkeze karşı takınacakları tavır yavaş yavaş belirginleşmeye başladı . Moğol tahakkümünün ardından tabela devlet haline gelen Anadolu Selçuklu Devleti’nin otoritesini tamamiyle kaybetmesi üzerine bu Heteredoks Türkmen zümreler yeni süreçte oluşmaya başlayan “Beylikler” içerisinde aktif veya pasif rol oynayarak varlıklarını sürdürdüler.
Osmanoğulları Beyliğinin de devletleşme ve yayılma süreci içerisinde ileri derecede aktif rol oynayan bu Heteredoks Türkmen zümreleri, Osmanlı’nın zamanla kendi yapısına ve koşullara uygun bir ideoloji oluşturması ve bu ideolojininde Türkmen zümrelerin sahip oldukları yapıya tamamiyle zıt olması sebebiyle (tek sebep bu değildir) bu zümreler aktif görev aldıkları bürokratik ve askeri görevlerden zamanla çekildiler. Safevi alternatifinin doğuşuna kadar sadece “soğuma” olarak nitelendirebileceğimiz bu durum, Safevi Devlet’i Anadolu’da ki prıpagandasını sürdürdükçe önce büyük bir yabancılaşmaya ve ardın- dan da çatışmaya dönüştü.
Çaldıran Savaşı ile Safevi Devleti’nin yenilmesi ve Anadolu’da Safevi gücünün tamamiyle kırılması Alevileri sahipsiz ve Osmanlı güçleri tarafından her fırsatta ezilen büyük bir taşralı kesim haline getirdi. Zamanla siyasal arenadan toplumsal arenaya inen bu çatışma, konar göçer veya yeni yerleşik Aleviler ile yerleşik Sünniler arasında devam ederek günümüze kadar varlığını sürdürdü. Genelde kendi içine dönük ve düşmanlaşmış dışarı ile bağlarını en aza indirgeyen Aleviler, Dünya’nın her yerinde gerçekleşen Heteredoks-Ortodoks kavgalarının sonucunda olduğu gibi “cinsel sapıklık” iddialarına maruz kaldılar. Kökleri Babailer İsyanı’na kadar uzanan bu itham, isnad, iftira ve iddialar, çatışmaların yoğunlaştığı zamanlarda yeniler ile baslenerek çirkin bir hal aldı . Hatta birçok kez meydana gelen küçük çatışmaların sebebi bu iftira ve isnadlar oldu.
Cumhuriyet ile birlikte ümmetçi Osmanlı ideolojisinin yıkılıp yerine ulusal-laik bir ideolojinin inşası, etnik köken olarak Türk olan Alevilerin yeni ulus devlet içerisinde ilgi görmelerine sebep oldu. Bu ilginin başladığı dönem Aleviler için adeta Osmanlı baskısından kurtuluş, bir kabuk kırış olarak karşılandı. Lakin gerek Alevi gerekse Alevi olmayan araştırmacılar tarafından kaliteli bir şekilde irdelenemeyen Cumhuriyetin Alevilerle kaynaşmaya başladığı bu dönem, Türkiye’deki Alevilerin çoğunluğu tarafından bir yalın bir kurtuluş olarak algılandı. Oysa Cumhuriyet’ten sonra da Alevilik kimi zaman az kimi zaman yoğun baskı altında tutuldu ve Aleviler gerek üst düzey bürokratlardan, gerek avamdan geçmişte gördükleri iftiraları aynen gördüler. Hatta bazen toplu katliamlara maruz kalarak yazgılarında pek birşeyin değişmediğine şahit oldular.
İftira ve isnadların genelinin eğitim almamış taşralı Sünniler tarafından üretildiği yanlışı, eğitim almış ve üst düzey bürokratik görevlerde bulunmuş kişilerin iftira ve isnadlarının gölgede kalmasını sağladı. Oysa Niğdeli Kadı Ahmed örneğinde göreceğimiz gibi çoğu zaman asıl üreticisi ve yayıcısı oldu. Başka örnekler vermek gerekirse (Cumhuriyet Döneminde) aşağıda eserindeki ifadelere değineceğimiz Reşat Nuri, eski RP milletvekilleri Şevket Kazan (Mumsöndü’nün bir Alevi ananesi olduğunu iddia etmişti) ile Recai Kutan’ın iftiraları ile (“Suriye krizi esnasında” TBMM’de yaptığı konuşma da Nusayriliğin sapık bir Alevi inancı olduğunu iddia etmişti) bir şovmen olan Güner Ümit’in canlı yayında milyonlarca Alevi’nin gözlerinin içine baka baka, Hamile rolü yapan bir kadına “bu çocuk babandan mı, sen Kızılbaş mısın?” demesi örnek gösterilebilir.“Kızılbaşların mumsöndü gecesi gibi” (!)
Türk Edebiyatı’nın en çok eser veren ve halk tarafından en çok tanınan yazarlarından biri olan Reşat Nuri Güntekin (1889-1956) iyi bir eğitimin ardından çeşitli kurumlarda görev aldı . Aldığı en önemli görevler 1927’de başladığı Maarif Başmüfettişliği ve 1939’da başladığı Çanakkale Mebusluğudur. Yeni Hayat Ansiklopedisinde ifade edildiği üzere “geniş kültürlü, sonsuz hoşgörülülüğü, gerçek medeni insan hüviyeti, son derece sevimli ve zeki bakışlarıyla kendisini tanıyan tanımyan herkese sevdirmiş bahtiyar insanlardandır!”. Lakin Yeni Hayat ansiklopedisi’nin böylesine mükemmel olarak betimlediği bu insanın ünlü bir eserinde yukarıdaki satırlarda bahsini ettiğimiz çirkin ifadelerden birine raslarız.
Maarif (eğitim bakanlığı) başmüfettişliği ve milletvekilliği yapmış bir bürokrat sanatçının bir eserinde ülkesinin en büyük etnik ve dini gruplarından biri olan bir kesim için böylesine bir iftirayı cüretkar bir biçimde kaleme alması şaşırtıcıdır. Daha da şaşırtıcı olanı Anayasa da siyasal ve toplumsal bütünlüğe ne kadar önem vermeye çalıştığı aşikar olan! bir devletin en önemli kurumlarından olan MEB’nin basıp dağıttığı bu eserin içerisinde ki bu ifadenin neden kaldırılmadığıdır. Ayrıca birçok defa sahnelenen ve birçok kişi tarafından okunmuş bu eser içerisindeki bu ifadeye neden hiç kimse tarafından dikkat çekilmemiş, duyarsız kalınmıştır? Eserdeki ifadeyi aynen alıyorum.
“DAYI Namık’a.__ Buyur birader efendi buyur… (Namık’ı elinden tutarak yanındaki sandalyeye oturtur. (Camekanın bir köşesinde cilveleşen bir kadın ile erkek gölgesini göstererek ve gülerek.) Sinema oynuyor ses etme… (Gölgeler birbirleri ile kucaklaşacak gibi yaparlarken kadın gölgesi birdenbire erkeğe iki tokat atar ve kaybolurlar.) DAYI, kahkaha ile gülerek.__ Karı amma vurdu ha. Eh bu da olur… Kızılbaşların mum söndü gecesi gibi töbe olsun… “
Reşat Nuri’nin eserindeki ifadelere baktığımızda dönem aydınlarının sahip olduğu özelliklere rastlarız:
1) Reşat Nuri bir Osmanlı bakıyesi olarak klasik Osmanlı düşüncesinin izlerini taşımaktadır.
2) Dönemin diğer aydınları gibi taşradaki halkın yaşayışı ve kültürü hakkında bilgisi azdır.
3) Toplumunun onuruna verdiği değer aşikardır. Toplumu ile arasındaki mesafeyi artırmak dönem aydınlarının vazgeçemedikleri bir tutumudur ve Reşat Nuri’nin ifadeleri Cumhuriyet Aydını’nın karakteri hakkında bize büyük ip uçları verir.
1(bkz) Ahmet Yaşar Ocak, Babailer İsyanı, Dergah yayınları, İstanbul 1980
2 Fuad Köprülü’nün belirttiğine göre Sünnilerin, Alevilerin cinsel sapıklık isnadlarına karşı elimizdeki en eski veri, Niğdeli Kadı Ahmed adlı Kadı’nın ifadeleridir. Bu Kadı’nın ifadeleri Heterodokslara karşı bir Selçuklu kadısının klasik tutumunu yansıtır. (Bkz) Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, T.T.K. Yay. Ankara 1999, s:100-101.
3 (Biyografisi içib bkz) Yeni Hayat Ansiklopedisi, Cilt:3, s:1432-34
4 a.g.e., s:1432
5 Reşat Nuri Güntekin, Balıkesir Muhasebecisi Tanrı Dağı Ziyafeti, MEB Yay. İstanbul 1992, s:13